Ya darbe yapsalardı?

Haberin Devamı

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, Ergenekon davasında esas hakkındaki mütalaayı yaklaşık üç aylık gecikmeyle nihayet dün açıkladı!

Mütalaanın ana fikri şu:

“Ergenekon Terör Örgütü’nün varlığı sabittir!”

Gelin görün ki “varlığı sabit olan” bu terör örgütünün “şefi” belli değil!

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ dâhil herkes “üye” ama yönetici yok...

Herkes üye... Bundan anlıyoruz ki Ergenekon, “çok demokratik” bir “terör örgütü!”

Ve herkes eşit...

Çünkü savcılara göre Orgeneral İlker Başbuğ neyse Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal da o...

Öyle bir “terör örgütü” ki bu; rütbe, makam mevki tanımıyor! Yani bizim Tuncay Özkan ile İlker Başbuğ’un yetkisi eşit bu örgütte... Bir gazeteci, gerektiğinde Genelkurmay Başkanı’na talimat verebiliyor!

Vaaaay... Örgütteki adalete bakın siz!

Teşebbüsmüş!

Peki; bu “terör örgütü”nün üyeleri ne suç işlemiş?

“Hükümeti cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen ya da tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs...”

Dikkat edin; darbe yapmamışlar... Teşebbüs etmişler!

Peki; ortada bir teşebbüs varsa, neden bunun yeri, tarihi, görev dağılımı iddianamede yok?

Ve daha önemlisi; hangi silahlarla gerçekleştirilmiş bu teşebbüs...

Ümraniye’de bulunan birkaç antika bomba, Başbakanlık binasının altına konmuş da patlamamış mı yani?

Ya da bu koskoca komutanlar, gazeteciler, siyasetçiler, bilim insanları, sivil toplum örgütü yöneticileri iktidardan birilerinin kafalarına silah mı dayamışlar da haberimiz olmamış...

Öyle ya, “plan” bile demiyor savcılar; doğrudan “teşebbüs” olduğunu iddia ediyorlar...

Bu durumda kimlerin kafasına silah dayandığının da açıklanması gerekmiyor mu?

Örneğin Tuncay Özkan hangi iktidar mensubunun gırtlağına çökmek isterken yakalanmış da teşebbüsü eksik kalmış? Mustafa Balbay nereye bomba koymuş da patlamamış?

Ve hukuk tarihine geçecek bu iddianameyi hazırlayan savcılara çok basit bir soru daha:

Diyelim ki ortada “mütalaa”da anlatamadığınız ama kuşku duymadığınız bir “teşebbüs” suçu gerçekten var ve bu yüzden bunca insanının müebbet hapsini istediniz...

İyi de...

Bu insanlar gerçekten iktidarı silahla devirselerdi ve sonradan yakalanıp yargılansalardı; yağlı kazığa mı oturtacaktınız?

Kısacası mütalaa baştan sonra inandırıcılıktan uzak...

Sonuç: Allah hepimizi bu yargıdan korusun!

Provokatör!

İstanbul Barosu’nun önceki gün yapılan Olağanüstü Genel Kurulu’na, Akit Gazetesi muhabiri damga vurmuş...

Daha önce İstanbul Barosu’nun yönetimi aleyhine onlarca karalayıcı habere imza atan Akit’in muhabiri, uyarılara karşın kürsüden inmediği gibi bir de mikrofonu kapıp konuşmak istemiş. Güvenlik görevlileri kendisine izin vermemiş ve salondaki avukatlar “Dışarı” diye tempo tutmuş...

Zorla salonun dışına çıkarılan muhabir bu kez “Kalp krizi geçiriyorum” diye yere yatmış... İşin ilginci, “Provokatör, numara yapıyor” diyen bazı avukatlara yanıt vermek için yattığı yerden doğrulmuş ve “Esas provokatör sizsiniz” diye bağırabilmiş...

Dün yayınlanan bütün dinci gazeteler de bu provokasyon girişimini “Baro’da linç” başlığıyla birinci sayfalarına taşımış!

Tamam; bu arkadaşlar zaten gazeteci değil de... Biz bunların mesleğimize daha fazla zarar vermesini nasıl önleyeceğiz; işte bu sorunun yanıtını bilmiyorum!



GÜNÜN SORUSU

Adana‘da kent merkezindeki bir okulda, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni S. M. D’nin ders sırasında öğrencilerine, Atatürk‘ün ölmüş bir insan olduğunu, bu nedenle ölmüş insanlara fazla değer verilmemesi gerektiğini söylediği iddia ediliyor. Sorum size:

Hâlâ soru sormaya gerek var mı?



Uyan Türkiye... (17)

Ergenekon sanığı Rektör Fatih Hilmioğlu, kansere yakalandı ve Silivri’de olduğu için doğru dürüst tedavi göremiyor. Her insanın en temel hakkı olan “tedavi hakkı” bizzat yargılandığı mahkeme tarafından engelleniyor. Çünkü mahkeme, Hilmioğlu’nun hasta olduğuna bir türlü inanmıyor ve durmadan onu Adli Tıp’a göndererek, rapor istiyor... Adli Tıp’ta ise bir raporun hazırlanması aylar alıyor!

O tahliye edilmediği için ölümcül “uyku apnesi” hastalığına yakalanan Emekli Üsteğmen, Avukat Serdar Öztürk de tedaviyi reddediyor.

Biz de Silivri’deki bu insanlık dramına dikkat çekmek için iki haftadır “devleti yönetenler”e ulaşıp, “bir şey yapmaları”nı istiyoruz. Eğer siz de yapılanları haksızlık olarak görüyorsanız, devlet yönetiminde söz sahibi makamları arayarak duygularınızı iletmeyi ihmal etmeyin. Protokol listesinden devam ediyoruz; sıra bugün Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’de...

“Onun bu konuyla ne ilgisi var” demeyin; çünkü onun da her “iç sorun” hakkında diğer bakanlar kadar söz hakkı var:

Faks: (0312) 286 39 64

E-posta: mehdieker@tarim.gov.tr

DİĞER YENİ YAZILAR