Kaza falan değil!

Haberin Devamı

Esenyurt’ta bir alışveriş merkezinin şantiyesinde işçilerin yatakhane olarak kullandıkları çadırda çıkan yangında 11 işçi yanarak öldü.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik olaya anında (!) el koydu ve suçluyu buldu:

“Çadırın dış cephesi plastikle kaplanmış... Bu, standartlara aykırı... Sorumlulardan hesap sorulacak!”

He ya... Sorulur elbet!

O plastiği oraya kaplayanlar bulunur ve bir güzel hesap sorulur!

***


Kaza kadar üzücü olan da bizim bu “şipşak” teşhislerimiz!

Siz devlet olarak, 11 işçinin yanmasını daha ilk günden “plastik sorununa” bağlıyorsanız, zaten bu konuda hiç soruşturma açmaya, yargıyı meşgul etmeye falan gerek yok...

Sonuç belli çünkü:

O plastiği o çadıra büyük bir olasılıkla, içinde kalmak zorunda olan işçiler örttü... Çünkü yağmurdan, kardan, ayazdan korunmanın başka yolu yoktu...

İnsan hayatına önem veren ülkelerde bu tür yangınlar olmaz...

Çünkü oralarda, “insan”, “makine” olarak görülmez...

Eğer şantiyede kalacaklarsa; onlara insanca bir barınma olanağı sunulur.

***


1980’li yılların sonunda Libya’ya gittim... Hani bugün beğenmediğimiz, o yüzden vahşice katline katkıda bulunduğumuz Kaddafi’nin ülkesine...

Kaddafi kafaya takmıştı; ülkesinin yüzde 90’ını oluşturan çölde binlerce metrelik sondajlar yaptırıyor, suya ulaşıyor ve bu suyu büyük kanallarla dolaştırarak, çölden vaha yaratmayı hedefliyordu.

Ben de bu akıl almaz projenin bir bölümünü hayata geçiren bir Kore şirketinin, çölün tam ortasında kurduğu şantiyede üç gün kaldım...

Şantiyede mühendisler, şirket yöneticileri ve işçiler birlikte kalıyordu. Her işçi için, beş yıldızlı otel odası standardında prefabrik odalar yapılmıştı. Binlerce kilometre uzaktan dev ağaçlar getirilip dikilmiş, yerleşkenin tam ortasına olimpik bir havuz kondurulmuştu. İşçiler günde sekiz saat çalışıyor, mesai bitiminde ise gazetelerini, içkilerini alıp önce havuzun keyfini çıkarıyor, sonra çim sahada futbol oynuyor, akşam lüks lokantada yemeklerini yiyordu... Eğlenmek isteyenler için, dünyanın dört bir yanından sanatçıların gelip konser verdiği küçük bir gece kulübü bile vardı.

Ve orada yaklaşık 800’ü Türk, 1200 işçi, mühendis, yönetici inanılmaz çağdaş bir standartta yaşıyordu.

***


Bırakalım 33 yıl öncesinin Libya çöllerini...

Bugün İstanbul’un göbeğinde; insanlar eğlensin, alışveriş yapsın, para harcasın diye yapılan bir binanın inşaatında çalışanlar, çadırda kalıyor!

Neymiş efendim; çadırın etrafını plastikle kaplamışlar!

Kimse, “Kaplamayıp ne yapsınlar, soğuktan ölsünler mi” demiyor... Herkes, sırf üç kuruş daha az masraf olsun diye, 11 işçinin bu kışın ortasında bir çadırda yaşamak zorunda bırakılmasını görmezden geliyor!

***


Kısacası Sayın Bakan, boş verin plastiği falan... Bu olay, bal gibi bir cinayet! Katil de sadece para hırsından gözü dönmüş, “modern çağ köleci zihniyetini” benimsemiş işveren değil... Onunla birlikte “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı” olduğunuz devlet...

Ah; gözünüzü açıp, büyük şehirleri bina mezarlığına çeviren yandaş müteahhitlerin nasıl çalıştıklarını, belediyelerinizden ucuza kapattıkları arsalara modern (!) binaları dikerken “insan”a nasıl ihanet ettiklerini biraz görebilseniz...

O zaman en masumumuzun “plastik” olduğunu anlayacaksınız ama...

Nerdeeee?

*****


Günün Sorusu

Oda TV davası kapsamında tutuklu yargılanan Nedim Şener, Ahmet Şık, Sait Çakır ve Coşkun Musluk, “suç vasfının değişme ihtimali” gerekçesiyle tahliye edildi. Sorum 375 gündür bu meslektaşlarımızı “darbecilikle” suçlayan sözde demokratlara:

Biraz olsun utanıyor musunuz?

*****


Balyoz’da neler oluyor?

Geçen cuma gününden bu yana Balyoz Davası sanıklarının yakınlarından e-posta yağıyor... Hepsi isyan içinde... Çünkü cuma günkü celseden sonra yakınlarının tahliye edilmesini bekliyorlardı ama şok bir kararla karşılaştılar: Mahkeme Başkanı, sunulan deliller hakkındaki bilimsel raporları bile incelemeye gerek görmeden, savcılık makamından mütalaasını istedi.

Sanık yakınları özetle şunları söylüyor:

“Yapılan ön sorgulamalarda tüm sanıklar kendilerine atılı suç için gösterilen ve yalnızca dijital çıktılardan oluşan delilleri net bir şekilde çürüttüler. Yalnızca birinci iddianamede 1500 üzerinde somut çelişki ve aykırılık tespit ettiler.

Bu konuda kendilerine itimat edilmiyorsa, heyetin seçeceği bilişim konusunda uzman bilirkişilerin bunları incelemek üzere davet edilmesini talep ettiler. Uluslararası saygın bilişim kurumlardan dijital delillerle ilgili bilirkişi raporları sundular.

Heyetin seçtiği 30’u aşkın kamu tanığı dinlendi. Bunlar semineri izleyen gözlemcilerden ve bugünkü Jandarma Genel Komutanı ile eski genelkurmay başkanlarından oluşan bir heyet idi. Her biri net ve açık biçimde seminerde, iddia edildiği gibi olağan dışı bir şey tartışılmadığını beyan etti.

Bütün bunlar bir araya gelince bizim bu son celsede beklediğimiz şey tutukluluklara son verilmesiydi.

Ne yazık ki savcı ‘ses kayıtlarının ve yeterli tanığın dinlendiği, yeterli delilin değerlendirildiği ve kovuşturmanın derinleştirilmesine gerek kalmadığı’ görüşü ile mütalaasını yazmak üzere süre istedi. Bu talep de heyet tarafından kabul edildi.

Adalete nasıl güveneceğiz? Bu davanın oldubittiye getirilmeyeceğine nasıl inanacağız?

Davada gelinen bu aşamayı halka duyurmanızın sizlerin de kutsal görevi ve vatan borcu olduğuna inanıyoruz.”

DİĞER YENİ YAZILAR