Genelkurmay’dan arayıp, ‘erdem’imi sorguladılar...

Haberin Devamı


Yeni bir kitap yazıyorum. Gündüz saatlerinde gazete yazısıyla uğraştığımdan, geceleri çalışıyorum.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece de hiç uyumadım. Sabah sekiz gibi yattım; birkaç saat sonra cep telefonumun sesiyle uyandım. Baktım; saat 13:08...

Arayan numara “bilinmeyen” bir cep telefonuna aitti.

Telefonun yeşil düğmesine basıp, isteksiz ve uykulu bir sesle “Buyurun” dedim.

Karşımda bıçak gibi bir kadın sesi vardı; gerçekten de buyurdu:

“Mustafa Mutlu’yla mı görüşüyorum?”

Ses o kadar keskindi ki, “Benim” diye haykırarak doğruldum yattığım yerden...

“Genelkurmay Başkanlığı’ndan arıyorum. İletişim Daire Başkanımız Tuğgeneral Baki Kavun komutanımız görüşecekler. Ayrılmayın” diye buyurdu kadın sesi...

“Emredersin komutanım” çekmek geldi içimden ama kendimi frenledim... “Bekliyorum” dedim...

***


Telefon bir iki kez çaldıktan sonra, karşımda bu kez gayet tok ve karşısındakini ezim, ezim ezen bir erkek sesi buldum.

“Mustafa Bey, Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Baki Kavun ben” diye söze girdi o davudi ses...

Karşımda ayna var; bir baktım, sol elim kulağımda ama sağ elimle ve dimdik duran vücudumla esas duruşa geçmişim...

Tam, “9. Jandarma Er Eğitim Alayı, 4. Tabur, 16. Bölük Yazıcısı, 1961 Kırşehir doğumlu, Duran oğlu jandarma çavuş Mustafa Mutlu, emret komutaaanııımm” diye uzun künyemi okuyacaktım ki; kendime geldim.

“Buyurun” dedim yine yumuşak bir sesle...

Karşımdaki ses gittikçe ciddileşiyor ve Ankara-İstanbul arasındaki hava boşluğunu atlayıp, enerjisini tüm odaya yayıyordu.

“Bugünkü ‘Ödül’ başlıklı yazınız için arıyorum” dedi...

O anda jeton düştü bende; öyle ya ben artık sekiz ay askerlik yapan bir jandarma çavuşu değil, kendi halinde bir gazeteciydim...

Ve o günkü yayınlanan kısa yazımda, Habertürk Gazetesi’nden Bülent Aydemir kardeşimin bir haberinden alıntı yaparak, Başbakan’ın kendisinin kullandığı zırhlı dev Amerikan cipini, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e tahsis etmesini eleştirmiştim.

Yazıyı da, “Harp Okulları’nda okuyan gençler, öğrenin: ‘İlkem ve ülkem’ diye tutturana Hasdal; hizaya gelene ödül! Tercihinizi şimdiden yapın” diye bitirmiştim...

***


“Sizi kınıyoruz” diyerek girdi söze Baki Kavun...

“Efendim, anlamadım” dedim.

“Bugünkü yazınızda Genelkurmay Başkanımıza haksızlık yapmışsınız. O cip şahsi kullanımı için değil, yurt dışındaki hassas bir bölgede görev yapan özel bir birliğimize tahsis edildi. Zaten Başbakanlık’tan da biraz önce bu konuda bir açıklama yapıldı. Siz yanlış bir gazete haberinden yola çıkarak, bir de askeri öğrencileri işin içine katmışsınız. Sizi kınıyor ve en kısa zamanda bu yanlışı düzeltip, özür dileyerek ‘erdem’inizi göstermenizi bekliyoruz.”

***


Afallamıştım...

Topçu olmalıydı Baki Bey... Yarım dakikada öyle bir topa tutmuştu ki beni; kendimi ‘vatan haini’ gibi hissetmeye başlamıştım.

Hemen toparlandım ve “Açıklama gönderin yayınlayayım... Ama özür falan dilemem” dedim...

Tam gerekçemi açıklayıp, “Özür dilemem, çünkü eğer TSK’nın böyle bir ihtiyacı varsa, bu ihtiyaç daha alt kademelerde görüşülerek giderilir. Eğer bir Başbakan kendi altındaki arabayı bir Genelkurmay Başkanı’na ‘hediye eder’ gibi veriyorsa ve bu gazetelere haber oluyorsa, bu; her türlü yoruma açık olur. Ortada bir yanlış varsa; bu bana değil, ilgili taraflara aittir” demeye hazırlanıyordum ki... Karşımdaki ses vücudumdaki tüm tüyleri diken diken eden sözcüğü ikinci kez kullandı:

“O sizin erdeminize kalmış...”

“Nasıl yani, ben okuduğum bir haberi istediğim gibi yorumlama hakkına sahip değil miyim? Sizin gibi yorumlamazsam erdemsiz mi oluyorum” diye sordum.

“İşin içine askeri öğrencileri katmışsınız. Özür dilemenizi ve yazınızı düzeltmenizi bekliyoruz. Bu kadar” dedi...

“O zaman yazılı açıklama gönderin, yayınlayayım... Ama özür mözür dilemem. Ortada bir gazete haberi var. Ve ben bu haberi istediğim gibi yorumlama hakkına sahibim. Böyle yorumluyorum” diye ısrar ettim.

Bir baktım; benim sesim de davudileşmeye başlamıştı...

Bizim meslekte rütbe yoktu ama herhalde asker olsaydım; o generalin rütbesine çoktan gelmiş olurdum...

Tam o sırada, Baki Bey, o sözcüğü üçüncü kez kullandı:

“Açıklama göndermeyeceğiz. Sözlü olarak bildiriyorum. Gerisi erdeminize kalmış...”

“İyi o zaman... Özür dilemiyorum” dedim ve soğuk bir “İyi günler” diyerek telefonu kapattım.

***


Dün saat 13:08’le 13:12 arasında yaşadıklarımı, virgülüne kadar anlattım.

“Sonuç ne” mi diyorsunuz?

Ben bu ülkede; üstelik sadece askeriyede değil hayatın her alanında ‘ilkem ve ülkem’ diye tutturanların uzun süredir cezalandırıldığını, hizaya gelenlerin ise ödüllendirildiğini yaşayarak görüyorum.

Bu yüzden de özür falan dilemiyorum.

Cezam neyse çekerim ama asla haklı olduğuma inandığım bir konuda özür dilemem.

Çünkü Baki Bey’in sözünü ettiği “erdem”, sözlüklerin tarif ettiği gibi yiğitlik, doğruluk, fazilet gibi anlamlara geliyorsa... İnanmadığım bir özrü dilediğim anda, kendimi erdemsiz hissederim ve bir daha da elime kalem alamam!

İşte; bu yüzden...

İyi günler Baki Bey...

GÜNÜN SORUSU


Gemlik’in CHP’li Başkanı Mehmet Güler İçişleri Bakanlığı’nca görevden alınınca, Belediye Meclisi’nde yapılan başkanlık seçimini CHP’li üyenin oyuyla AKP adayı Refik Yılmaz kazanmış... Sorum Sayın Kılıçdaroğlu’na:

Mideniz hâlâ sağlam mı?

DİĞER YENİ YAZILAR