Gazete Vatan Logo

Müslüman bir İngiliz olarak Türkiye’yi çok kıskandım!

Çünkü “Aynı anda nasıl hem Avrupalı hem de Müslüman olunur?”, “Dostlarımın ve iş arkadaşlarımın liberal hoşgörüsü ile ailemin inanç ve geleneklerini nasıl aynı potada eritirim?” gibi yıllardır Müslüman İngiliz aklımı kurcalayan soruları onlar çoktan çözmüş

Türkiye’de, yani Müslüman bir ülkede, sabah bayram namazına giden, akşam da havai fişekler eşliğinde kendilerini biraya boğan adamların ortasındaydım. Ve bu gençlerin içinde bir ikilem yoktu. Kendimi daha önce hiç bu kadar Müslüman hissetmemiştim...

İstanbul ziyaretim sırasında beni en fazla şoke eden şey Türk halkının bu kimlik krizini yaşamaması, hatta bu soruları kendine sormayı bile aklından geçirmemesi oldu. Türkler hiç bu düşüncelere gerek kalmadan kendi kültürlerini bir refleks olarak birleştirebiliyor. Bu nedenle Türkiye’yi çok kıskanıyorum.

Türkiye’de gündüz Kurban Bayramı, gece yeni yıl kutlamalarını izlemek bu kültürel birleşimi daha da fazla hissetmemi sağladı. Aileler, yeni kesilmiş kurbanlarını yüzmek ve etlerini ayırmak için mekan olarak, Sarıyer sırtlarındaki inşaatı yarım kalmış evleri ya da açık havayı tercih ediyordu.

O soğuk günde kendimi bundan daha fazla Avrupalı hissetmezdim. Gördüğüm şey tamamen bana yabancı bir durumdu ve tıpkı bir “katliama” tanık olmak gibiydi. Hayvanların gırtlağı kesildikçe, betonun üzerine sıcak kan ve buhar fışkırıyordu. Adamın biri, kestiği ineğin organlarını atmak için alçak bir çukur kazmıştı. Tam bu sırada, karaciğerin bir bölümünü de yanlışlıkla çukura attığını fark etti. Bunun üzerine çukuru açıp, iri karaciğer parçasını çıkardı. Ayakkabımın etrafından kanlar akarken, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne doğru yol aldığı bir dönemde böyle bir manzaraya hoşgörü gösterilemeyeceği fikri aklıma saplandı... Naylon şiltelerin sağlayabildiği yarı hijyenik ortam, AB yetkililerinin ve buradaki hayvan hakları savunucularının öfkesini engellemeye yeterli olamazdı.

Avrupa ile kıyaslandığında kesin bir ifadeyle söyleyebilirim ki bayramda kurbanları bu şekilde kesmek kesinlikle ailesel bir olay olmaktan çıkarılmalıdır.

KİMİ CAMİYE KİMİ BARA
İstanbul’a geleli iki gün olmuştu ve ben kalabalığın ortasında Beyoğlu kafelerine doğru yürürken, Türkiye’nin Avrupa kulübüne katılması karşısında neden bir “medeniyetler çatışması” endişesi duyulduğunu merak ediyordum. Ezanlar okunurken inançlılar camiye, diğerleri ise hemen bitişikteki bara doğru yöneliyordu. Hiç kimse de gözünü kaldırıp hangi yönü seçtiğinize bakmıyordu. Ama bu kurban kesme görüntülerini izlerken, Avrupalıların, Türk kültürünün hangi yönlerini kavramakta zorlanacağını anlamaya başlamıştım. İşte olay buydu. Kurbanın bu şekilde kesilmesi hem bana hem de tanıdığım bütün İngilizlere yabancı bir durumdu. Tanık olduğum bu sahnelerin bana yaşattığı şoku kendisi de VATAN gazetesinde gazeteci olarak çalışan rehberim Pınar’a anlattığımda, o da bana, kendisi gibi birçok Türk’ün bu görüntüleri nahoş bulduğunu ve bir an önce değişmesi gerektiğini düşündüğünü söyledi. Bayramla ilgili konular ve bu hayvan kesme görüntüleri dışarıdan bir gözlemci olarak benim anlayabileceğimden çok daha karmaşık. Bu nedenle de bayramın nüansları konusunda cahilce konuşuyormuşum gibi geliyor.

İNGİLTERE DAHA MI İYİ?
Ancak bu görüntüler, gözlerimi yuvalarından fırlatmadıysa bile beni şaşırtmaya yetti. Buna bir karşı denge olarak, gelişme işaretleri gösteren bir yere daha götürüldüm. Bayrampaşa’daki kurban merkezinde daha etkin ve organize bir kesim işlemi vardı. Çocuklar yandaki panayır alanında oynarken, yüzlerce inek de, iyi organize olmuş, hijyenik bir ortamda kesim işlemlerinin gerçekleştirildiği dev çadırın dışında kaderlerini bekliyordu. Gelecekte de talep edilen şey bu olacak diye düşündüm. Bununla birlikte, çadırın içinde de bir ara boğanın teki zincirlerini kırdı ve turuncu yelekli adamlar, kızgın boğanın çiftelerinden kurtulmak için sağa sola kaçıştı. “Helal ete” olan düşkünlüğüme rağmen o anki tepkim, boğanın oradan kaçıp kurtulması şeklinde oldu. Ama bu gerçekleşmedi. Turuncu yelekli adamlar kontrolü tekrar ele geçirip hayvanın üzerine atladılar ve boğayı yakaladılar.

İKİNCİ BİR ŞOK DAHA
İngiltere’deki mezbahaların bir şekilde buradakilerden daha iyi ya da daha temiz olduğunu söylemek benim açımdan ikiyüzlülük olurdu. Çünkü öyle değiller. Hatta Türkiye’de kesilecek hayvanlara karşı daha saygılı davranılıyor. Kandan pek hoşlanmamamız, bizi bu işlemleri kapalı kapılar ardında yapmaya itiyor, dolayısıyla da olan biten hakkında aklımızı kurcalayan bir şeyler olmuyor. Türkler ise etin tabağa ulaşma süreciyle kendi aralarına bir kalkan koymuyor. Bu aşamada, Avrupalı mizacımın ve içgüdülerimin, buradaki bayram ritüellerine uyum sağlaması gerektiğini fark ettim. Çünkü Bayrampaşa’da, organizasyonun başındakiler, kesim işleminin temiz ve etkin bir şekilde yürütülmesi için kendilerinden istenen her şeyi yapıyorlardı.

BOL SAKATATLI SAHNELER
Gündüz tanık olduğum bol sakatatlı sahneler, geceleyin yerini daha tanıdık görüntülere bırakmaya başladı. Yeni yıl gecesiydi ve Taksim Meydanı’nda gümbür gümbür bir müzik vardı. Öyle ki kot pantolonum bile ahenkle titreşiyordu. Sokaktakiler ise tam olarak anlayamadığım bir şekilde, kafalarında Noel Baba şapkalarıyla dolaşıyordu (İngiltere’de Noel Baba kıyafetleri sadece Noel’e özgüdür) ve genç erkekler kendi aralarında gruplar oluşturmuş, ellerinde biralarla dans ediyorlardı. Daha bir zengin kesim olan Nişantaşı’nda ise ailelerin çoğunlukta olduğu grupların kalabalığı sokakları doldurmuştu. Barlarda rakılar su gibi akıyordu. Avrupalıların da kalpten hissettiği gerçek yeni yıl heyecanı, Türklerin keyifli yüzlerinden okunuyordu. Benim için bu da ayrı bir şok olmuştu. Bir süredir, Boğaz kıyısındaki kafelerde oturup ufuk çizgisine bakarak İstanbul’da zaman geçiriyordum. Bu görüntü bana Budapeşte’yi hatırlatıyordu, ancak buradaki manzaranın içinde sayısız cami kubbesi ve minare vardı... Ezanlar ise adeta şehirde yankılanıyordu. Günde 5 vakit, bir Müslüman ülkede olduğumdan haberdar ediliyordum.

SABAH NAMAZ, AKŞAM PARTİ
Ancak saatler gece yarısını vurduğunda, Nişantaşı’nda etrafım hoplayıp zıplayan gençlerle doluyken biraya boğulduğumda böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmezdi . Türk gençleri bir saattir yollarda dans edip şarkılar söylüyordu... Ve saatlerce de öyle devam ettiler.

Bu, İngiliz bir Müslüman için ilginç bir deneyimdi. Çünkü İngiltere’deki Müslümanlar arasında, genellikle Pakistan ve Bangladeş asıllılar tarafından, alkol tüketimi üzerine getirilmiş bir “ayıp” damgası var. Ve bu o kadar güçlü ki, hem alkol alıp hem de kendinize Müslüman demek, İngiltere’deki Müslümanların büyük bölümüne göre bir tezat oluşturuyor. Bu durum, Batı idealleri karşısında kendi köklerinizden vazgeçmenin ve mirasınızı reddetmenin bir göstergesi olarak algılanıyor. Ancak ben Türkiye’de, yani Müslüman bir ülkede, sabah bayram namazına giden, akşam da havai fişekler eşliğinde kendilerini biraya boğan adamların ortasındaydım. Bu gençlerin içinde böyle bir ikilem yoktu, çünkü Türklerin gözünde bunun bir önemi de yoktu. Kendimi daha önce hiç bu kadar Müslüman hissetmemiştim. Ama o anda, aynı oranda, dünyayı Türklerin gözünden görmek büyük bir zevkti.

BU LAİK ZİHNİYETİ ANLAMALIYIZ
O 24 saat boyunca, Türkiye’nin AB’ye girişiyle ilgili tartışmanın, İngiltere’de algılandığı şekliyle, yanlış bir tartışma olduğunun farkına varmaya başladım. Londra’da Türkiye sorusuna, İngiltere’nin, İngiliz Müslümanların topluma entegre edilme sorunu doğrultusunda bakılıyor. Londra’da 7 Temmuz 2005’te patlayan bombalar, ülkeyi hissizlikten uyandırıp, halkın bununla ilgili zor soruları sormasını sağladı. Ancak Türkiye’de böyle bir uçurum yok ve Türkiye, Batılı görüşler ve İslam kültürünün başarılı bir şekilde nasıl birbirine entegre olabileceğinin sinyallerini Batı’ya vermiş durumda. Türk yaşam tarzının karakteri de zaten bu...

İş karşılıklı olarak birbirini anlamaya geldiğinde Türkler, kendilerinin ’İslami kalbiyle’ ilgili olarak İngilizleri ve Avrupalıları ihtiyatlı davranmaya iten olayları anlamalı. Biz Avrupalılar ise Türkiye’nin laik zihniyetini kavramayı öğrenmeliyiz. Türkiye’de yeni yıl ile Kurban Bayramı’nı aynı gün yaşamak ve Türkler’in her ikisini de nasıl kutladığını görmek bunun nasıl yapılabileceğini ve nasıl yapılması gerektiğini bize göstermiş oldu.

YARIN:
Financial Times’tan Jeremy Grant yazıyor: Orhan Pamuk, Türkiye’nin Batı ile Doğu’yu yansıtan iki karakterini ’şizofreni’ olarak nitelemişti. Ben buna ’çokkültürlülük’ demeyi tercih ediyorum.

Kurban Bayramı ile Yılbaşı’nı aynı gün kutlayan Türkiye, Batı ile Doğu’nun tek bir noktada birleşip yeni ve uyumlu bir kültür yaratabileceğini gösteriyor.

MURAD AHMED
The Times

KİMDİR?
Bangladeş asıllı bir Müslüman olan Murad Ahmed, İngiliz The Times gazetesinin en dinamik muhabiri olarak tanınıyor. Dinlerarası diyalog, ırkçılık ve ayrımcılık konusunda bir uzman... The Times’ın Avrupa baskısında köşe yazarlığı yapıyor.

Haberin Devamı