Benim Fransızlarım

Haberin Devamı

‘Fransızcacı’yım ben.

‘Fransızcı’ değil, ‘Fransızcacı’.

Ankara Tevfik Fikret Lisesi mezunuyum.

Hazırlık, orta, lise; toplam yedi yıl Fransızca eğitim - öğretim gördüm.

Özel okulda okuyorduk ya; kimilerine göre ‘Tıfıl’lıydık, kimilerine göre ‘kolej bebesi’... (Anne ve babamın, ben ‘kolej’de okuyabileyim diye, o yedi sene boyunca aynı manto ve aynı paltoyu giydikleri gerçeğini bilmezdi böyle diyenler. Neyse, konumuz bu değil.)

Sonraları “Francophone” diye anılır olduk yakın çevrede. Övgü müydü bu söylem, yergi mi, bilemedim. Neyse, konumuz bu da değil.

Diyeceğim şu...

Matematikçi Fransızdı. Fizikçi, Kimyacı, Edebiyatçı...

Onlarca Madame, Mademoiselle (matmazel) ve Monsieu’nün (mösyö) ‘rahleitedris’inden geçtim. Bir o kadar da, Fransız kültürüyle yetişmiş Türk öğretmenin.

Bazılarından hazzetmediğim oldu; önce bir çocuk, sonra bir genç olarak. Ama çoğunu sevdim. Hatta kimilerine hayranlık bile duydum.

Şimdi bakıyorum da, o hayran olduklarım hep “liberté, égalité, fraternité” ilkesine bağlı olanlardı.

Yani 1789’un, Fransız İhtilali’nin simgesi “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganında vücut bulan anlayışa bağlı olanlar...

Öylelerine hâlâ gönül bağım var.

Ama ‘öylelerine’ sadece...

***


Bakıyorum kızmışsınız ‘Pentagon modeli’ne

Dünkü yazımın “Meclis Taburu’ndan sonra Pentagon örneği de düşünülemez mi?”

(http://haber.gazetevatan.com/Haber/419263/1/Gundem) başlıklı bölümü üzerine çok sayıda mesaj aldım.

Bazılarınız destek verdi. Çoğunuz ise sert eleştirilerle tepki gösterdi.

Bu mesajlardan dördünü, yaklaşık 1/4’lük destek - tepki oranını da gözeterek (ve sadece imla hatalarını düzelterek) aktarıyorum. İzin verenlerinkini isimleriyle, gizli kalmasını tercih edenlerinkileri ise isimsiz...

1.) Sayın Murat bey,

Bugünkü yazınızı hayret, ibret ve dehşet ile okudum. Bir ülkenin vatandaşı, kendi içinden çıkan, babası, kardeşi, amcası, yeğeni, arkadaşı olan bir kuruma nasıl bu kadar düşman olabilir ve kin besleyebilir? Sizi bu düşüncelere sevk eden nedir, askerler size ne yaptı onları da açıklama cesareti gösterebilir misiniz? Bu süreçte asker suskun ve sahipsiz, fırsatçılar ise almışlar ellerine kalemi-baltayı kendi askerini doğramaya çalışıyor. Asker hakkında yazı yazmadan, eğer cesaret edebilirseniz 5 Ocak 2012’de başlayacak olan BALYOZ davalarına gelir ve GERÇEKLERİ yazma şansını elde edersiniz. Ama, tatmin olmadı iseniz ve uygun görürseniz TÜM ASKERİ KARARGAHLARI KANDİL’e TAŞIYABİLİRİZ. Sizin de gözleriniz rahatlamış olur.

İyi günler.

2.) Murat Bey,

Bugünkü yazınızı okudum ve birkaç hususa dikkat çekmek için bu yazıyı yazıyorum size.

Askeri binaların meclisin çevresinde olmasından ve bu binaların şu andaki yerlerinden kaldırılması, Pentagon gibi olması gerektiğini söylemişsiniz. Öncelikle Genelkurmay Başkanlığı binasının yapımına 1929 yılında başlanmış ve 1930 yılında tamamlanmıştır. TBMM binasının ise yapımına 1939’da başlandı ama hem İkinci Dünya Savaşı hem ekonomik sıkıntılar sebebiyle bina ancak 1961 yılında hizmete başladı. Yani basit bir bakış açısıyla dağdan gelip, bağdakini kovmayalım, eğer birileri taşınacaksa TBMM taşınsın neden hep bir şeyler vermesi beklenen yer Askeriye oluyor bunu anlamakta zorluk çekiyorum.

(‘Silahlı askeri gücün, demokratik sivil milli iradeyi kuşatması’ gibi yorumlanmaya açık olan mevcut görüntünün ortadan kalkmasına kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum) demişsiniz. Bakın itirazı olanlar var, bu ülkede halen yapılanlar için itirazı olanlar var. Bence sizin gibi gazeteciler bugünkü sivil diktatörlüğün üstüne gitmeli, bu kadar anti-demokratik uygulamaların olduğu dönemi eleştirmelidir.

İyi Çalışmalar.

Fuat BERKTAŞ

3.) Sizi kutlarım değerli

Yazar,

Demokrasiye gönülden bağlı olanların ortak temennilerini dile getirmişsiniz.

Saygılar sunarım.

Prof. Dr. Oktay Çokyüksel

4.) Merhaba,

Kendi askerinden bu kadar korkan bir siyasi irade ile memleket yönetilir mi ?

Bunlar, Yunan askeri değil, bizim askerimiz, Türk askeri, siz galiba üniformaları karıştırıyorsunuz !

Bütün karargahları, isterseniz Erzurum’a yollayın, bu şüphe ve korku varken hiçbir şey değişmez. Bu sefer de “Acaba askerler Erzurum’da ne filmler çeviriyorlar” diye kıvranıp durulur.

Hepimizi paranoyak ettiniz vesselam. Başka işiniz yok mu sizin? Askerimize ayıp oluyor, yarın onlara ihtiyacımız olunca, ne yüzle, “Gidip ölün bizim için” diyeceğiz ?

Biraz izan lütfen. Bir tarafı yaparken, diğer tarafı kırmamak lazım, gerçek idareci böyle olur benim bildiğim.

İyi günler.

DİĞER YENİ YAZILAR