Enkaz altında ya çıplak kalırsam?

Haberin Devamı

Çoğumuz bilmiyoruz, ‘duşta ya da tuvalette beş dakika kalabilmenin bir nimet olduğu’nu.

Ama Vanlı Ayşe, Vanlı Şeymus, Vanlı Rojin, Vanlı Merwan biliyor.

Deprem felaketinin yarattığı travma ile tanışmamış olanlarımız bilmiyor; haftada bir kez de olsa, hasarlı bir binada banyoya girip yıkanmanın nasıl bir his olduğunu. Beş dakika içinde yarım yamalak yıkanıp, koşar adım binadan çıkıp ıslak saçlarla dışarıdaki soğuğa teslim olmanın nasıl bir ürpermeye yol açtığından haberimiz yok.

Aynı şekilde; bina sağlam da olsa, küçücük bir tuvalette geçen sadece birkaç dakikada insan beyninin oynayabileceği oyunlardan, “Ya şimdi bir artçı olur da enkaz altında kalırsam?..” düŞüncesinden bihaberiz.

“Artçıya banyoda ya da tuvalette yakalanırsam, bina yıkılırsa, beni enkaz altından böyle çıplak (ya da yarı çıplak) çıkartırlarsa?..” endişesi çoğumuza saçma geliyor belki.

Ama bunlar, ‘Van gerçekleri‘nin sıradan ve sadece birkaç örneği...

*****


Asansörler karaborsa

Yoğun bir ‘taşınma’ trafiği var Van’da...

İnsanlar şehri terk ediyor.

Hasarlı evinden taşınıp yeni bir kentte yeni bir hayata hazırlananlar, yeni bir maliyet ile karşı karşıya şimdi.

Yeni bir sektör oluşmuş...

Nakliye firmaları risk taşıyan binalara girmeyi kabul etmiyor. Binaların çoğu riskli zaten...

Durum böyle olunca, eşyayı balkon ya da pencereden çıkartıp dışarıdan aşağı indiren ‘vinçli asansör sistemi’ adeta karaborsaya düşmüş.

Üç oda bir salon dairenin taşınması için, nakliye parasının yanı sıra bin-bin 200 TL’lik bir ‘asansör ücreti’ çıkıyor. Artı nakliye... O da, gideceği şehre göre değişiyor.

Yani Van’dan taşınmak da ekstra maliyetli bir iş artık...

*****


Tartıcı çocuk neyi tartıyor?

Van sokaklarında tartıcı çocuklar...

“Gel abi gel...” diye başlıyor bağırışları, her şehirde olduğu gibi.

Ama çağrı cümlesinin devamı; Van’a özel, depreme özel şekilde geliyor...

“Gel abi gel... Depremde kaç kilo vermişsin öğrenmeye gel...”

*****


Herkesin derdi ayrı

Foto muhabiri arkadaşım İlker Akgüngör ile Van’a indiğimizde ilk temas noktamız bir araç kiralama firmasının bankosu oldu.

Kadın görevlinin bitkinliği yüzünden okunuyordu.

Bir de burnundan soluyordu.

“Hayırdır?” dedim, “Ne oldu?..”

“Ne olsun?” dedi sinirle...

“Ben banyo yapacak su bulamıyorum, adam gelmiş, kiraladığı arabayı teslim alırken, ‘Bu araba neden kirli?’ diye soruyor. Neyle yıkatalım biz bu ortamda otomobilleri? Sinirlenmeyeyim de ne yapayım, siz söyleyin.”

Hiçbir şey söyleyemedim doğal olarak...

*****


Mesaj bombardımanı bende ters tepiyor

Bir dönem, ‘tam güne karşı çıkan tıp doktorları’ydı...

Bir dönem, ‘bedelli askerlik isteyenler’...

Bir dönem, ‘ataması yapılmayan öğretmenler’... (Ki onlar hala devam ediyor.)

Sonra ‘eş durumu mağduru öğretmenler’... (Onlar da hala devam ediyor.)

Şu aralar, ‘bedelli karşıtları’...

Yine bugünlerde, ‘çıkan bedelli askerliğin yaş sınırının ve ücretinin düşmesini isteyenler’...

Uzun süredir, “Silivri’ye gelin, duruşmaları izleyin” diyenler...

İlk aklıma gelen başlıklar bunlar. Unuttuklarım olduğundan eminim.

E-mail yoluyla ya da Twitter’dan her gün onlarca, yüzlerce mesaj geliyor.

Genellikle aynı metin, farklı adres ve kullanıcılardan.

Sistemli ve sürekli bir bombardıman yani...

Çok açık söylüyorum; bu tarz ‘etki altına alma’ girişimleri bende ters etki yapıyor.

‘Medya desteğine ihtiyaç duyan mağdur’ tiplemesine bir yapaylık, bir eğretilik getiriyor bu tür ‘sanal bombardıman’lar.

İçten değilmiş gibi hissediyorum.

Dünya yıkılsa umurlarında değilmiş gibi, kendi dertlerinden başka hiçbir konuya duyarlı değillermiş gibi, dertleri üzüm yemek değil, sadece bağcıyı dövmekmiş gibi geliyor.

Ve bu durum;

Yazacağım varsa da yazmamak, ilgileneceğim varsa da ilgilenmemek, sıcak bakacağım varsa da bakmamak gibi hiç istemediğim bir yere itiyor beni.

Umarım bu ‘soğuma’, bu ‘uzaklaşma’ hali sadece bana özeldir çünkü bakıyorum o mesajların alıcı bölümünde hemen hemen bütün meslektaşlarımın isimleri var.

DİĞER YENİ YAZILAR