Kazançlar

‘Büyüdüğüm vakit diğer insanların anlamsız hayatlarını taklit etmeyeceğime ve bahar geldiği zaman kırlara gidip açan ilk akdikenleri göreceğime söz veriyorum.’

Marcel Proust’un Mart 1912’de Le Figaro’da çıkmış yazısı böyle biter. (Kayıp zamanın Etrafında, çeviren ve yayına hazırlayan: Didem Nur Güngören, Everest Yayınları)

Akdiken ve laldikenleri karşılaştırdığı bu denemesinde Proust, muhteşem kitabı 3000 sayfalık Kayıp Zamanın İzinde’yi çağrıştıran bir sürü imge kullanır. Çocuklukla büyümenin kıyısında salınan bu imgeler, örneğin ailesini ay ışığında uzun yürüyüşlere çıkaran bir babanın peşi sıra takip edilen bir yolda, geçmişin, Proust’un bugününe salınan anılar hanesinde gümüş izler bırakır. Geceyle gündüzün, düşle gerçeğin arasında uzanan bu izler, ‘hayat mihrabının’ fısıltılarıyla genişler. Proust, Mayıs ayında, çocukluğunda keşfettiği akdikenleri aylı gecelere usulca bırakır zihninde. Akdikenleri keşfedişinin kendi halindeki laldikenleri keşfetmesine de neden olduğunu bize teslim eder. Bizlerin bugününü kıpırdatır, gündelik yaşam keşmekeşi içerisinde savrulan halimizi alıkoyar ve kısa bir anlığına da olsa başka bir diyara, kendi çocukluklarımızdaki bahçelere uzanmamıza yol açar.

Haberin Devamı

Her şey birbiriyle ilintilidir. Elbette biz görmek istersek. Çocukluğun berraklığını gölgeleyen her ne varsa ondan kurtarabilirsek kendimizi, Proust’un zamanına da geçmemiz, bu yüzden, mümkün olabilir. Birbirini tanımayan, ayrı zamanların farklı insanlarından, birbirini farklı bir biçimde tanıma şansı olan, adına ister okur-yazar ilişkisi deyin, ister sadece iki insan deyin, ayrı mekânların ayrı insanlarının buluşabilmesi de bu yüzdendir.

Elbette burada sorulacak bir diğer soru gerçek büyümenin ne olduğu sorusudur. Ülkemizde, sıkça algılandığı biçimde büyümek, bir unutuşun adı olduğunda büyümez, sadece yaşlanırız. Geçmiş, sadece ah vah ettiğimiz ve bugüne asla örnek teşkil edebilecek bir zihinsel denklem değil, olsa olsa, vasat bir toplama işlemi haline dönüşür. Belki tam da bu yüzden o toplama işleminin olmazsa olmaz yanlışı diyebileceğimiz ‘elmalar ve armutlar’ı birlikte toplayıp sesimizi kendi sesimizde durmadan boğar, boğarız.

Haberin Devamı

Yaşlıları yaşlı kılan büyümekten vazgeçmeleridir. Verdikleri nefes bu yüzden yorucudur. Nispeten daha genç olanlarda yarattıkları yaşlanma duygusu, bu yüzden korkudur. ‘Bunun gibi olacağıma!’ korkusu...

Bir Anneler Günü yazısı yazmaya niyetlenmiş olmasam da, burada şunu dillendirmek isterim:

Anneler, çocuklarınızın gözlerine baksanıza. Onlarda, sizlerden aldıkları şevkle, büyümeye dair bir heves görüyor musunuz? Büyüyeyim de kurtulayım gibisinden bir hevesten bahsetmiyorum. Kastettiğim şu:

‘Evet büyüyeceğim, öğreneceğim, sonra yine büyüyeceğim, sonrasında yine öğreneceğim ve hep büyüyeceğim. Ve ve ve...’

Bazen akdikenlerin uğultulu kokusuyla, bazen onlara eşlik eden hayalin uzandığı laldikenleriyle, bazen bir ay ışığıyla büyümeyi göze almışsak, bizden yaşça küçüklere de sunduğumuz budur:

Yaşam merakı, yaşama özlemi, yaşantı ferahlığı.

Çocukluğunu kaybeden, büyüme merakını yollarda yitiren, çocuklarını da kaybeder.

Haberin Devamı

Kaybediyoruz. Keşke kaybetmesek...

DİĞER YENİ YAZILAR