Yolculuklar

‘Bütün bir yaşam boyu ayaklarını aynı yere basmak tehlikeli bir yanlış anlamaya yol açabilir; sanki orası bizimmiş, dünyada her şey gibi ödünç olarak verilmiş değil de bize aitmiş sanırız.’

***

İtalyan yazar Antonio Tabucchi, ‘Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar’ (Can Yayınları, Çev. Semin Sayıt) adlı denemesinde rüzgâra bakmak için Bask diyarına gider. Rainer Maria Rilke’nin ‘Tanıdın mı beni, hava, sen hâlâ benim olanla dolusun’ dizesi içinse Azor Adaları’nı seçmesine rağmen, çok geniş bir perspektiften bakarak bir yolculuk kitabının insan ruhu için ne anlama geldiğini tartışır bizlerle. Gidilen o yer neresidir diye sorar bize. Oraya vardığımız zamanı. O zamanın kime ait olduğunu. Bütün yolculukların aslında öznel bir keşif olduğunu da söylemeden duramaz. Neyi ararız? O gittiğimiz yerlerde hatırladıklarımızın içinde bulunduğumuz ruh haliyle biçimlendiğini, mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuzla çerçevelendiğini, bu yüzden çıkılan yolculukların kendimize dair çıkılmış yolculuklar olduğunu da ekler.

Haberin Devamı

Bu denemelerin sokak aralarına, turistik gezilerde atlanılan mekânlara değinmesinin bir başka sebebi daha olabilir. Yazar, buralarda gündelik yaşamın kültür, sanat, tarih ve elbette insan ve insan yazgısıyla olan bağını da araştırır. Yolculuklar gerçekten yersizyurtsuzluk mudur; yoksa yersizyurtsuzluk, aslında, başka bir yoksunluğa mı işaret eder? Yersizyurtsuzlar, gerçekte kimlerdir? Son bölümde yer alan yersiz yurtsuz bir adamın, bir gökbilimciyle tartıştığı sorular (sorunlar diyelim şunlara) bu yüzden ‘fena halde’ cezbedicidir.

‘Yersizyurtsuz küçük adam, gökbilimci kardeş der, eğer galaksileri gözlemleyebiliyorlarsa, neden kimse beni görmüyor? Bırak yahu dünyanın dönmesini; önce benim çalışan ama sahip olamayan ellerimi düşün. Ben bu dünyada yaşarım, bu toprağı çapalarım ama bir Yersizyurtsuz’um. Sen ki Evren’i tanırsın. Böyle bir şey olur mu gökbilimci kardeş?’

Burada Yersizyurtsuz adamın kim olduğunu ve neyi temsil ettiğini fark edersiniz. O ise inatçıdır. Bilmek istemektedir:

‘Ben Evren’in bir insanı değil miyim? Ve eğer onu ölçmek için astronomik aletler gerekiyorsa, topraklarını çapaladığım efendiye göre bana nasıl bir ölçü gerekir?’

Haberin Devamı

Yersizyurtsuz adamın karşısındaki gökbilimcinin cevabı Yertsizyurtsuz’un sorularından daha da ilginçtir:

‘Zavallı Yersizyurtsuz adam’ der, ‘Toprak sahipleri senin için dört karış toprağı yeryüzünde değil yerin altında, seni içine çekip hiçliğinde barındıracak, tıpkı gökyüzündeki kara delikler gibi ufacık bir delik öngörmüşlerdir sana. İnsan, yaratılmış evrenin ilk yıldızıdır; ama hiçadam, senin payına düşen yalnız bir deliktir.’

Bunun üzerine Yersizyurtsuz küçük adam, daha dün gittiği bir cenazeden bahseder. ‘Benim gibi zavallı bir emekçinin ölüm törenine gittim’ der. Orada kendisi gibi olanların şöyle bir ezgi mırıldandığından da bahseder: ‘Şimdi kavuştuğun, bu birkaç karışlık yer, yaşamında hakkın olanın birazıdır. Bu toprakta sana düşen bu kadardır.’ Ve tam da burada, belki de ışık yılını kastederek sorar:

‘Gökbilimci kardeş, sen Evren’in ölçülerini bilirsin. Bir insanın yeryüzünde payına düşen bu mudur?’

Haberin Devamı

‘Maalesef budur’ demez gökbilimci. Susar. Bildiklerinin hiçbir işe yaramadığını anladığı için, belki de.

***

Neyse.

Başka ilginç bir yol kitabı daha ulaştı elime. Ondan da yeri gelmişken söz edeyim. Ali Eriç’in ‘İstanbul’dan İstanbul’a Bir Dünya Seyahati’ (Cinius Yayınları) tam 1137 gün 131.969 kilometrelik bir araba yolculuğunu anlatıyor. Bu koskocaman kitabın tüm gelirinin Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na bağışlanacak olması çok hoşuma gitti.

DİĞER YENİ YAZILAR