Sıcak Tost

‘Çeyrek ekmeği al. İçini çıkar, kaşar koy. Sonra onu bir poşete sar, geceden kalorifer dilimlerinin arasına yerleştir, Sabah, sıcak tostun hazır’

Can Dündar

***

Cuma günü.

Silivri’deki günlerini hüzünlü bir demet nergis gibi elimize tutuşturan ‘Tutuklandık’ kitabını okuyorum Can Dündar’ın. Bir yandan da gözüm haberlerde, Dündar ve Gül’den gelecek müjdelerde. Çoğumuz gibi soluğumu tutmuş bekliyorum.

Müjde, şimdilik züğürt tesellisi, farkındayım. Ancak bu işin sahiden de, sözcüklerin hak edeni işaret ettiği biçimde ‘alma mazlumun ahını’ faslı var ki, o günlerin geleceğine dair hiç şüphem yok. Er ya da geç... Hatta dahası da var: Geç olsun da güç olmasın. Yine de, teslim edelim ki, mahpusluğa, dışardan ahkâm kesmek kolay. Geç olsun demek de kolay, dışardan, güç olmasın demek de...

Hal böyleyken, ‘Tutuklandık’ kitabını okurken en çok yılbaşı bölümünde tıkandım. Daha çok umudun biriktiği zaman dilimleridir ya yılbaşları, belki o yüzden. Hani her şey düzelecektir umudu vardır ya. Bir tılsımlı tül gibi yeryüzünün bizi yeniden inşa etmesini bekleriz, bekleriz ya...

Haberin Devamı

Bu yılbaşı hep kar vardı İstanbul’da hatırlarsınız, biraz onu anlatmış Can Dündar. Sabah bakmış avluda boylu boyunca yatıyor kar; dayanamamış montunu çıkarıp serilmiş kara. Uçaklar geçerken görsün diye kocaman harflerle sevdiği isimleri avluya yazmış. Kartoplarıyla demir kapıyı dövmüş. Tam ‘candan’ adam yapacakken, duvar üstünden bir paket düşmüş avluya. Yazıya başlarken tarifini yazdığım tost.

‘Oysa ne kantinde tost vardı ne de tost makinesi diye aktarmış’ Can Dündar. Sonra Victor E. Frankl’in İnsanın Anlam Arayışı kitabına gönderme yaptığı aynı bölümde ‘yaşamak için nedeni olan kişi, nasıla katlanabilir’ cümlesiyle buluşturmuş bizi. ‘Benim nedenim vardı, nasıla takılmıyordum artık’ demiş. Buna rağmen, PTT (pijama, terlik, televizyon) geçireceği akşamı özetlerken yılbaşlarında insanı her nedense afyonlayan beklentilere, tutuklu bir insan sarraflığıyla dokunmuş. Kendine ve oğlu Ege’ye mektuplar yazmış. O gün Cumhuriyet’ten gelecek dostlarının gökyüzünde dalgalandıracakları uçurtmalarını engelleyen tipi, duygusal olarak ağır yaralanmasına yol açmış. Televizyon zincirleme bir kazadan bahsediyormuş. Hiçbir kimseden hiçbir haber alamamış. Telefonsuzluk, iletişimsizlik bir kez daha canını yakmış. Bir gazeteci için Çin işkencesi sayılabilecek hususlardır bunlar.

Haberin Devamı

Dediğim gibi, kitapta en çok bu bölüm bana dokundu. Hem Can Dündar ve Erdem Gül özelinde hem de bu ülkede gazeteci ve yazarların maruz kaldıkları zulüm genelinde bir kez daha kahırlandım.

***

Kitaba devam ederken mahkeme 1 Nisan’a ertelenmişti. Dahası mahkemeye bir sürü yasak da getirilmişti. Mahkemeyi dolduran destekçiler bu yasaklara onay verenlere sesleniyordu: ‘Çocuklarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız’ diye.

Biz bu filmi daha ne kadar seyredeceğiz diye düşündüm. Sonra ‘kalk hadi’ dedim ‘kalk’; pek de aç değilken kaşarlı bir tost yaptım kendime. O haldeyken, o tostu -aklımda Orhan Kemal’ler, aklımda Sevgi Soysal’lar, aklımda Çankırı şiirleri, aklımda parmaklıklar, aklımda yaşı büyütülerek asılan çocuklar, sokak aralarında katledilen genç fidanları düşünerek hazırladığım o tostu-her şeye rağmen elimizden gelenin en iyisini yaparak devam etmeliyiz diyen bambaşka bir dirençle tutup mideme indirdim.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR