Kendine Ait Bir Oda

Hayatımın birçok döneminde, birçok genç arkadaşıma referans verdiğim yazarlardan birisidir Virgina Woolf; özellikle de o kitabı: Kendine Ait Bir Oda.

Benim açımdan bakıldığında, neredeyse 20 yaşında, muhteşem hocamız Prof. Dr. Zeynep Ergun’un bizlere 20. Yüzyıl İngiliz Edebiyatı’nı anlattığı bir dönemde keşfettiğim bu incecik kitap, sonrasında, dalgalı Türkiye’nin dalgalı karanlık sularında, adına edebiyat denilen o çetrefil ‘erkek’ yolda ilerlerken, yolumu kaybettiğimde hep karşıma çıkmış ve sanırım birçok meslektaşım gibi bana da yol gösterici bir fener olmuştur.

Ve şimdi

Ve şimdi... Türkiye’nin ‘kadın’ sınavı hemen her yerde bu kadar kırmızı alarm verirken, bir yayınevimiz bu kitabın önsözüne, nedenini anlamadığım (ya da anlamak istemediğim) bir sürü gereksiz, abesle iştigal diyebileceğimiz türden cümleler yazılmasına göz yumuyor. Bunları önsöze yazarak daha ilginç olacaklarını ve kitabın daha çok satacağını mı düşündüler, emin değilim! Bu türden cümlelerle Virginia Woolf gibi bir yazarı hangi türden okura pazarlamak istediklerini de anlamış değilim. Cümleleri uzun uzun tekrar buraya taşıyarak, bu mihenk taşı kitaba ve yazarına yapılan hakareti yinelemek istemiyorum ancak şunu ifade etmek boynumun borcudur:

Haberin Devamı

Biz kadınların kendine ait bir odaya sahip olması, dahası bu odada ‘yazmak’ eylemi gibi dünyanın en çetrefil eylemlerinden birine sahip çıkmasının ne demek olduğunu ancak bilen bilir. Yazmak, yaşama kafa tutmak ve kafa tutarken bir dünyanın, en başından beri size ait olmadığı ezberletilen bir dünyanın içine sızabilmek ve orada, korkudan ürpermişken her türlü tehdide karşı ve her türlü tehdide açık biçimde mucizevi başka başka dünyalar kurabilmek demektir. Kısacası ezeli ebedi ‘Shakespeare olunmaz doğulur’ cümlesine, ‘erkek doğulur’, bunu değiştirmekse sadece ve sadece şartları eşitlemekle mümkündür biçiminde bir kafa tutuştur bu!

Virginia Woolf bu gerçeği çok daha somutlaştırmış ve şöyle özetlemiştir: ‘Kadınlar para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!’ O dünyayı kurarken, ne kadar çok öldüğünüzü ve o küllerden nasıl dirildiğinizi ise yine en iyi bilenlerden birisidir Virgina Woolf. O ateşin içinden geçmenin ne demek olduğunu, zamanı ve mekanı yeniden yaratmanın, dili yeniden keşfetmenin ve o keşfedilen dille her şeye rağmen yeni umutlara gebe kalmanın ne kadar sancılı bir süreç ve bunun dayatılan suni gerçekler karşısında ne denli hindiba bir umut olduğunu... Ve aslında en büyük gücümüzün de bu olduğunu...

Haberin Devamı

Gerçekten de Virginia Woolf bunu çok iyi tahlil etmişti. Kadınların üzerindeki baskıyı, özellikle de düşünsel boyutlu baskıyı çok iyi biliyordu.

Ya bilmeyenler?

Hiç değilse anlamaya çalışsınlar. Anlayamıyorlarsa bir zahmet, bir adım geride dursunlar.

Paranoyakmış. Yok bir kaşık suda boğulmuşmuş. Bakire kurtmuş.

Maksadını aşan cümlelerdir, lütfen hiç değilse bunu teslim etsinler ve özür dilerken bile ‘aslında’ mağdur olduklarını dile getirmesinler.

Bir yayınevi Virginia Woolf’a bu sözcükleri layık görüyorsa, gerisini düşünmek bile istemiyorum.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR