Hayat Ağacı

Oturduğumuz çay evinde, kaçak çayların dibini bulmuştuk.

En nihayet o soru geldi:

‘Ofis’e nasıl gideriz?’

‘Hocam’ dedi gözlerinden Diyarbakır geçen oğlan. ‘Benim için on dakikalık yol, sizin için tahminen 20 dakikayı bulur!’

Oğlana gel de kız.

Başladık gülmeye.

‘Yaşlı mıyız yani?’

‘Yok hocam, öyle demek istemedim...’

Bu gençler hep böyle. Esasen Diyarbakırlı hep böyle. Yaşamı olduğu gibi bıraksak, hep birlikte gülebileceğimiz insanlar. Muzip, sevecen, konuksever. Ama onlara yüklenen yük, hemen her zaman çok fazla oldu, oluyor; gülmekse, hep bir sonraki baharın adı.

Sonra akşam apansız bastırıyor. Gün bitti bitecek. Ofis’ten havalimanına gitmek için bindiğimiz taksiyi kullanan adam, atıştıran karın ortasında bir yerden sonra küt diye duruyor.

‘Niye durduk?’ diye soruyoruz.

Arabanın şoförünü alacakmışız. Şoför nerede? Şu lokantada yemek yiyormuş. Sen kimsin? Arkadaşıyım...

Sonunda asıl şoförle buluştuk. Yanında apar topar sardırdığı lahmacunlar. Haydi buyurun, yiyin! Arkaya oturan arkadaşım, o da en az şoför kadar alemdir, ‘valla yerim’ diyor. Bu, arabada ısınmış havayı daha da ısıtıyor. Karla karışık karanlık bir yolda, son seçim vaadi dıdıdıdım biçiminde yeni yapılan havalimanına doğru ilerlerken, etli lahmacunların eşliğinde sohbet derinleşiyor.

Haberin Devamı

Biz, kimiz neyiz, günü birlik Diyarbakır’a neden geldik vb. anlattıktan sonra, ‘hoş geldiniz sefa geldiniz, ama keşke buraya gelmek yerine Ankara’ya gitseydiniz’ diyor şoför. Sonra da yanlış anlaşılmak kaygısı içerisinde, ‘Her zaman başımızın üstünde yeriniz var, ama bu son yaşananlar Ankara’da çözülecek iş hocam’ diyor. Derken daha da ilginç bir şey söylüyor. ‘Benim işim gereği herkesi taşıyorum hocam. Askeri, polisi, herkesi... Onlarla da konuşuyorum. Sonuçta buradakiler de emir eri hocam, kendilerine ne derlerse onu yapıyorlar, iş onlarda bitmiyor ki!’

Gel de hak verme.

Ama bu konuya çok da fazla takılmaya niyetli değil. Eve ekmek götürmesi için hayata tutunması, devam etmesi lazım. Hayatta kalmanın en kısa özeti bazen budur çünkü. Üstelik hemen herkes için. Yaranın fazla derinleşmemesi için onu kaşımamak gerekebilir.

Haberin Devamı

‘Ee, başka neler yaptınız?’ diye soruyor.

‘Yol üzerinde bir-iki kuyumcuya uğradık’ diyoruz. Çantalarımızın derinlerinde pembe mika kutulara yatırılmış hayat ağaçlarını hatırlıyoruz o zaman. Buna karşın ‘Eski yılı aratmayacak, yeni yılı umuda taşıyacak küçük birer hayat ağacı aldık’ demiyoruz nedense. Hayatın bu kadar ucuza, hatta ıskartaya çıkartıldığı bir diyarda, hayat ağacı gümüş kolyelerimizden utanıyor muyuz ne!

Not: Dünkü yazımda 2015 yerine 1915 yazmış olduğumu çok geç fark ettim ve baskıya girenleri düzelttiremedim. Affediniz. 100 yıl geriye gitmek iyi mi kötü mü siz karar verin artık...

DİĞER YENİ YAZILAR