Varolma Anları

‘Bence biz anı yakalamıyoruz; o bizleri yakalıyor’.

Geçen bir filmde rastladım bu cümleye. Ölü Ozanlar Derneği’nde Robin Williams’ın efsaneleştirdiği ‘günü yakala’ cümlesine karşılık olabilir gibi geldi bana. Sonra, ikisinin de birbiriyle zıtlaşmayan cümleler olduğuna karar verdim. Şöyle düşündüm: Anın bizi yakalaması bile, bizim ona hazır olmamızla ilgili bir durum olabilir.

***

Virginia Woolf, ‘Varolma Anları’ adlı kitabında bu durumu destekler bir üsluba sahip. Anın bizi yakalaması için ona cevap verebilecek konumda olmamız gerektiğinin altını çiziyor... Tam da o anda olmasa bile sonrasındaki bir farkındalığın bunun üstesinden gelebileceğine.

Bu kitap Woolf’un çekmecelerinde kalmış ve yazarın ölümünden sonra basılmış metinlerden oluşuyor. Yaşam tanıklığı olarak okunabilecek, onu daha iyi tanımamıza yol açacak satırlarla dolu bir yol arkadaşı. Metni İlknur Özdemir dilimize kazandırmış.

Edebiyat kaygısı güdülmeden yazılmış bu satırlar, bir yazarın aklını çelen sorular ve ünlemlerle dolu. Bunlardan biri de, bugünkü yazımın pusulası olan ‘varolma ve varolmama anları’ üzerine. ‘Her günün içinde varolmaktan çok daha fazla varolmama anı var’ diyor Woolf. Dahası günün büyük bir bölümünün bilinçsizce yaşandığından da bahsediyor. Yani hiçbir biçimde hesaba katmadan, öylesine, laf olsun diye yaşadığımız günleri hatırlatıyor bize. Kötü bir günde varolmama yüzdesinin daha da arttığına değiniyor... Farkındalığımızın, yaşadıklarımıza anlam katma katsayısının daha da düştüğü günler bunlar. Hazımsızca, hayli gergin (ve belki de epey üzgün) ve belki de çok katı bir tavırla çerçeveli bir biçimde yaşadığımız zamanlar... Ya da sadece, öylesine yaşadığımız fasılalar... Bu zamanların insan hayatına nasıl yansıdığını takip edebileceğimiz edebiyat metinlerinden bahsediyor sonra. Varolma anları kadar varolmama anlarını ustalıkla aksettiren yazarlardan küçük bir liste bile sunuyor. Dickens, Dostoyevski, Trollope, Tolstoy ve Austen... Hatta kendini onlara göre daha beceriksiz buluyor-nedense.

Haberin Devamı

Bu anları edebiyat aracılığıyla deneyimlemenin ne işe yarayacağı ise benim sorum. Varolmama anlarının insandan neler götürdüğünü edebiyat aracılığıyla öğrenmek bugünümüzü nasıl şekillendirebilir sorusu da denebilir buna. Dahası Virginia Woolf’un kendi çocukluğuna dair ‘varolmama anını bir varolma anına’ dönüştürdüğü şu cümlelerini okuduktan sonra yaşama ne katabiliriz sorusu da:

Haberin Devamı

‘Onunla çimenlerin üzerinde boğuşuyorduk. Birbirimizi yumrukluyorduk. Tam ona vurmak için yumruğumu kaldırmıştım ki şunu hissettim: Neden bir insanın canını yakayım? Hemen elimi indirdim. Orada öylece durdum.’

***

Çok basit bir soru gibi görünebilir ‘Neden bir insanın canını yakayım?’ sorusu. Şunu biliyoruz ki bu soruyla birlikte Virginia Woolf, o ana dek süregiden bir varolmama anını, tam da bu soruyla bir varolma anına dönüştürüyor. İster anın bizi yakalaması diyelim, ister günü yakalayan bizler olalım; gidişatı değiştirebilen soruyu sorabilmek, hemen her şeyi farklı bir raya oturtabiliyor.

Neden bir insanın canını yakayım, yakıyorum?

Haberin Devamı

Etrafınıza bakın. Bunu o ya da bu şekilde yapan ne kadar çok insan var. Ve çoğu bunun farkında bile değil! Sorular çeşitlendirilebilir elbette. Ama nedense ben bu soruda odaklanmak istiyorum:

Neden bir insanın canını yakıyorum?

Sadece, kişisel planlarımız için değil, aynı zamanda Türkiye’de şu ara ardı ardına yaşadığımız, insanın kavrama sınırlarını aşan olayları bir yere oturtabilmek için de geçerli bir soru gibi geliyor bana. Neden kendimizi böyle yok ettiğimiz sorusu da... Neden değişemediğimiz, neden bu gidişatı değiştiremediğimiz.

DİĞER YENİ YAZILAR