Sukut Diyarının Gümüş Kadınları-2-

2014 yılında 22 yerinden eşi tarafından bıçaklanıp hayatını kaybeden Asiye Ülkü Korkmaz’a. (Aslında bu kurgu, kocaları tarafından bıçaklanan ve yaşamlarını yitiren bütün kadınlar için.)

Yıl 2023’tü galiba. Seçimler kapıdaydı. 22 ayar hint burması 3 bileziği vardı kadının. Çocukları gibiydi her biri. Çocuklarının adını boş yere koymamıştı onlara. Şefkat, Hadiye ve Uğur. Başka da bir güvencesi yoktu. 20 gram tutardı her biri. 60 gramlık bir güvenceydi hayatı, neredeyse çocukları gibi. Dili olsa neler neler anlatırdı hint burması bilezikler. Zaman zaman böyle düşünüp hüzünlenirdi.

İşe bakın ki mutfakta, onların gözleri önünde, baba evinden getirdiği şu pek sevdiği alageyikli halının üzerinde en son yaşadıklarından sonra, sözsüz, dilsiz kaldı evlatları. Tutuldular. Bu öyküyü anlatmaksa, ‘ne hayat ama’ diyenleri haklı çıkarırcasına, hint burmalarının en eskisi Şefkat’e kaldı.

‘Kısmet böyleymiş’ diye söze başladı Bilezik Şefkat. Kadının cansız bileğindeki sarısı, kadının görünmesinler diye özenle sardığı boz renkli yemeninin altında daha da donuk bir renk almıştı. ‘Mutsuzdu’ dedi Bilezik Şefkat. ‘Kendimi bildim bileli çok mutsuz. Mutfakta, şu alageyikli halının önünde yemek yaparken, hep kendi kendine konuşup dururdu. Ama yine de ben size onun mutlu bir anını anlatmak isterim.’

Haberin Devamı

Bir gün büyük kızı, benimle aynı adı taşıyan Şefkat, ‘anne bak yıllarca önce bir yazar senin alageyiğinle ilgili bir hikaye yazmış’ diye çıkageldi. Yazarın adını tam olarak hatırlamıyorum şimdi. Ancak anlattığı hikaye, kadının doğduğu yerlerde geçiyordu. Kadın heyecanla, zaman zaman yüksek sesle heceleyerek okudu hikayeyi. Ve sonra kitabın kapağını usulca kapattı, ‘ben çok eskiden beri biliyorum bu hikayeyi’ dedi mutfağını ele geçirmiş alageyik halısına bakarak. ‘Alageyik, ölümsüz bir dişinin avcısıyla hesaplaşmasıdır, bilirim. Bizim oralarda herkes bilir bunu.’

Sonra mırıl mırıl tencereyle ve içindeki yemekle, konuşmaya devam etti. ‘Avcı... Ava giderken avlanırsın işte böyle.’ Sanki eski bir dostunu görmüş, onunla muhabbet ediyor gibiydi kadın. Sürekli mırıldanıyordu: ‘Alageyikler, alageyikler ’diye. Biber kokusunun, şimdi hatırladım biber dolması pişiriyordu kadın, evdeki bütün boşlukları doldurduğu bir andı bu. Kadının işlediği bütün dantellere, çaydanlığa, kocasının evde olmadığı halde yine de evde gezinen avcı gölgesine, açılmamış telefonlara, prizde bırakılmış şarj aletlerine, kızların erken çeyizlik nevresimlerine, tuz kabındaki nemli tuz zerreciklerine, tezgâhta öylesine duran ekmek bıçağına, kapının önündeki ayakkabılara, çocukların henüz toplanmış yataklarına, televizyondaki oksijensiz evlilik programlarına kadar sinen bir koku. Ve kadın mutlulukla tekrarlıyordu: ‘Artık av olmayacağım.’

Haberin Devamı

Sarı hint burması bileziğin erken çalınan kapının ziliyle, tencerenin içinden çıkan buharlara panikle gömülürken hatırladığı son cümle bu olmuştu. Gelen kadının kocasıydı. Gelen, evdeki gölgesini kuşanmaya niyetli adamdı. Avcıydı. Havayı kokladı. Biber. Sonra bir uğultu duydu. Duyduğu uğultu geyik uğultusunu andıran bir sesti. Şuna benzer bir ses: ‘Artık senden boşanacağım.’ Ve adam tezgâhı gördü. Orada öylesine duran telaşsız bıçağı. Halıyı gördü. Kadının ona anlatmak istediği her şeyi gördü. Kadın ise adamın gördüğü her şeyi anladı.

Haberin Devamı

‘Bir hikaye okudum Halil’ dedi. ‘Eski bir avcı hikayesi.’ Derken tonlarca ağırlıktaki duyguyu önüne katıp hışımla yok edecek büyük fırtına başladı. Çocuklar içerden bu tarifsiz fırtınayı durdurmak için koştu geldi, ama nafile. Kadının külçe bedeni, 60 gramlık bilezikleriyle, halısında nicedir onu bekleyen alageyiğine kavuştu. Ve sonra tümden sessizleşti kadın.

***

‘Halil bu sessizliğin içinde yapayalnızdı. Umutsuzdu. Bu ölüm sessizliğinin, kendine karşı bu kaçışın, bu düşmanlığın neden ileri geldiğini anlamıyor, kahroluyordu.’

Yaşar Kemal, ‘Üç Anadolu Efsanesi, Alageyik’ten...

DİĞER YENİ YAZILAR