Sebepsiz ve sonuçsuz bir ülke

Haberin Devamı

‘Hiçbir şey sebepsiz değildir,’ diyen değerli editörümüz Aytekin Hatipoğlu’na

İki gün önce iki gence rastladım. Birisi direksiyonun başındaydı, diğeri de yanında. Direksiyonda olmayan fosur fosur sigara içiyordu. Dertli miydi, aşık mı, tam olarak kestirmesi zordu. Ancak ikisinin suratında da hemen hemen aynı ifade vardı: Boşvermişlikle, ‘buralar benden sorulur’ arasındaki bir ruh viyadüğü hali. Pencereleri açmış, önlerinde bekleyen taksiye ‘yürüsene be’ diye delikanlılık taslıyorlardı. Bu aşırı ‘delikanlılığın’ temel nedeni ise genç oluşları değil bir polis otosunda polis üniformalarıyla oturuyor olmalarıydı. Taksi şoförü onları dikiz aynasından izliyor, başka zaman olsa dayılanmada hemen herkesi haraca kesecek ruhuna belli ki bu seferlik duayla karışık telkinlerde bulunuyordu. Hemen yanındaki ön koltuğa oturmuş yaşlı ve engelli yolcusunun arabadan bir türlü inemeyişine içten içe kızıyor, ailesinden aldığı Müslümanlık edebi gereği ona da bir şey söyleyemiyor, velhasıl elindeki biçare direksiyonu sıkarak patlıcan gibi kızardıkça kızarıyordu. Mecburi istikametteydiler hep birlikte. Tek şeritli dar bir yola yaslanmış bir sağlık kuruluşunun önünde. Hava sıcak, nem yüksekti. Sonra ummak istemediğimiz ama beklediğimiz bir şey gerçekleşti. Polis otosu, o rehavet dolu öğleni yırtıp atan sirenlere, hiç ama hiç gerekmeyecek biçimde ‘tozuturum burayı’ şeklinde abanıverdi.

Sirenlerle birlikte etraftaki hemen herkesin de yüreği ağzına geldi: ‘Yine ne vardı?’ Herkes kendince önemsediği böylesi bir anıyı gözlerinde canlandırdı, kaderine isyan etti. Ama hiç kimse polis otosuna dönüp ‘el insaf’ demedi, diyemedi.

O hariç!

Evet o. O, koltuktaki yaşlı adamdı. Ağır ağır, tökezleyerek, koltuk değneklerini yanında sürükleyerek iniverdi arabadan. Ve sonra aynı adam, soluk ve cansız gibi gözüken bedenini taksinin sarı ve mekanik bedenine yasladı. Nefes nefese kalmıştı. Taksi şoförü içinse film orada kopmuştu. Ha bayıldı ha bayılacaktı. İşte o sırada yaşlı adam kendisinden umulmayacak bir çeviklikle koltuk değneklerinden birini havaya kaldırarak, hayatının en sıradan cümlelerinden birini sarf edercesine dedi ki:

‘Biraz sabırlı olmayı öğrenin memur beyler. Her şeyin bir sebebi olduğunu öğrenin artık.’

***


Evet, hiçbir şey sebepsiz değil. Tıpkı bugün bu yazıyı yazıyor olmam gibi. Bugün yıldönümünü yaşadığımız Gezi Direnişi’nde yaşamlarını yitiren gençler için de aynı şey geçerli değil miydi?

O gençlerin niçin sokağa döküldüğü sorusu sürekli olarak es geçildiği müddetçe varılan yer hep bugünkü Türkiye oluyor, olacaktır. Demokrasinin tıkandığı ülke, yani. Öte yandan çözüm sürecinin içinde olduğumuzu iddia eden bir iktidarın Kürt gençleri dağa çıkıyor diye hâlâ örgütü suçlaması da bunun kanıtı değildir de nedir? İnsana sormazlar mı ‘Kardeşim bir yıldır sen ne yapıyorsun?’ diye. ‘Madem çözüm sürecindeyiz bu gençler niye hâlâ dağa çıkıyor sahi?’ diye.

Ve daha neler neler... Sirenlerin yanık sesine karışamayacak, yok saymakla yok edilemeyecek neler neler.

Ne diyelim? Allah kimseyi sebebi arayamama, görememe, bulamama talihsizliğine ve bu uğurda tali yollara sapma zafiyetine düşürmesin.

Amin.

DİĞER YENİ YAZILAR