Gençlerle iletişimde okumanın yeri

Haberin Devamı

Geride polemiklerle bıraktığımız bir gençlik bayramının ardından sizlerle ilginç bir kitabı paylaşmak istiyorum. Zehra İpşiroğlu’nun Türkiye ve Almanya’da sürdürdüğü çalışmalarının bir ürünü olan, deneme, inceleme ve söyleşilerden oluşan kitap E Yayınları’ndan çıktı. “Gençlerle Diyalog“ özellikle eğitimle samimi olarak ve dürüstçe ilgilenen eğitimcilerimizin ve eğitim kadrolarımızın okuması gereken kitaplardan biri.

İpşiroğlu’nun “Nasıl Bir Yazın Öğretimi?“ diye paylaştığı bir bölüm var ki onu size aktarmadan duramayacağım. Yazar birkaç yıl önce Türkoloji okuyan bir öğrenciye Türkçe yazan hangi çağdaş yazarları tanıdığını sorunca yanıt alamamış! Öğrenci belleğini zorlayarak Divan Edebiyatı üzerinde aklında kalan tek tük satırları onunla paylaşmaya çalışmış ama bunda da başarılı olamamış. İpşiroğlu’na göre bu ‘ilkokuldan yüksek öğrenime değin yaşanan öğretim çıkmazına ışık tutan bir durum.’ Özellikle edebiyat öğretiminde yıllar yılı sürüp giden bilgi yığmacasına, ezberciliğe, düşünme özürlülüğüne yükseköğretimdeki yaşamdan kopuk soyut bilimsellik eklenince okuduğu bilim dalının ne olduğunun bile ayırdına varamayan öğrencilerle karşılaşmak kaçınılmaz oluyor.

Ve bu hazin durumun yarattığı sonuç: Çok az okuyan, belki de bu yüzden okuduğunu anlamakta zorlanan genç bir kuşakla karşı karşıyayız. Bırakın edebiyatın ve sanatın kendine özgü dilini, bu dille keşfedilecek yeni dünyaları; yaşadığı dünyayı bile tam olarak seçemeyen bir algıyla karşı karşıyayız, evet.

Eleştirel bakış

İpşiroğlu’nun bunun için önerileri var: Özellikle lise ve yükseköğretimde çözümleyici ve yaratıcı düşünmenin, okuma ve yazma becerilerinin geliştirilmesine yönelik derslerin çok yararlı olacağını düşünüyor. Teori ve uygulama bütünlüğünün sağlanabileceği dersler bunlar. Kısacası Elias Canetti’nin söylediği gibi ‘öğrenmenin serüven olacağı’ bir eğitim sisteminden söz ediyor bize.

Ülkemizde öğretim bir serüvenden çok bir tutukluluk gibi algılandığı ve algılatıldığı müddetçe hep aynı yerde kalmaya mahkûmuz. Bu da ölü doğmuş bir öğrenme anlayışı ve algısı demek. Merak uyandırmayan, yaşamdan kopuk, gelişemeyen, sığ ve bunaltıcı programlar silsilesi...

“Örneğin,” diyor İpşiroğlu, “öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarında çocuk ve gençlik yazını gibi bir dersin okutulması, geleceğin öğretmenlerinin çocuklara yönelik yazını inceleme ve eleştirme becerilerini kazanmaları açısından çok önemli.“

Eleştirellik üzerine söylediği sözler de çok anlamlı: “Eleştirel düşünce bizde daha yerleşmemiş olduğundan, öğrencilerin edebiyat ve tiyatro eleştirisi üzerine bilgi edinmeleri, yürürlükteki eleştiri anlayışıyla hesaplaşmaları, dahası eleştiri yazabilme becerisini elde edebilmeleri hem onlarda eleştirel bakışı uyandıracak hem de belki de yeni eleştirmenlerin yetiştirilmesini sağlayarak kültürel yaşamımızdaki büyük bir eksikliği kapayacak...”

Edgü’nün başına gelen

Karşılaştırmalı edebiyat derslerinden, öğrencilerin edebiyattan sinema ve televizyona yapılan uyarlamaları çözebilecekleri, edebiyat sinema ilişkilerini irdeleyen, derslerden bahsediyor Zehra Hoca. Düşüncenin katmanlılığının genç beyinlere sunulmasından...

Ama sanırım onun en önemli vurgusu ‘okumak’ üzerine. Yıllar önce üniversite öğrencileriyle yaptığı bir deneyde Ferit Edgü’nün ince bir alayla kaleme aldığı “Türk Politikacılarının Sanatla ve Kültürle Olan İlişkisi“ yazısını paylaşmış. Sonuç ne olmuş dersiniz?

Öğrenciler o ince alayı kavrayamadıkları için Edgü’nün politikacılara övgüler yağdırdığını sanmışlar. Dahası da gerçekleşmiş: Öğrencilerin çoğu politikacılarımızın gerçekten sanatla ve kültürle çok ilgili olduğuna ikna olmuşlar!

Yorum sizindir.

DİĞER YENİ YAZILAR