Kızma birader

Geçen Kamil ile karşılaştık. Eski günleri konuşurken iş geldi kızma biradere. Ben ve kardeşim Süphan, o ve kardeşi Aynur, amma oynardık ha! Komşuluk sınırlarının en sınırsız boyutuydu bu oyun. ‘Ne güzel günlerdi’ dedi Kamil. Yaşlanmış falan, kolesterol şu bu. ‘Ne güzel oyunlardı be Haluk’ dedi tekrar tekrar.

Oyun deyip geçmemek gerekiyordu. Kamil, şimdiki haliyle, yani göründüğü kadarıyla makul bir emlakçıydı, dediğine göre yolunu bulmuş yeni kentleşme projelerinden de nasiplenmişti ama ‘ah o zamanlar, ah o zamanlardı’ dilinde gezinen! ‘Yenilmeyi hiç sevmezdin be Kamil’ dedim takılarak. Öyle ya her şeyi rahat rahat itiraf ettiğine göre ben de bir şeyleri yumurtlayabilirdim! Ancak öyle olmadı. Bu noktada yüzündeki yumuşak ve derin çizgiler birden gerildi. Gözlerini ufka çevirdi, dışardaki ‘emlakçı’ yazısına doğru iğneli bir bakış fırlattı. Ve sonra dışardaki, her kimse onlar artık, canlı cansız tüm yaratıklardan intikam alırcasına döküldü. Bir sürü şey. Yok kızma birader aslında hayatmış, zaten emlakçı olmaya da o yüzden karar vermiş, aslında niyeti muhtar olmakmış, geçen seçimleri kıl payı Faruk denen zibidi bir herife kaptırmışmış... Hem kızma biraderden de çok şey öğrenmiş. Başta da pes etmemeyi. ‘İyi de Kamil’ dedim. ‘Sen oynamıyordun ki, sen bizimle savaşıyordun, yenilmeyi bilmiyordun.’

Haberin Devamı

‘Hâlâ öyleyim!’ demez mi! Ne diyeyim gülümsemem yüzümde asılı kalıverdi. Nedense o günlerdeki Kamil düştü hatırıma. Oyun dışındaki şu ezik oğlan. Ezikliğiyle insanın içini üşüten oğlan. Hep mi böyleydi sonradan mı böyle olmuştu anlaması güçtü. Ancak kızma birader onun Kamil oldu olalı en belalı yüzleşme alanıydı. Kamil o oyunla dört başı mamur ezeli bir işkenceciye dönüşür, yendikçe daha çok delirirdi. Ancak onun hepten sıyırdığı bir başka zaman daha vardı. Yenilirkenki hali! Kamil’in kızma biraderdeki yenilir hali yenilir yutulur bir şey değildi! O zamanlarda, kızma birader kızma birader olalı böyle zulüm görmemiş hale gelir, o anda uydurulmuş ve mantık ötesi (çocukluk mantığının bile ötesi) Büyük Birader Kamil kuralları devreye sokulur, Süphan ve Aynur’un çişim geldi diye kaçtıkları arenada bir başıma kalıp o saçma kurallar eşliğinde oynamaya çalışırdım. Gözlerindeki hırstan korksam da yine de devam ederdim (demek ki ben de bir bozukluk vardı). Sonra bir kural daha uydururdu Kamil, sonra bir kural daha. ‘Ama’ yenildikçe, daha çok daha çok... Sonunda her şey onun olurdu. Kendi çalıp kendi oynadığı bir oyunda insanın galip çıkması aslında mağlup olmasından bin beterdi.

Haberin Devamı

Ancak çocukluk halimle bunu ona anlatmam mümkün değildi. ‘Her şey benim olacak işte’ diye soluduğunu hatırlıyordum. ‘Bütün taşlar, bütün dönemeçler, bütün köşeler, her şey, hatta zarlar da...’ Ah evet zarlar! Zarlar konusunda da alemdi. Beğenmediği zarlar için de hemen oracıkta bir kural uydurdu. ‘Adı Kamil olan oyuncu en iyi zar gelene kadar atacaktır!’ gibi. Benim tüm bu saçmalıklara neden göz yumduğum ise dediğim gibi başka bir sorundu aslında. Galiba ona acıyordum.

Kamil’in yaşlı ve şişlerle dolu yüzündeki yorgun göz torbalarına baktım. Tüm bunları hatırlıyor muydu emin değilim. Ancak ‘hâlâ öyleyim’ derkenki bakışlarında gezinen canavar ıslığı, her şeyin hatırlanmaktan öte olduğunu ele verir cinstendi. Kamil hâlâ o kızma biraderdeki böyyük biraderdi işte. Yenildikçe vay geldi yenilenin başına dediğimiz rakip tanımaz, rakip sevmez ve aslında çoktan kendine yenilmiş postandropozlu pehlivan!

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR