Gazete Vatan Logo

MİT kaptanını arıyor...

Milliyet Gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş Ankara kulislerindeki son tartışmayı yazdı

Ankara kulisleri Emre Taner sonrası MİT müsteşarının kim olacağını tartışıyor. 42 yaşındaki Hakan Fidan, Taner sonrası MİT Müsteşarlığı için tek aday değil...
Kulislerde MİT’in başına üst düzey bir emniyet müdürü ya da kurum içinden profesyonel bir istihbaratçının da getirilebileceği konuşuluyor...

MİT Müsteşarı Emre Taner, bir yoruma göre yıl sonu, bir yoruma göre ise mayıs ayında emekli oluyor.
Ankara’da herkes, bu ayrılığın “zamansız” olduğu, ancak hükümetin artık görev süresi üst üste 4 kez uzatılan 68 yaşındaki Taner’e veda etmek dışında hukuki bir seçeneği olmadığı konusunda hemfikir.
Taner’in yerine kimin geleceği konusunda sessiz sedasız bir kulis aylar öncesinden başladı bile. Sessiz sedasız diyorum çünkü kanunen bu kararda söz sahibi olan sadece 3 merci var: Milli Güvenlik Kurumu, Başbakan ve nihai onay makamı olan Cumhurbaşkanı. Üç kurum ortak isim belirlemek durumunda.
Fakat hükümet açısından Taner’in halefini bulmak çok kolay olmadı şu zamana kadar.
Nedeni, 43 yıllık istihbaratçının, siyasetin kutuplaştığı, kurumların gerildiği bir dönemde, hem asker, hem hükümet, hem de Çankaya’nın güvenini kazanmış nadir bir “uzlaşı” figürü oluşu. Taner ayrıca, MİT’teki kariyerinin büyük bir bölümünü Kürt meselesine adadığı ve bu konuda demokrat görüşleriyle tanındığı için, Ankara’da çözüm önerilerinin tartışıldığı bir dönemde siyasilerin özel önem verdiği bir figür haline geldi. Kürt açılımı ve demokratikleşmede kilit rol oynadı; ardından askerlerin bu sürece iknasında etkisi oldu.

Değişim başladı

Taner sonrası MİT Müsteşarı’nı bekleyen en önemli görev, Soğuk Savaş mantığına göre yapılanmış kurumda yaklaşık 10 yıl önce başlayan “değişim” sürecini devam ettirmek. MİT, 83 yıllık tarihin büyük bölümünde askerler tarafından yönetildi ve ana bir gayesi, aynı Arap ülkelerindeki muhaberat gibi, “iç tehdit” adına kendi halkıyla ilgili istihbarat toplamaktı. Kapalı bir kültür oluştu. Son yıllarda profesyonel eğitim, teknolojik altyapı, üniversite mezunu dil bilen analistler ve kadın istihbaratçılarla bu değişimi zorlayan MİT, hâlâ toplumla arasındaki “lojman” duvarlarını yıkabilmiş dağil.

İşte bütün bu kaygılar arasında ANKA ajansının bu hafta yaptığı bir haber, kulislere bomba gibi düştü. ANKA, Başbakan’ın Dış Politika Danışmanı Hakan Fidan’ın isminin MİT Müsteşarlığı için geçtiğini duyurdu. Bürokrasiye 2003’te Abdullah Gül tarafından TİKA (yurtdışı yardım ve faaliyetleri koordine eden Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) Başkanlığı’na getirilerek giren Fidan, siyaset bilimi üzerine ABD’de eğitim gördükten sonra Bilkent’te doktora yapmış bir astsubay emeklisi. TİKA başkanlığı döneminde, yalnız Dışişleri Bakanı Gül değil, Ahmet Davutoğlu’yla da yakın çalışarak, Türkiye’nin Balkanlar, Uzak Doğu ve Afrika’da açılımlarına zemin hazırladı.
2007’den bu yana ise Başbakan Erdoğan’ın yakın kurmaylarından biri olarak, gerektiğinde ATA uçağını alıp Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak göreve gönderdiği isimlerden. (HAMAS’ın esir aldığı İsrailli asker Gilad Şalid’in serbest kalması için Erdoğan adına gizli diplomasi yürüten isimlerden biri olduğu sanılıyor.)
Ancak 42 yaşındaki Fidan, Taner sonrası MİT için tek aday değil.

Ankara kulislerinde MİT’e üst düzey bir emniyet müdürü ya da halihazırda MİT’te görev yapan profesyonel bir istihbaratçının da getirilebileceği konuşuluyor.
Kuşkusuz kurumun tercihi, Şenkal Atasagun döneminde başlayıp Taner’le devam eden “profesyonel istihbaratçı” döneminin devam etmesi, içerden bir müsteşar bulunması olacaktır. Avrupa ülkelerinin çoğunda da standart bu.


Kurum içinden olursa...

Taner’den sonra MİT’in başına kurum içinden birinin geçmesi seçeneğinde gözler, MİT’te müsteşardan sonra en kıdemli pozisyona sahip 3 müsteşar yardımcısına çevrilecektir.
Dün bu konuyu araştırırken karşıma ilginç bir bilgi çıktı. Taner’in 3 yardımcısından biri, ismi A.G. olarak açıklanan “İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı.” A.G., Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Ayşe Sezgin’le birlikte halihazırda en yüksek rütbeli kadın devlet memuru pozisyonunda. (Evet koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde yüzlerce bıyıklı bürokrat, ancak sadece iki kadın müsteşar yardımcısı var!)
Bundan sonrası tamamen benim hayal gücümün ürünü... İster misiniz Başbakan Erdoğan, kurumlararası uyum ya da Türkiye’nin AB yolunda bir mesaj vermek adına MİT’in başına bir kadın atasın! Olmaz olmaz demeyin, daha önce cesur kararlar aldı. İngiltere’de MI6’yı yıllarca bir kadın yönetti, bu durum da James Bond’da Judi Dench’in şahane bir üslupla oynadığı “M” karakterinin yaratılmasına neden oldu. Acaba bizde MİT’in başına bir kadın geçse, Kurtlar Vadisi gibi televizyon dizilerinde yerli M çıkar mı?

Anayasa Allah’a havale

Hatırlıyorum yine böyle sıcak bir bahar günüydü. ABD’de muhabirdim. Günün birinde New York’ta büyük bir halkla ilişkiler şirketinde yönetici olan arkadaşım Ed Herman’la laflıyordum. Konu, 2000 seçimleri sonrasında Bush ve Al Gore arasında çıkan sayım kavgasına geldi.
Ed, hem müthiş bir felsefeci, hem de gerekli gereksiz her konuyu bilen ansiklopedik insanlardan biriydi. Sohbette bir ara, Amerikan Anayasası’yla ilgili “Tanrı’nın da yardım ettiği” lafını kullandı. “Nasıl yani?” dedim alay ederek, “Anayasanızın yazılışında Tanrı’nın bir rolü olduğuna mı inanıyorsun?” Cevaba şaşa kaldım: “Evet anayasamız kurumlar arasında neredeyse mükemmel bir denge ve özgürlükler üzerine inşa edilmiş. Tabii hepimiz kurucu babaların nasıl toplandığını biliyoruz. Ama böyle bir denge fani insanların işi değil. Ben Tanrı’nın da yardım ettiğine inanıyorum.”

Güldüm geçtim. Tabii ki Amerikan Anayasası Tanrı tarafından yazılmış değil. Saçma. Ancak aradan geçen zamanda gördüm ki, Amerikalıların ciddi bir yüzdesi, 1787’de “kurucu babaların” Philadelphia’da bir odaya kapanarak günler geceler tartıştıktan sonra kaleme aldıkları metnin şu ya da bu şekilde “Tanrı yardımıyla” yazıldığına inanıyor.
Belki de bu yüzdendir Amerikalılar anayasalarına taparlar. Sağcısı, solcusu, anayasadan şikâyet edenlere pek rastlamazsınız. Kuvvetler ayrılığı, bireyin devlet karşısındaki hakları ve ifade özgürlüğünün en ideal formülünün o anayasada olduğuna inanırlar. Ve tabii yargı bağımsızlığının.

Bütün bunları, bu hafta İsmet Berkan, Radikal’de “230 yıl önce becerilenin kenarından bile geçememek” başlıklı bir yazı kalem almasaydı hatırlamayacaktım. İsmet, haklı olarak Philadelphia’da bir araya gelen John Adams, Alexander Hamilton, Thomas Jefferson, Benjamin Franklin ve George Washington’un aralarında olduğu avukat, hukukçu, general, siyasetçi ve sade vatandaşın günler boyu tartışarak uzlaştığı metne imreniyordu.

Bu toplantının bizdeki paketten farkı, zıt görüşlere yer vermesi, haftalar süren müzakereler ve toplumun değişik kesimlerinin “Ben de temsil ediliyorum o masada” duygusunu tadabilmiş olması. İşte belki de Amerikalılar bu yüzden anayasalarına saygı duyuyor, hatta Tanrı’nın elinin değdiğine inanıyor.

Gönül isterdi ki Türkiye de yeni anayasa fırsatını alelacele bir değişiklikle heba etmesin, anayasanın değişmesini isteyen farklı kesimleri bir araya getirerek herkesin içine sinen, geniş özgürlük ihtiyacını karşılayan, kurumlar arası denge gözeten bir metne imza atsın.
Meclis’teki anayasa paketi, mevcuttan daha olumlu, ama Türkiye’de herkesin ihtiyacını karşılayacak kapsamlı yepyeni bir anayasanın da önünü tıkıyor. Üstelik uzlaşma değil rakamsal iktidar mücadeleleri üzerine kurulu.
Anayasaların ruhu bu olmamalı.

Fakat hâlâ yöntem değiştirmek için çok geç değil...
Ben Philadelphia yerine Söğüt, Amerika’daki “kurucu babalar” yerine de Cemil Çiçek, Ergun Özbudun, Sabih Kanadoğlu, İbrahim Kaboğlu ve Dengir Mir Mehmet Fırat gibi geniş bir yelpaze öneriyorum.
Çok mu zor?

Haberin Devamı