TÜSİAD da hidayete erdi, tıpkı Hürrem gibi!

ODTÜ Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı Prof. Raşit Kaya:

Haberin Devamı

“TÜSİAD’ın Görüş Dergisi’nin son sayısında Ümit Boyner’in yazdığı sunuş yazısında, bu mücadelede TÜSİAD’ın artık yenilgiyi kabul etmiş görüntüsünü sezmemek mümkün değil. Boyner’in son dönemdeki tüm demeçleri, ortak bir anlayış önermesi, TÜSİAD’ın artık siyasal iktidara bir şekilde biat ettiğini gösteriyor. Yani Başbakan’ın “Taraf olmayan bertaraf olur” sözü yerini buldu. TÜSİAD da artık çaresiz kaldı hidayete erdi. Tıpkı Hürrem gibi!”

- ODTÜ’deki olaylar aslında bize neyi anlatıyor?

Türkiye’de bir sistem sorunu var. Sistemin tıkanma sorunu var. Sistem toplumdaki yapısal sorunları aşmaya yeterli destek girdilerini üretemiyor. Üretti, belli ölçüde bunlar işlevini gördü, maddi birtakım şeylerle de desteklenmeye çalışıldı ama bunların sınırı var. Üstelik bir de şöyle bir çelişik durum var burada; Türkiye’nin dünyadaki mevcut krizden etkilenmediği, krizin bize teğet geçtiği, Türkiye ekonomisinin tıkırında olduğu, büyümenin sorunlu olsa da yeterli olduğu gibi birtakım deklarasyonlar yapıldı değil mi? Bunlar, toplumda günlük yaşamlarında bunu hissetmeyenler için işe yarıyor ama tam tersi konumda olan ve bunun algısına ulaşmış insanlar için durum öyle değil. Onlar talep etmeye devam ediyor. Eğer sistemde bu türlü taleplerin maddi temelleri varsa ve o maddi temelleri üretemeseniz bile, en azından bunların ifadesine, dışavurumuna hizmet edecek, bir nevi sistemde biriken gazı dışarıya çıkartabilecek olanaklar sağlamazsanız, o zaman sistem kendi içinde çok ciddi sorunlarla boğuşur. Hatta toplumsal patlama dediğimiz şeylerin mekanizması da budur. Şimdi Türkiye’de böyle bir oluşuma doğru mu yol alınıyor diye düşünmek lazım. Çünkü görüyoruz ki insanlar bir şeyler talep ettikçe bastırılıyor.

- Mesela, hangi talepleri?

Şu sırada tartışılan temel konu emeklilerin durumu, asgari ücretin ne olacağı... Ama bunlar tartışılacağına sistemde bunların dışında gündem değiştirme diye nitelediğimiz şeyler oluyor.

- Muhteşem Yüzyıl gibi mi?

Evet. O tip sorunlar dile getiriliyor. Ama öte yandan herhangi bir hak talebinde bulunan birisi, tepkisini ortaya koyan bir öğrenci orantısız güçle karşılaşabiliyor ODTÜ’de olduğu gibi. İçişleri Bakanı bile bunu itiraf etmek zorunda kaldı, düşünebiliyor musunuz? İşte bir ülkede böyle çok basit bir olayda bile hemen şiddete başvurulması bu sistemin tıkandığını gösteriyor. Daha dün gazetelerde ve televizyonlarda vardı. Bir basket maçında polisler genç bir astım hastasını copluyordu. İşte bütün bunlar toplumda tepkiyi artırıyor... Eğer sistem kendisine destek üretecek kapasiteyi yitirirse bunun iki yolu vardır. Biri sistemden talepte bulunanların yolunu tıkamak, onların herhangi bir şekilde hak taleplerini sisteme iletmelerini sağlayacak, kamuoyuna mal edebilecek, destek sağlayabilecek kanallara ulaşmalarına engel olmak. Bu, kısaca daha basit anlatımıyla sistemin otoriterleşmesi demektir. Mevcut hak arama yollarının kısıtlanmasıdır. Bu iki türlü olur. Biri maddi olarak mevzuatta sürekli değişiklikler yaparak, bunu güçleştirerek... İkincisi de uygulamada sert bastırma tepkileri oluşturarak. Şu sıralar Türkiye’de gözlemlediğimiz bunların her ikisinin de yapılmakta olduğu.

TÜSİAD da hidayete erdi, tıpkı Hürrem gibi


- Peki ne yapmak gerekiyor?

Ben ODTÜ’deki konuşmamda da söyledim; demokrasi isteniyorsa, demokrasi, ortak bir payda olarak kabul ediliyorsa, o zaman demokrasinin içinde önce farklı düşünmeye, sonra o düşündüğünü farklı ifade etmeye yönelik bütün kanallar açık tutulmalıdır. Tepki insanın temel bir yetisidir. Her insan her şey için tepki gösterir. Hapşırmak bile insansal bir tepkidir. Toplumsal olaylar karşısında da insanların tepkileri vardır. Önemli olan o toplumsal tepkileri akılcı, demokratik bir talep biçiminde formüle ederek gösterebilmektir. Bunu göstermeyen bir toplum kendi doğal yaşam alanını terk edip, başkalarına bırakıyor demektir. Onun için demokratik yaşama alanını korumak onur sorunudur. Onurlu bir yaşam insan için vazgeçilmezdir. Dolayısıyla tepki gösterin. Ama tepkinizi demokratik, şiddetten uzak ve akıl yoluyla gösterin. Ben onu anlattım...

Köprü ihalesini Ülker ve Koç’un alması kutuplaşmada bir mola sinyali olabilir!

- Sistem tıkanabilir dediniz...

Evet. Sistem yapısal sorunlara çözüm üretme kapasitesinden yoksun. Buna karşılık sistemden nemalananlar ise kendi konumlarından herhangi bir şekilde taviz verme çabasında değiller.

- Sistemden nemalananlar kimler?

Öncelikle, maddi olarak ölçüsüz bir şekilde rant sağlayanlar... Çok ciddi bir mücadeleye tanık olduk, oluyoruz. Bu sermaye kesiminin kendi içinde başat konuma geçebilmek için yapılan kavgaları izliyoruz. Metaforik olarak birbirinin gözünü oymaya hazır, iki kutup haline gelen muhafazakâr sermaye ve TÜSİAD arasında büyük bir mücadele var... Bir yanda Anadolu kaplanları, yeşil sermaye, MÜSİAD var, diğer yanda TÜSİAD... Bunun güzel göstergelerini Başbakan’ın her konuşmasında rahatlıkla bulmak mümkün. Mesela MÜSİAD’ın genel kuruluna gidiyor. Açıkça onlara destek veriyor. Ama bu arada şimdiye kadar büyük sermayenin tek temsilcisi olan TÜSİAD’ı en hafif tabiriyle sürekli eleştiriyor. Konya’da Şeb-i Arus törenlerinde iş adamlarıyla yaptığı konuşmada ne dedi Başbakan? “Sizler çok çektiniz” dedi. Kimlerden çektiler? TÜSİAD’çılardan... TÜSİAD’ın Görüş Dergisi’nin son sayısında Murat Belge’nin de, öğrencim olan Fuat Keyman’ın da yazıları var. Orada “Burjuva nedir?” diye tartışırken, Ümit Boyner’in küçük sunuş yazısında, sermayenin kendi içindeki o mücadelesinde TÜSİAD’ın birazcık artık yenilgiyi kabul etmiş bir görüntüsünü sezmemek mümkün değil.

- Ümit Boyner, o yazıda sermaye çevrelerinin asıl ayırt edici özelliğinin ‘yeşil sermaye-İstanbul sermayesi’ değil, kayıt içi-kayıt dışı sermaye olması gerektiğini söylemişti...

Evet. Ümit Boyner’in son dönemdeki tüm demeçleri, ortak bir anlayış önermesi, TÜSİAD’ın artık siyasal iktidara bir şekilde biat etmeye yaklaştığını, biat ettiğini gösteriyor.

- Yani Başbakan’ın TÜSİAD Başkanı’na “Taraf olmayan bertaraf olur” sözü yerini buldu mu?

Buldu denilebilir.

- O zaman TÜSİAD da teslim bayrağını çekti?

Öyle demeyelim... Ama TÜSİAD da çaresiz kaldı hidayete erdi diyebiliriz. Tıpkı Muhteşem Yüzyıl’daki Hürrem’in kapanıp namaz kılması gibi! İşte son köprü ve otoyollar ihalesini Ülker Grubu ve Malezyalı bir ortakla birlikte Koç’un alması çok şey anlatıyor.

- Burada Ülker Grubu’na ve Malezyalı ortağa mı dikkat çekmek istiyorsunuz? Yoksa Koç’a mı?

Bu üçlü konsorsiyumda Ülker’in bulunması anlamlı, Malezya’nın yer alması da ayrıca dikkat çekici... Ülker ile Malezya’nın ortaklığı pek yadırganmayacak bir şey. Ama aynı ortaklığın içinde Koç’un da yer alması şu sırada sistem içindeki mücadelenin biraz yumuşatılması, bir küçük mola alma gereksinimi duyduklarının bir göstergesi mi, yoksa tam tersine bu mücadelenin sertleşmesi mi bilemeyeceğim ama bu önemli bir olay.

- Sizce hangisi daha yüksek bir olasılık? Kutuplaşmanın sertleşmesi mi, yoksa kutuplaşmaya mola verilmesi mi?

Ekonomi çok kırılgan olduğu için sonuç uluslararası gelişmelere bağlı.

- Ekonomi neden kırılgan?

O kadar çok şey var ki... Reel sektör üretemiyor, cari açık artık saklanamıyor, kitlelerin talepleri karşılanamıyor, yeni vergiler ve zamlardan söz ediliyor. Dolayısıyla ekonominin kırılgan olduğu çok açık.

Sistem patlayabilir

Sistem otoriterleşiyor dediniz...


Evet. Sistemden talep olarak elde edilebilecek şeyleri elde edebilmenin meşru yolları tıkanmaya başladı. Böyle olduğu için de sisteme iletilemeyen talepler sistemi zorlayacak şekilde birikmeye başladı. Sistem bunu aşmak için, kendisine başka ideolojik destekler bulmaya çalışıyor. Maddi temelde kapasitesi içinde görmediği şeyleri unutturabilecek şeyleri üretmeye çalışıyor. Bunun için Muhteşem Yüzyıl’la gündem saptırıyor... Toplumdaki dinsel birtakım taleplere, hassasiyetlere hitap eden eğitim sistemi getiriyor. 4+4+4 gibi... Çamlıca’ya cami yapalım diyor... Sistem çözemediği daha önemli talepler konusunda, toplumda “Başka şeyler talep etmelisiniz” gibi bir algı oluşturarak, kendisine baskı yapılmasını engellemeye çalışıyor. Bu da otoriterleşmeyi beraberinde getiriyor ve hak arama yolları tıkanıyor... Onları tıkamak için de yasaklar, engeller getiriliyor... Otoriterleşme karşımıza çıktıkça, sisteme yönelik birtakım yasal talepler ertelenmeye başlıyor. Ama ertelenmeye başladığı zaman sistemde sorunların birikmesi sistemi patlatma durumuna getirebilir. Türkiye’deki esas endişe bu. Mevcut sorunları düşündüğümüzde...

Neler o mevcut sorunlar?

En başta Kürt sorunu... Sistem buna bir çözüm üretemiyor. Ama daha yapısal bir sorun olarak başından itibaren sistem demokratikleşme yönündeki adımlara tahammülü olmadığını gösterdi. Türkiye’de demokratikleşme yönünde söylem olarak herkes bu yönde iradesi olduğunu söylüyor ama atılmış hiçbir somut adım görünmüyor. Avrupa Birliği’nin zorlamaları dışında... Tabii bir de ekonomik sorunlar var. Emeklinin, işçinin, sabit gelirlinin, emekçinin ulusal hasıladan aldığı pay azalıyor. Belli konjonktürel durumlarda refahları artmış gibi olabilir ama kronik bir sorun olarak Türkiye’de pasta büyüse bile, o büyüyen pastadan orantılı olarak eşit pay alamama durumları var. Bu sadece Türkiye’ye özgü değil. Ama Türkiye’de bu kronik bir durum halini aldı ve demokratikleşme önündeki talepler de yerine getirilemediği için de bunu ifade etmenin yolları hep kapalı tutuldu. İşte onun içindir ki geleneksel, merkez sağ diye nitelendirilen partiler kaybolma noktasına geldiler. Ve AKP varlığını bu duruma borçlu olarak çıktı. Çünkü AKP ekonomi politikası çerçevesinde bu yönde çıkar sahiplerine büyük güvenceler vererek işin içine girdi...

Nasıl?

Şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim; 2007 seçimlerinde bu büyük iş çevreleri AKP’yi belirli bir rezervle desteklediler. Ama sonuçta AKP’yi desteklediler.

Nedir o belli rezerv?

Bana göre onların yaptıkları hesap şuydu; AKP iktidara gelecekti, ancak dar bir marjla iktidara gelecekti. Böylelikle, istedikleri rotadan ayrıldığı takdirde, çok rahatlıkla bölünme tehdidine maruz kalacaktı. Böylelikle de ilk geldiği dönemdeki gibi, yani iktidar, muktedir olamama dönemlerindeki gibi gayet uysal bir şekilde siyasetini sürdürecekti. Bu beklentileri vardı. Ama bu beklentiler, seçim sisteminin de özellikleri nedeniyle çıkmadı. AKP içinden belli bir kesim koparılsa bile, AKP siyasal iktidarı tek başına elde tutacak bir konumda çıktı 2007 seçimlerinden.

Koparılmayla neyi kastediyorsunuz? O dönemde bir tek Abdüllatif Şener ayrılmıştı AKP’den...

Koparılma demiyeyim de, bazı milletvekillerinin kopabilecekleri umudu vardı. Eğer marj dar olsaydı, yani 25 milletvekilinin ayrılmasıyla 276’nın altına düşülecek bir durum olsaydı... Ama çok yüksek, 300’lü rakamlar çıktı. Tabii, böyle bir ortamda siyasetin de özerkleşmesi çerçevesinde, AKP bir yandan cumhurbaşkanlığı makamını da kendisine mal ettikten sonra kendisini çok daha rahat hissetmeye başladı. O rahatlıkla da otoriterleşmeye başladı.

-BİTTİ-

DİĞER YENİ YAZILAR