AK Parti iktidarda olduğu için muhafazakârlaşmıyoruz muhafazakârlaştığımız için AK Parti iktidarda!

Haberin Devamı

Ertuğrul Özkök, Adil Gür ve Mehmet Tezkan’ın, ‘İktidar muhafazakâr olduğu için toplumun bazı kesimleri çıkarları için muhafazakârmış gibi yapıyor’ saptamasına karşı çıkıyor ‘Türkiye’de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din’ araştırmasının yöneticisi Prof. Hakan Yılmaz. “Ben bu tür beyan ve söz düzeyinde kalan, içeriği boş bir kabuk muhfazakârlık olduğunu düşünmüyorum. Muhafazakâr toplum değişiyor” diyor ve önemli bir saptama yapıyor: “Bu duygusal bir dönüşüm. AK Parti iktidarda diye bu süreç yaşanmıyor. Bu süreç yaşandığı için AK Parti iktidarda!”

Geçen hafta yaptığım söyleşide çok önemli bir saptamada bulunmuştu A&G Araştırma’nın sahibi Adil Gür: “Maalesef bu ülkede iktidarın nimetlerinden faydalanmak isteyen ya da faydalanan ama gusül abdesti nedir bilmeyen muhafazakârlar türedi. O yüzden muhafazakârlık artıyor tartışmaları yapılıyor ya, boşuna!..”

Ardından Ertuğrul Özkök bu mealda bir yazı kaleme aldı: “Bu ülkede muhafazakârlığın geleceği yok. Türkiye muhafazakârlaşmıyor, muhafazakârlaşmış gibi yapıyor. Peki o zaman bugün yaşadıklarımız nedir? Söyleyeyim, beyanat muhafazakârlığıdır!”

Birden tartışma alevlendi... Bu kez Mehmet Tezkan bu saptamalara itiraz etti; “Tabii ki ilk başlarda muhafazakârmış gibi yapanlar oldu... Mahallede kalabilmek için, işinde tutunabilmek için... Ama ‘mış’ gibi yapıp yaşamı idare etmenin süresi uzayınca, mesele ‘mış gibi yapmak’tan çıktı... İçselleştirildi... Bunun dinle, dindarlıkla ilgisi yok.. Herkesin dindarlığı kendinedir... Bu sebeple muhafazakârlıkla dindarlığı ayrı tutuyorum... Bizdeki muhafazakârlık mahalleye ayar çekmek demek!..”

Bir önemli saptama daha yaptı ardından; “Gelelim bu sürecin geleceği olup olmadığına... Gelecekten kasıt; 10 yıl, 15 yıl, 20 yıl sonrasıysa ‘muhafazakâr iklim kalıcıdır’ derim. Çünkü; Müslüman toplumlarda o iklimi yerleştirmek kolaydır. Yerleştikten sonra değiştirmek zordur.“

Sosyete kebapçısının kararı

Ardından uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan İngiliz gazeteci Andrew Finkel’in Herald Tribune gazetesindeki ilginç bir gözlemini aktardı Ertuğrul Özkök köşesinde.

Çeşitli defalar gittiği bir kebapçıya rezervasyon için telefon etmiş Finkel. Telefona çıkan kişi, “Size bir bilgi vereyim. Artık restoranda alkollü içecek servisi yapmıyoruz” demiş. ‘Sosyete kebapçısı’ olarak bilinen restoranlardan biriymiş. Finkel, o anki hissiyatını “Şok geçirdim” diye anlatıyor. “Türkiye’nin laik ve İslamcı elitler olarak ikiye bölündüğünü biliyordum. Demek ki bu kutuplaşma yemek masasına kadar yayılmış” diyor.

Kısa bir süre sonra restoranın sahibiyle karşılaşmış. O, bu konuda kendisine herhangi bir baskı yapılmadığını, kararın tamamıyla ticari olduğunu söylemiş. Çok büyük bir yatırım yaptığını, şehrin o kesiminde insanların alkollü içecek servisi yapan restoranlarına gelmediğini ve bu kararı almak zorunda kaldıklarını söylemiş. Finkel, “Tabii ki bu açıklama beni daha iyi hissettirmedi. Yan masadaki insanların benim adıma da seçim yapmalarını istemiyorum” diyor bu yazısında...

Ya kıyılar da Erdoğan’a oy verirse?

Tartışma örneklerle, yorumlarla yayıldı kısa sürede. Bu kez karşı cenahtan Ahmet Taşgetiren girdi konuya... Bugün gazetesindeki yazısında, hem Özkök’ü eleştirdi hem de bazı sorular sordu:

“Özkök’ün yazısı ilginç iki ruh halini sunuyor bizlere. Bir, muhafazakârlaşma sebebiyle memleketi terk etmeyi bile kafasına koyanların ruh hali, iki, onları bu duygudan kurtarmak için ‘muhafazakârlığın geleceği yok’ tesellisini sunanların ruh hali. Özkök’ün temsil ettiği ikinci grup, yani ‘Korkmayın’ diyenler bile, ‘otoriter muhafazakâr’lıkla, namaz kılanın, oruç tutanın, başını örtenin çoğalması arasında paralellik kuruyor ve teselliyi ‘İnanmayın, namaz kılanların, oruç tutanların, başını örtenlerin çoğalması iddiası boş’ demeye getiriyor. Yani şayet namaz kılanlar çoğalıyor olursa, ortada memleketi terk etmeye değer bir durum olmuş olacak. Hele başörtüsü takanlar çoğalırsa maazallah...

Peki ya kıyılar da Erdoğan’ın hizmetini talep eder hale gelir de, oylarını ona verirse? Ya Tayyip Erdoğan 10 yıl daha memleketi yönetecek olursa? Ya namaz kılanlar daha da çoğalırsa? Ya yaz kurslarında Kur’an öğrenen çocuklar, annelerine babalarına namazlı bir Müslümanlığı intikal ettirirlerse? Ya bugüne kadar yasaklar sebebiyle başını örtmeyenler örtmeye başlarsa? Yandı gülüm keten helva o zaman...”

Muhafazakâr toplum değişiyor!

İki tarafın tezleri arasında kafam iyice karıştı. Biliyorum ki sadece benim değil, pek çok kişinin kafası çok karışık. Bu sebeple Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Yılmaz’la bir söyleşi yapmaya karar verdim. Kararımın sebebi, iki ay önce sonuçları yayımlanan ‘Türkiye’de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din’ başlıklı araştırmaydı. Bu araştırmada ‘muhafazakârlar ılımlılaşıyor’ sonucu çıkıyordu.

Adil Gür’ün ve Ertuğrul Özkök’ün tespitleri doğru mu, yoksa Mehmet Tezkan mı haklı? Ahmet Taşgetiren’in sorularının bir karşılığı var mı? Hepsini sordum Yılmaz’a...

Dindar muhafazakârlıkta ciddi bir yükseliş yaşandığını düşünüyor Yılmaz, ancak bu yükselişin içinde değişimi, modernleşmeyi, melezleşmeyi de barındırdığına vurgu yapıyor; “Ben Türkiye’de bu tür bir kabuk muhafazakârlık olduğunu, yani beyan ve söz düzeyinde kalan içeriği boş bir muhafazakârlık olduğunu zannetmiyorum. Muhafazakâr toplum da değişiyor. Bu duygusal bir dönüşüm. Ve AK Parti iktidarda diye bu süreç yaşanmıyor. Bu süreç yaşandığı için AK Parti iktidarda... Ancak muhfazakârlık yayılacak, yayılacak ve herkesi kaplayacak diye bir durum da olmayacak. İzmir’de muhafazakâr ideolojinin yeniden icat edilme olasılığı çok düşük.”

Normal şartlar altında, yani savaş, iç savaş, yıkım gibi büyük travmalar yaşanmazsa ve ekonomik büyüme sürerse, Yılmaz’a göre muhafazakârlığın bugünkü hali ve ifade biçimleri çok değişecek. “Ben aşırı bir muhafazakârlaşma olacağını hiç zannetmiyorum” diyor son söz olarak.
AK Parti iktidarda olduğu için muhafazakârlaşmıyoruz muhafazakârlaştığımız için AK Parti iktidarda
Türkiye muhafazakârlaşıyor mu, yoksa muhafazakârlaşmış gibi mi yapıyor hocam?

Şu anda inanılmaz demografik dönüşümler yaşanıyor Türkiye’de. Yeni kentliler oluşuyor İstanbul’un etrafında. TOKİ’nin yaptığı konutlara bakın, sayılarını bilmiyorum ama yüz binlerce olduğunu tahmin ediyorum. İnsanlar araba kullanmayı, alışveriş merkezlerini keşfediyor. Yeni evlilik kalıpları oluşuyor. Az çocuklu küçük ailelere doğru gidiyoruz... Ve eskiden dindar, mutaassıp olup, daha kapalı hayatlar yaşayan, dışarı çıkmaktan korkan, kadın sesi duymaktan ürken, televizyon seyretmek bile istemeyen kesimler bugün artık muhafazakârlaşıyorlar. Bu aradaki geçiş çok önemli. Mutaassıplık taşraya ait bir değerdir. “Evimde oturayım, içime kapanıp yaşayayım, değerlerimi kimse tehdit etmesin, ötekiyle hiç bakışmayayım, bir araya bile gelmeyeyim” şeklinde daha feodal bir tutumdur. Muhafazakârlık ise kentli, modern bir tutumdur. Ötekiyle bir arada yaşadığınız ortamlarda, elinizdeki değerler sürekli bir meydan okumayla tehdit edildiği zaman, “Ne yapacağım?” sorusuna verdiğiniz yanıttır.

- Nasıl, açar mısınız biraz?

Şimdi Türkiye’de belki de en önemli dönüşüm şu; mutaassıplık çok azaldı Türkiye’de. Yani hâlâ var ama siyaseten önemini kaybetti ve toplumsal olarak da çok önemli bir yerde değil. Belli bölgelere ve belli yaş gruplarına sıkışmış bir biçimde var. Mesela Erzurum’da var... Muhafazakârlık ise bizim yeni yeni keşfettiğimiz bir değer haline gelmeye başladı. İslami değerlere sahip olup kentsel hayata adım atan, siyasetin merkezine taşınan, Batı’yla didişmeye başlayan, Ortadoğu’ya açılmaya çalışan geniş kesimler şu soruyla karşı karşıyalar; “Biz ötekiyle sürekli bir karşılaşma halindeyiz ama bizim de belli değerlerimiz var. Ne yapacağız şimdi biz?” Bu soruya sokaktaki insan da, bu işlerin en tepesinde olan siyasetçi de, gazeteci de, herkes bir yanıt arayışı içerisinde. Bu çok samimi bir arayış bence. Çünkü çok karmaşık sorular bunlar. Kutsal olanla gündelik olanı nasıl harmanlayacağız birbirine? Tanrı’nın bizden istedikleri var, bir de dünyanın bizden istedikleri var. Bunlar nasıl bağdaştırılacaklar? Bunlar tarihte hiçbir toplumun cevabını kolay bulduğu sorular değildir ve bazen çok çatışmalara yol açmıştır. Dolayısıyla Türkiye tam da işte bu tür soruların gündeme geldiği bir dönemden geçiyor, değişiyor.

Mutaassıplar muhafazakârlaşıyor

- Nasıl bir değişim bu? Nereye doğru?

Eskinin, evinde oturan, dışarı çıkmayan, ötekiyle karşılaşmaktan korkan ve ancak kendi toplumunun içinde yaşadığı vakit kendini rahat ve korunaklı hisseden o mutaassıp ailesinden bugün kentin ortasında yaşayan, her gün kendisine benzemeyen birçok insanla ilişki kurmak zorunda kalan, televizyondan, radyodan, gazeteden, kendisininkinden farklı değerleri duyan ve kendine ait gördüğünü de, bu anlamda elden gidecek diye biraz korumak isteyen geniş kesimlerin bir entelektüel serencamıyla karşı karşıyayız. Bu duygusal bir dönüşüm. Muhafazakârlığın içinde bir şeyi korumaya çalıştığınızda ise şu oluyor ister istemez; toplumun genelinde en yaygın, en güçlü düşünce tarzı, duygusal tarz din olduğu için ya da din bunlara çok fazla şekil verdiği için, muhafazakârlık gibi yaygın bir ideoloji de genelde kendini din üzerinden ifade eder hep. Yani din her zaman bu tür düşüncelerin merkezinde yer alır. Özellikle de Türkiye’de... Bizim toplumumuz her şeyi din üzerinden, “Din buna ne derdi?” diye, dinle bir diyalog halinde düşünüyor. Türkiye’de bu anlamda dindar muhafazakârlık şu anda ciddi bir yükseliş yaşıyor. Yani henüz daha bu muhafazakârlığın belki ilk veya ikinci kuşağını yaşıyoruz. Bence ilk kuşak şu an iktidarda. Yani bu mutaassıpken muhafazakârlaşmış kesimin ilk kuşağı... Onların çocukları ise daha modern, toplumla daha fazla halleşiyorlar.

- Hâlâ muhafazakâr olacaklar mı peki onların çocukları da?

Bunu tabii tahmin etmek kolay değil ama benim gördüğüm bu muhafazakâr değerler ve özellikle kutsal olanla bu sıkı bağ çok gitmeyecektir. İnsanlar bunu içlerinde taşıyacaklardır. Ama bunun modern hayatla nasıl melezleştirileceği, harmanlaştırılacağı, nasıl ifadelerle dile getirileceği bugünkü dünyadan çok farklı olacaktır. Mesela bundan 30 yıl önce televizyona dahi karşı çıkan bir mutaassıp, dindar kesimimiz vardı. Kadın sesini duymayı günah sayan, Batı’ya, Batı’yla kurulan her türlü ilişkiye karşı çıkan, bırakın kadınların üniversiteye gitmesini, onları evde tutup bir an önce yaşları kemale erdiğinde evlendirip, klasik, geleneksel hayatlara sokmak isteyen... Oysa mutaassıp, geleneksel bir kesimden gelip bugün başları örtülü olsa bile kadınları kamusal hayata sokmaya çalışan bir noktaya geldiysek bu ciddi bir dönüşümdür. Bunu görmezden gelmek bence Türkiye’nin anahtarlarından çok önemli bir tanesini suya atmak demektir.

İzmir kolay kolay muhafazakârlaşmaz

- Sizin araştırma sonuçlarınız da sanki Ertuğrul Özkök’ün söylediklerini doğrular gibi... Mesela oruç tutanların oranı 2006’da yüzde 60.4 iken, bu oran 2012’de yüzde 53.4’e inmiş... Bu ne anlama geliyor?

İnsanlara “Muhafazakâr mısınız?” diye sorduğumuzda, beyan düzeyinde ne dindarlıkta ne muhafazakârlıkta fazla bir artma ve eksilme olmamış Türkiye’de, 2006’dan bugüne. Lâkin onun içerikleri değişmiş. Yani mesela “Dindar mısınız?” sorusuna “az”, “çok” ya da “orta seviyede dindarım” diye yanıt verenlerin oranlarında bir değişim yok ama ibadet edenlerin oranında azalmalar var. Bu çok önemli bir bulgu... Demek ki “Ben dindarım” diye beyan etme, dışa vurma, ifade etme aynı kalmakla birlikte, onun içeriğine, davranışsal karşılığına baktığınızda orada değişimler oluyor. İşte toplumsal değişim böyle bir şey. Yani “Ben çok dindarım” da diyebilirsiniz. Ama onu söylemekle birlikte ibadet konusunda 6 yıl öncekinden daha esnek düşünmeye başlarsınız...

- Bu sahtekârlık ya da samimiyetsizlik değil mi?

Bu dönüşüm, bu değişim. Kesinlikle sahtekârlık değil. Toplumsal dönüşüm böyle bir şeydir. Mesela “Ben çok milliyetçiyim” deyip, ırkçılıktan ve şovenizmden vazgeçip ülkenin ekonomik performansıyla gurur duymaya başlayabilirsiniz. Yine çok milliyetçi görüyorsunuzdur kendinizi ama onun içeriği artık başka halkları küçük görmek ya da onu ezelim, bunu asalım değildir. Mesela ürettiğimiz malların dünyadaki tanınırlığıdır milliyetçilik. Milli takımınızın başarısıdır, edebiyatçılarınızın Nobel almasıdır. Artık milliyetçiliğiniz buralara doğru kaymıştır. Mesela idam cezasının kaldırılmasını ulusal çıkarı ilerletici bir şey olarak görebilirsiniz. Çünkü bizi Avrupa Birliği’ne yaklaştıracaktır. Ülkedeki iç barışa katkıda bulunacaktır.

- Dolayısıyla milliyetçi bir açıdan da bakıp, “İdam cezası kalksın” diyebilirsiniz?

Evet. Burada bütün olay bunu diyecek ciddi grupların varlığıdır. Toplumsal dönüşüm işte bunları ortaya çıkartır. Ve hiç kimse de utanmaz 10 yıl önce başka bir şey dediğinden. Hayat böyle bir şeydir.

- Kıyılara yayılır mı peki muhafazakârlık? Yani siyaseten AK Parti iktidarını Ege’ye, İzmir’e yaydığı vakit muhafazakârlık da yayılır mı?

Ben mutaassıp ve muhafazakâr kesimdeki bu değişim sürecinin AK Parti iktidarının doğurduğu bir süreç olmadığını düşünüyorum. Yani AK Parti iktidarda diye bu süreçler yaşanmıyor Türkiye’de. Bu süreçler yaşandığı için AK Parti iktidara geliyor. Dolayısıyla Türkiye’de 1980’lerde, o Özal’cı ekonomik açılımla başlayan bir dönüşüm var ve bu dönüşümle birlikte toplumsal kesimler uyanıyor, ayağa kalkıyor, ekonomik olarak gelişiyorlar. Anadolu Kaplanları ortaya çıkıyor. Bu dönüşümün Türkiye’de coğrafi dağılımına baktığımızda, o kıyı dediğiniz yerler de kendilerince bir dönüşüm yaşıyorlar. Ege bu anlamda dindar muhafazakârların çok fazla etkileyemediği toplumsal kesimlerin, farklı moderniteler icat ettikleri bir bölge. Trakya da öyle, İstanbul’un belli kesimleri de öyle... Dolayısıyla muhafazakârlık yayılacak, yayılacak, herkesi kaplayacak gibi bir şey olmayacak.

- Ne olacak peki?

Muhafazakârlık değişecek. Toplum değiştikçe, ekonomi değiştikçe, özellikle kadınların eğitim seviyesi artıp, onlar toplumsal hayata daha çok katıldıkça, geniş ailelerden küçük ailelere geçiş tamamlandıkça demografik artış yavaşladıkça, Türkiye’de kutsal olan hep kalacak ama bu kutsal olanın ifadeleri değişecek.

- Yani herkeste şöyle bir öngörü var; “Herkes bir gün muhafazakârlaşacak. İzmir bile muhafazakârlaşacak.” Siz bunu öngörmüyor musunuz?

Ben toplumda kolay aşılamayacak birtakım hatlar ve sınırlar olduğunu görüyorum. İzmir gibi muhafazakârlığa çok prim vermeyen yerlerde muhafazakâr ideolojinin yeniden icat edilme şansı çok düşüktür. İzmir kolay kolay muhafazakârlaşmaz.

YARIN: l 4+4+4’ün muhafazakârlaşmaya etkisi olmayacak mı?

DİĞER YENİ YAZILAR