‘Bu kitabı yazarken fark ettim ki bir zamanlar çok özgürmüşüz!’

Haberin Devamı

Gazetecilik hayatının 30’uncu yılına atfettiği bir kitap yazdı Mustafa Mutlu; ‘Maraton’da Sona Doğru... Zayıf toplumsal hafızamıza belki ilaç olur diye, zor ve cesaretli bir işe kalkıştı. Eski köşe yazılarını aldı, öngörülerini bugünkü gerçeklerle kıyasladı. Bir hesaplaşma bu, hem kendisiyle hem de toplumsal hafızamızla ve gazetecilik etiğiyle... Fikri takip yapmayı unutan meslektaşlarına bir ders, son yedi yıldır yaşananları unutan veya kabullenen herkesin ise kulağına küpe! Kitaptan yazarına kalan kıssadan hisseye gelince; “Bir zamanlar çok özgürmüşüz” diyor özetle...

Toplumsal hafıza karnemiz hep kırıktır. Hem millet olarak hem de gazeteci milleti olarak bu böyledir. Bir yıl önce yazılan bir yazıdaki öngörülerin tam tersi çıkar, kimse hatırlamaz, kimse hesap sormaz! Bırakın onu, bizzat yazıyı yazan çoktan unutmuştur. Unutmadıysa bile, millet unuttuğu için unutmuş gibi yapmakta bir beis görmez. Bu rutin böyle gider. O sebepledir ki yazıyı yazan pek bir sorumluluk hissetmez!

İşte bu yüzden gazetemizin yazarı Mustafa Mutlu’nun yeni kitabı ‘Maraton’da Sona Doğru’, çok zorlu, cesur ve daha önce hiç denenmemiş bir girişim... Bir gazeteci tutuyor, yıllar önce yazdıklarını bir bir ayıklıyor, sonra o yazıların ardından fikri takip yapıp, bugünkü sonucu ortaya koyuyor. Cesaretli olmak kadar, bayağı zahmetli bir iş...

Mutlu, biraz farklı bir köşe yazarı ama... Bundan yıllar önce, ta 2005’te yazdığı yazılar bile, ki o zaman pek çok kişi tarafından, kabul etmem gerekir ki onlardan biri de bendim, sert, önyargılı, hatta acımasız bulunmuştu, ama neredeyse tam isabetle bugünkü gerçeklere işaret ediyor.

Mutlu, pek çok meslektaşımızın yaptığı gibi sadece eski yazılarını kopyala-yapıştır yapmamış kitabına, bir de bugün gelinen noktayı eklemiş. Mesela Cumhurbaşkanı Gül’ün kızı Kübra’nın binlerce davetlinin katıldığı düğününde takılan altınlarla ilgili yazısı... 2007’de bir soru sormuş bizzat Cumhurbaşkanı’na; “Düğünden sonra basınımızın bir numaralı gündem maddesi olacak bu takı konusunu bugünden çözmek ve oturduğunuz saygın koltuğun bu dedikodulardan yara almamasını sağlamak için hediye takıların tümünü bir vakfa bağışlamayı düşünmez misiniz?” Çankaya’dan cevap gelmemiş ama aileye yakın çevreler; takıların 200 bin YTL’lik bölümünün o günlerde şehit olan 13 askerimizin aileleri arasında paylaştırılacağını fısıldamış meslektaşlarımıza... Mutlu takibi hiç bırakmamış. Meseleyi unutmamış. Kitapta bağışın yapılıp yapılmadığını, ne kadar ve nereye yapıldığını açıklıyor.
‘Bu kitabı yazarken fark ettim ki bir zamanlar çok özgürmüşüz’
Bu kitap bir ilaç gibi...

Elbette öngörülerinde yanıldığı da olmuş! Meşhur Deniz Feneri soruşturması onlardan biri mesela. Umutlanmış, bu kadar kanıt varken sorumuluları gerekli cezaları alır diye düşünmüş. “Ok yaydan çıktı, Deniz Feneri çok can yakacak. Bakalım o ok kimleri vuracak?” demiş... Şimdi kitabında kendini eleştirmekten hiç de geri durmuyor; “Tamam dalga geçmeyin! Fena halde çuvallamışım. Sözünü ettiğim o ok döndü dolaştı, beni vurdu!” diyor. Bildiğiniz gibi Deniz Feneri davasından tek bir mahkumiyet kararı çıkmadı! Niyesini kitapta çok net anlatıyor Mutlu...

Bir örnek daha... Bu kez icraatın ve gündelik hayatın içinden... Mersin’in Gülnar ilçesinde görev yapan bir kadın hakimle ilgili... Yazının başlığı, ‘Türbana can feda... Rujlu hakime ise bekaret soruşturması!’ Mutlu’nun bu yazısı aslında AK Parti’nin kişisel hayata dokunmayız açıklamalarına bir yanıt gibi...

Geçmişte yazdığı her yazısına, 2012’den bakıyor ve gelişmeleri not düşüyor kitapta. Sadece iktidara yönelik eleştiriler değil bunlar. CHP eski Başkanı Deniz Baykal da var, CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da var, İshak Alaton da var... Aslına bakarsanız bu kitapta Türkiye’nin yedi yıllık serencamı var! Nereden nereye geldiğimizin bir özeti var. Ve görünen o ki pek de iyi bir yerlere gelmemişiz.

Bu kitap bir ilaç gibi... Hafıza kaybına karşı... “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” deyip kabullenmek yerine bu kitabı okuduğunuzda, unutkanlığın nelere mal olduğunu göreceksiniz!

Peki yazarına ne gibi bir hafıza tazelemesi yapmış bu kitap, onu sordum Mutlu’ya... Cevabı şu oldu; “Biz gerçekten bir zamanlar çok özgürmüşüz! Aynı yazıları bugünkü koşullarda yazamam. Kesinlikle bunu gazete yönetiminden gelecek baskı olarak söylemiyorum. Kendi süzgecimden geçiremeyeceğim için söylüyorum. ‘Ben bu yazıları bugün yazmaya cesaret edebilir miyim?’ Çok çıplak söyleyeyim, birçok yazı için ‘evet’ diyemiyorum.”

Böyle diyor, ama işte bu kitabı yazmış. O da biliyor ki, benzer köşe yazılarını sürdürecek, benzer kitaplar çıkaracak. Yani o kadar umutsuz olmaya gerek yok. Yeter ki hafızamızı tümden kaybetmeyelim!

Düzce Depremi’nde değişti!

- Ben seni üniversiteden beri, neredeyse 30 yıldır tanıyorum. Yazılarında inanılmaz bir öfke var. Niye böyle?

Aslında özel yaşamımda öfkeli değilim. Çünkü çok şükür beni öfkelendirecek bir şey yok. Ama insan özel yaşamını kendisi belirleyebiliyor. Kimlerle ilişki içinde olabileceğini seçebiliyor. Ve birlikte mutlu olduğu insanları çevresinde tutabiliyor. Ama ne yazık ki benim şu anda yaptığım iş, genel yaşamımda, gazeteci duruşumda böyle bir tavır almama engel. Sürekli seni mutlu eden insanlardan söz edemezsin. Bir gün edersin, iki gün edersin... Ben gündem yazarıyım. Bu ülkenin gündemi ne yazık ki mutluluklarla dolu değil. Hep acıyla, ayak oyunlarıyla dolu. Ve her Allah’ın günü olup biteni takip eden bir insan olarak belli bir yerde verdiğin tepki senin karakterin haline geliyor. Ben Müyesser Yıldız’ın ya da Ayşenur Arslan’ın dediği gibi medya mahallesinin delikanlı çocuğu gibi görülüyorum. Ama medya mahallesinin delikanlı çocuğu olmayı ben seçmedim. Sadece mevcut gündeme karşı duruşum, haklı olarak sıradan vatandaşların verdiği tepkileri her gün dillendiriyor oluşum, beni o yola soktu. Meslek yaşantıma nasıl başladığımı sen de biliyorsun. Uzun yıllar ekonomi gazetesi çıkardım, ekonomi sayfaları yönettim.

- Ondan öncesini de biliyorum aslında. Sen Harbiye’deki Marmara Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan ajansa yürüyerek giderdin, parasızlıktan. Bu yüzden de çok zayıftın... Aslında çoğumuz aynı durumdaydık. Parasızdık, sürekli çalışıyorduk...

Öyle... Gece çalışırdım çünkü. Sonra gece 1’de, 2’de çıkıp Cağaloğlu’ndan Beşiktaş’a yürürdüm. Galata Köprüsü o saatte açık olduğu için, Unkapanı Köprüsü üzerinden Beşiktaş’a yürürdüm. Beşiktaş’tan Üsküdar’a motorla geçip, Kuyubaşı’na gelirdim. Gece eve gidişim 3.5-4 olurdu, sonra sabah 7’de kalkıp okula giderdim. Biliyorsun, devam zorunluluğu vardı, sınıfta yoklamaları jandarma yapardı.

- Ben o dönemi yaşamadım. Siz hemen 12 Eylül sonrası okuduğunuz için böyleydi sanırım...

Doğru, ben 1980 girişliyim... O dönemler Ulusal Basın Ajansı’nda çalışıyordum. Mesleğe ilk başladığım yer orası ama maaş alamıyordum. İlk kadrolu, maaşlı çalıştığım yer Türk Haberler Ajansı’dır. Orada gece sorumlusuydum. Artık yürümüyordum!

- O zor günlerden geldiğin için sanırım zor durumda olanları çok iyi anlayabiliyor, anlatabiliyorsun...

Ben zaten tek serveti, yetiştirdiği, üniversitede okuttuğu dört evladı olan bir öğretmenin çocuğuyum. Ben neysem oyum. Yazılarımda da oyum. O yüzden de öyle yazıyorum.

- Peki köşe yazarlığına geçişin nasıl oldu?

Benim gazetecilik kariyerim 1999’da değişti. O zamanlar Star Gazetesi’nde ekonomi yöneticiliği yapıyordum. Düzce Depremi oldu, ertesi sabah kalktım, arabaya atladım, gazeteye gideceğime Düzce’ye gittim. Bütün gazeteciler oradaydı. Ama baktım akşam saat beş gibi arabasına atlayan gidiyor. “Nereye gidiyorsunuz?” dedim. “Abi çok yorulduk, Bolu’ya Koru Motel’e dinlenmeye gidiyoruz” dediler. Kentte benim dışımda tek gazeteci kalmadı. Akşam saat 5’ten sonra gördüğüm manzara şuydu; gazeteciler kentten çıkıyor ve çok enteresan bir şekilde gazetecilerin gitmesi bekleniyor gibi çevre köylerdeki, ilçelerdeki ağır yaralı insanlar kente getiriliyor. Devlet hastanesi çökmüş, bir tek röntgen cihazı var hastanede ve o da alt katta kalmış, dışarı çıkarılamıyor. Hastalar, bütün servisler dışarıda, çadırlarda... Çocukların kolları, bacakları kırık ve bir şekilde çökmüş hastaneden içeri sokulup röntgen filmi çekilmesi gerekiyor. Bir tane kahraman röntgen mütehassısı cihazın başında... Fakat aileler çocuklarını kucaklayıp içeri giremiyorlar. Çünkü büyük bir deprem korkusu yaşamışlar. Ben o gece aşağı yukarı 10 çocuğu kucakladığım gibi hastanenin altına indirdim ve röntgen filmlerini çektirdim. Başlarında durdum. Ve bu acı biraz külleninceye, yardımlar gelinceye kadar burada olmalıyım diye düşündüm... Gazeteden bir foto muhabiri de gönderdiler yanıma. Biz o kasım ayının dondurucu soğuğunda, çok zor şartlarda bir yazlık çadırda kaldık. Şu kadarını söyleyeyim; henüz seyyar tuvaletler yapılmamıştı. Hava öyle soğuktu ki, gece tuvalete kalkan çocukların çişleri havada donmuş fotoğraflarını çektik.

- Ne kadar kaldın Düzce’de?

Hemen hemen 1 ay. Her gün 4 tam sayfa röportaj yazdım. Ama hayatı, oradaki insanların dramını anlatan röportajlar. Az da olsa kimi zaman mutlulukları da anlatan... Çünkü 9 gün sonra bir çocuk çıkarıldı enkazdan mesela. Bütün bunları yaşadım. İşte o zaman şunu sorgulamaya başladım. “Ya, ben 20 senedir gazeteciyim. Ama gazeteci olduğumu ilk defa burada hissettim.” Neden ekonomi gazeteciliği yapıyorum sorusunu sordum. Çünkü o güne kadar yaptığım ekonomi gazeteciliğinin tereciye tere satmak olduğunu anladım.

- Neden?

Çünkü biz şöyle bir gazetecilik yapıyorduk; bugün hâlâ öyle ekonomi gazeteciliği yapılıyor, birtakım işadamlarından ya da bürokratlardan aldığınız bilgileri başka işadamları ve bürokratlara satıyorsunuz. Onlar zaten olanı biteni biliyor! Doğal olarak gazetecilik fonksiyonu ekonomi gazeteciliğinde birilerine para kazandırma hizmetinden öteye gidemiyor. Oysa ben mesleğe çok idealist duygularla başlamıştım. Üniversite sınavlarına girdiğim zaman Türkiye’de 5 tane gazetecilik ve halkla ilişkiler yüksek okulu vardı. Ben başka tercih yapmadım. Sadece bu beş okulu yazdım.

- Bunu bilmiyordum...

Çünkü gazeteci olmak istiyordum. Mesleğe girerken kafamdaki o gazeteciliği 20 sene sonra yakaladığımı görünce ekonomi servisi yöneticiliğini ve ekonomi köşe yazıları yazmayı bıraktım. Gündem yazmaya başladım. Star Gazetesi’nin TMSF’ye geçmesinden sonra Vatan’dan teklif aldım ve buraya geldim. Burada da doğal olarak gündem yazarı olduğum için ve gündem de ne yazık ki insanı hep sinirlendirdiği için, o senin 30 yıldır tanıdığın yumuşak, sevecen arkadaşın böyle çılgın, kavgacı bir gazeteci oldu. Ama özel yaşantımda hâlâ yumuşak biriyim.

Yazıların doğruluğu tescilli

- Kitabında yıllar önce yazdığın bazı yazıları bir araya getirerek bazı portreler çiziyorsun. Bunlar devletin çok üst kademelerindeki insanlara ait portreler. İnsan okuyunca şaşırıyor, üzülüyor, hatta utanıyor. “Yok, bu kadar da olmaz” diye düşünüyor. Ama olmuş! Sen bunca zaman sonra eski yazılarını okuduğunda ne hissettin?

Bugüne kadar Vatan’da yazdığım, gündem belirleyen yazılardan seçmeler yaptım. Bu yazıların en önemli tarafı haklarında dava açılmamış yazılar olması. Kimisi hakkında “Dava açacağız” duyumu ya da tehdidi gelmiş ama dava açılmamış. Doğal olarak doğruluğu tescillenmiş yazılar bunlar. Ben hep bu yazıların yazılıp tarihe terk edilmesinden üzüntü duyuyordum, vicdanım sızlıyordu. “Bu yazılar daha ömürlerini doldurmuş yazılar değil. Hâlâ bu sorunlar yaşanıyor ama yedi yıl önce yazılmış ve arşive gömülmüş. Bunları bir şekilde yaşatmak lazım” diyordum. Ama klasik köşe yazısı toplaması yapmak da istemiyordum. O yüzden bunları tekrar sorgulamaya karar verdim. Gerçekten, bu kitapta bir mesleki özeleştiri yapayım istedim.

- Yaptın ve ne gördün?

Biz gerçekten bir zamanlar çok özgürmüşüz! Bunu gördüm. Aynı yazıları bugünkü koşullarda yazamam. Kesinlikle bunu gazete yönetiminden gelecek baskı olarak söylemiyorum. Kendi süzgecimden geçirip geçiremeyeceğim anlamında söylüyorum. Ben bu yazıları bugün yazmaya cesaret edebilir miyim? Çok çıplak söylüyorum, birçok yazı için ‘evet’ diyemiyorum. Ne yazık ki bu, o yazıların yazıldığı tarihten bugüne kadar ülkenin ve mesleğin çok değişim geçirdiğini gösteriyor bu.

MESLEKTAŞLARI ONUN İÇİN NE DİYOR?

Medya Mahallesi’nin delikanlısı...
‘Bu kitabı yazarken fark ettim ki bir zamanlar çok özgürmüşüz’
AYŞENUR ARSLAN

Görüşlerine katılmayabilirsiniz.

Hatta katılmak ne demek, tümüyle zıt görüşlerde olabilirsiniz.

Çok kızabilirsiniz.

Ama onu okurken, dinlerken bir şeyden eminsinizdir: Mustafa Mutlu’nun kalemi satılık değildir. Doğru bildiğini yazar, söyler. Ne boynunu eğebilirsiniz ne de “ikbal” vaatleriyle aklını çelebilirsiniz.

Muhalif... Kavgacı... Romantik... Yufka yürekli... İnatçı... Soruları seven... Soru sormaktan korkmayan... Soru sormaktan bıkmayan...

O, Medya Mahallesi’nin “delikanlı”sıdır!

HIFZI TOPUZ

Aman Mustafa, sıkı dur!

Mustafa Mutlu üzün süredir köşe yazılarıyla güncel konulara duyduğumuz tepkileri dile getiriyor. Düşündüklerimi onun köşesinde bulunca, “Oh, yalnız değilmişim” diye bağırmak geliyor içimden... Mustafa’yı iletişim fakültelerinde okuyan gençlere örnek gösteriyorum. Basın ve televizyonlarda dürüst, özgür, bağımsız, yürekli, yandaş olmamış, ödün vermemiş kaç gazeteci kaldı? Tevfik Fikretleri, Nazımları, Sabahattin Alileri, Aziz Nesinleri, Uğur Mumcuları, Abdi İpekçileri anımsıyorum. İçim titriyor bir gün Mustafa’nın da kalemini kırarlar, kapıya koyarlar, sustururlar diye... Bugün özgürlüklere kurşun sıkılmıyor ama hava kurşun gibi ağır... Aman Mustafa, sıkı dur, elbet sabah olacaktır!

NECATİ DOĞRU

Özgür kalem...

Onunla aynı gazetede çalıştım. Sabah, herkesten önce gelir ve yazısını teslim edeceği saate kadar karınca disipliniyle çalışır. Mustafa Mutlu, kendisini yazıya zincirlemiş bir gazetecidir. 24 saatin her saniyesinde, tahmin ediyorum rüyalarında bile, yazısına zenginlik ve ince birikim kazandıracak bilgiler yüklemenin peşindedir.

Mustafa, yazmanın esiridir.

Esir olmayı bilerek seçer.

Yazının esiri olur; vicdanını, aklını, ruhunu, kalemini özgür kılar. Özgür kalemler satın alınamazlar!

ZÜLFÜ LİVANELİ

Aklıma Nazım gelir!

Mustafa Mutlu kardeşimi her görüşümde aklıma Nazım’ın şu dizeleri gelir:

“İnandıklarına katıksız inandı/ Sevdiklerini hilesiz sevdi.”

Kendisine hiç söylemedim bunu ama sanki büyük şair bu dizeleri Mustafa için yazmıştır.

Yani yüreği temizlikle, dürüstlükle dolu, hilesiz, olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan bir adam için...

Yazıları, romanları, onun daha güzel bir dünya, daha güzel bir Türkiye özlemini yansıtır.

Zaman zaman öfkelenir, öfkesi satırlarına vurur.

Ben de yılların daha dingin kıldığı duygularımla onu uyarmaya, sakinleştirmeye çalışırım ama bir yandan da bilirim ki bu öfke, gerçeğe duyduğu saygıdan kaynaklanmaktadır. Başka türlü davranmak elinden gelmez.

İşte böyle bir adamdır Mustafa Mutlu: İnandıklarına katıksız inanan, sevdiklerini hilesiz seven bir yurtsever...

BEKİR COŞKUN

Mustafa, benim yazarım!

Hani yazarın da yazarı vardır. Mustafa Mutlu, benim yazarım işte... Onun genç kuşağın örnek gazetecisi, yazarı olduğunu düşünüyorum... Ve işte elinizde tuttuğunuz bu kitap; uzun karanlık ve sessiz geceleri, içinde susmayan sorularla boğuşarak geçiren bir yiğit yüreğin kitabı... Bizim yazılarımızın ömrü bir günlüktür. Ama bu kitap kütüphanelerde kuşaktan kuşağa kalacak ve çok isterim; büyüyen çocuklar onlara güzel bir dünya bırakmak için çırpınan bir cesur yazarı bu kitapta tanıyacak.

MEHMET TEZKAN

Yazılarındaki adam

Yazılarında neyse, Mustafa Mutlu odur... Veya Mustafa Mutlu neyse, yazıları da odur... Birebir örtüşür... Bu özellik çok az yazarda vardır...

Yazıları köşelidir, samimidir, içtendir, dobradır, dürüsttür...

Mustafa Mutlu da aynısıdır...

Kalem oynatırken başka, sokakta başka, iş hayatında başka, ilişkilerinde başka değildir...

2006 yılına kadar tanışmamıştık... Yazılarını okurdum, yazılarından yola çıkarak beynime yer eden bir imajı vardı... Yollarımız Vatan gazetesinde kesişti... Hem köşe komşusu olduk, hem oda komşusu... Dört yıl omuz omuza, dip dibe, yan yana çalıştık...

Yazılarından tanıdığım günlerde beynimde yarattığı imaj karşımdaydı...

Beni yanıltmadı...

Yazıları gibiydi...

Açık, net, yalın...

Mütevazı, sözünü sakınmayan, haksızlığa dayanamayan, kıvırtmayan, kıvırtandan hoşlanmayan...

Yazılarındaki gibi yani...

Bu sebeple; “Tanır mısın, nasıl biridir?” diye sorana; yazılarındaki adamdır diyorum...

YARIN: Türkiye 7 yılda nasıl değişti?

DİĞER YENİ YAZILAR