Siz de sessiz kalp hastası olabilirsiniz!

Haberin Devamı

Mehmet henüz 30 yaşındaydı...

Bir telefon geldi, “Mine Ablacığım, ben Hatice, gerçi sen beni tanımazsın...” diye başladı ahizedeki ses ağlamaklı, sonra kısa bir sessizlik, yutkunurcasına... Devam etti ardından, “Ben senin çok sevdiğin arkadaşın Mehmet Çolak’ın nişanlısıydım.” Geçmiş zaman kullandığı dikkatimi çekti hemen, ama ilk aklıma gelen ayrılmış olmalarıydı. Ben böyle düşünürken, tekrar konuşmaya başladı, geçmiş zamanın en kötü anlamıydı söyledikleri; “Ne yazık ki Mehmet’i kaybettik!”

Bu sefer benden ses çıkmadı, Mehmet’in gazeteye ilk geldiği gün, her haberi heyecanla anlatması, en kötü durumda bile gülmeyi başarması, haksızlık gördü mü isyanları, samimiyeti, dürüstlüğü... Garip ama en çok da o mavi boncuk gözleri... Nihayet konuşabildim, isyan eder gibi, “Ama daha çok gençti! Ne oldu? Kaza mı?..” Ne cevap versin ki zavallı kızcağız; “Kalp krizi” dedi, yine kesik kesik anlatmaya başladı o günü.

En mutlu günlerden birine uyanmışlar, gidip nikah için tarih almışlar. Kimbilir ne planlar yaptılar gelecek için o gün. Ortak bir hayata adım atmanın heyecanıyla... Mehmet bu mutlu haberi vermek için bir de kendince organizasyon yapmış, liseli arkadaşlarıyla bir halı saha maçı ayarlamış. Maç, ardından hayırlı haber, derken gece 12’de biraz yorgun dönmüş eve. Babasıyla biraz sohbet etmiş, bir bardak su içmiş ve yatmış. Hikâye Mehmet için burada bitiyor. Zira kalp krizi uyurken gelip canını alıyor... Annesi sabah kahvaltıya çağırmış, ama ses yok! 27 Ocak gecesi öldüğünde henüz 30 yaşındaydı Mehmet...

Yeni başlayan ve rayına giren bir hayat, gazeteciliği bırakmış, yeni bir iş kurmuş ve işleri de gayet yolunda, sevdiğiyle evlenmek üzere, annesi, babası, ağabeyleri ve arkadaşlarıyla mutlu mesut... Sağlığı yerinde, öylesine yerinde ki bir kez bile hastane yüzü görmemiş. Tek doktor randevusu nikah öncesi istenen rutin sağlık kontrolü, o da ölümünden birkaç gün öncesinde yapılmış, hepsi bu kadar! O kontrollere göre her şey normal! Üstüne üstlük bir ağabeyi de doktor, kalbi hiçbir belirti vermemiş öldüğü güne kadar, aileden hiç kimsede kalp yok...

Peki ama bu dramatik hikâyenin nedeni ne? Hatice bunu beş aydır, Allah’ın her günü soruyor kendi kendine, ailesi de, birkaç gün öncesine kadar... Zira otopsi sonucu Mehmet’in ölümünden beş ay sonra çıkmış ve cevabı almışlar; iki satırlık bir yazı; “Ölüm sebebi kalp krizi... Üç kalp damarı tıkalıymış!”Durduk yerde mi? Şu son zamanlarda pek çok genci aramızdan alıp götüren halı saha maçı yüzünden mi? Neden?..

Ölüm sebebi halı saha mı?

Hatice hayatını karartan ve en sevdiğini elinden alan bu illetin peşini bırakmak niyetinde değil? Kimseden hesap sormuyor, ama kader de deyip geçmiyor... Tek bir amacı var, Mehmet’in canını alan her neyse başka birinin daha canını almadan bir çözüm bulunması. O kalp krizini tetikleyenin halı saha maçı olduğu inancında. Futbol Federasyonu’ndan Rıdvan Dilmen’e pek çok spor adamıyla görüşmüş, bir kampanya hazırlığına girişmiş. Halı sahalardaki koşulların iyileştirilmesinden doktor kontrollerine kadar...

Benim gözümün önünde hâlâ mavi gözleri Mehmet’in ve beynimi kemiren bir soru; “Peki ama ne oldu da öldü?” Mesele kalp krizi olunca, aklıma gelen ilk isim Memorial Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez olur. Hemen aradım, durumu anlatır anlatmaz koydu teşhisi; ‘Sessiz kalp hastalığı’... Sanki az rastlanır bir şey gibi geliyor kulağa değil mi? Değil! Koroner kalp hastalıklarının yüzde 20’si bu türmüş. Kimsenin üzüntüsünü azaltmaz ama hiç acı çekmemiş Mehmet, Bingür Hoca’nın dediğine göre... Bu ecele ‘tatlı ölüm’ dermiş doktorlar. Tabii 30’unda hayat dolu birini vurunca, ölümün tatlısı acısı kalmıyor! Gizlenmiş bir suikastçı gibi bekliyor bu hastalık, pek çok canı yakmaya hazır.

Bu sinsi hastalığa karşı nasıl önlem alınacağını konuştuk Bingür Hoca ile... Ama bununla sınırlı kalmadık, Ramazan’da kalbimizi yormamak için almamız gereken önlemleri de atlamadık. Ben dinlerken her tıbbi meseleyi onun açık ve anlaşılır üslubuyla anında anladım, sizin de bu röportajdan net bilgiler alacağınıza eminim. Ama bilgilenmekle kalmayın, mutlaka önerilerini de uygulayın! Sonunuz Mehmet gibi olmasın...



En mutlu günlerden birine uyanmışlar o gün, gidip nikah için tarih almışlar. Kimbilir ne planlar yaptılar gelecek için. Ortak bir hayata adım atmanın heyecanıyla... Mehmet bu mutlu haberi vermek için bir de kendince organizasyon yapmış, arkadaşlarıyla bir halı saha maçı ayarlamış. Maç, ardından hayırlı haber, derken gece 12’de yorgun dönmüş eve. Babasıyla sohbet etmiş, bir bardak su içmiş ve yatmış. Hikâye Mehmet için burada bitiyor, zira kalp krizi uyurken gelip canını alıyor, otopsinin sonucuna göre üç damarı tıkalıymış... Annesi sabah kahvaltıya çağırıyor, ama ses yok!



MESLEKTAŞIM, arkadaşım Mehmet Çolak’ın bu acı verici ani ölümünü öğrenince Memorial Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez’le bu röportajı yapmaya karar verdim. Tıpkı nişanlısı Hatice’nin de çabaladığı gibi bir başka genç insan aynı şekilde can vermesin diye... Durumu anlatır anlatmaz Bingür Hoca teşhisi koydu; ‘Sessiz kalp hastalığı!’ Bu illeti teşhis etmek güç ama imkansız değil. Yeter ki ilk 5 yaş içinde bir kalp ekosu çekilsin, ilk 20 yaşta da kan yağları, şeker ve tansiyona bakılsın. Bunlar, gelecek 20 yıldaki felaketleri önlemek için şart!



-Hocam, Mehmet evlilik için gün alıyor, akşamına arkadaşlarıyla buluşup halı sahada maç yapıyor, gece 12 gibi eve geliyor, uyuyor, bir daha uyanmıyor... Otopsi sonucuna göre üç kalp damarı tıkalıymış ve kalp krizinden ölmüş... Ailesinde kalp hastası olan yok, Mehmet hayatı boyunca doktora gitmemiş, o kadar sağlıklı... Ama bir yanlışı var, sigara içiyor... Kalp krizi hiç belirti vermeden böyle aniden gelir mi?

Gelebilir. Kalp krizinin iki çeşidi var. Kar nasıl yağar? Önce dağın tepesine, sonra dağın orta yerine, sonra en alta ovalara yağar. Ama ilk kar ovaya da yağabilir... Şanslı olan köylü hangisi? Tepeye bakar, kar yağmış görür, tedbirini alır. Bunun gibi iki çeşit kalp hastası var. Göğsüne, kravat bölgesine, çenesine, boynuna, koluna, eforla, mesela yürümekle, bazen de istirahatla ağrı, yanma ya da baskı gelen bir insan, “Acaba bir sorun mu var bende?” der ve doktora gider. Bu şanslı hastadır, çünkü ağrı onu uyarır, böylece hastalığından haber alır ve doktora gider.

İkincisi de diyelim ki eforla ağrı geldi, durur, kalbini dinlendirir. Çünkü koroner damarda problem vardır, istirahatle idare ediyordur. Efor anında daha fazla kan gitmesi gerektiği için o anda sıkıntıya giriyordur kalp, ağrı uyarıları gönderiyordur, böyle olunca durur insan, kalbini bir dinlendirir. Oysa ağrı duymayan insanda kalp problemi varsa ne oluyor? Merdivenleri hızlı hızlı çıkarken üçüncü katta kalbi sıkıntı içindedir aslında ama o hissetmez, beşinci katta düşer kalır, yaşamını yitirebilir. Halbuki ağrısı olsa durur dinlenirdi, iki kat daha çıkabilirdi. Ağrı vücudun bir koruma mekanizmasıdır. Elinizi sobanın üzerine koyarsınız yanar, ağrı duyarsınız ve hemen geri çekersiniz, böylece elinizi korursunuz. Elinizin sinirleri kesilmişse veya lepra (cüzam) ya da diyabetik nöropati, yani his bozukluğu varsa, elinizi sobaya koyarsınız, hiçbir şey hissetmezsiniz, bakarsınız ki yanmış... Acı duymadığınız için elinizi koruyamazsınız.

-Mehmet de kalbini koruyamadı yani?

Evet. Yol yürüyorsunuz, kalbiniz strese girdi, daha fazla kan istiyor ama damarlar daha fazla kan getiremiyor, bir ağrı, uyaran gönderiyor size, duruyorsunuz, rahatlatıyorsunuz kalbinizi ve tekrar yürümeye başlıyorsunuz. Eğer ağrı uyarma zinciri bozulmuşsa, bu ağrı gelmeyince, içeride sıkıntı sürse de yürümeye devam ediyorsunuz. Elinizi sobaya koymuş acı duymayan insan gibisiniz o anda. Ve ilk belirti kalp krizi, ilk kalp krizi de ölüm olabiliyor. Özellikle genç insanlarda geçirilen ilk kalp krizi de çoğunlukla ana damar hastalığı olduğu için öldürücü oluyor... Yaşlılarda genelde küçük damarları tutar hastalık, genç hastalarda ise ana damarı...

Ağrısı olan hasta şanslıdır

Neden böyle bir fark var?

Hastalığın özelliği o... Onun için genç enfarktüsleri yaşlılarınkinden çok daha tehlikelidir. Genç hastalar, tutulan damar çoğunlukla ana damar veya ana damara yakın yerde olduğu için tek enfarktüsle yaşamını yitirebilirler. Ama yaşlı hastalar, genellikle küçük damarlar tutulduğu için yaşamlarını yitirmeden birkaç kez enfarktüs geçirebilirler. Dolayısıyla arkadaşınızın geçirdiği ilk enfarktüs ölüm nedeni olmuş. Çünkü onda sessiz kalp hastalığı varmış. Otopside 3 damar hastalığı çıkmış, 30 yaşındaydı diyorsunuz... Demek ki son 3 yıldır mutlaka hastaydı. 3 yıldır fark edilmemiş, süratle gelişen hastalığı vardı.

-Hiç belirti vermemiş midir o ana kadar, onun ya da çevresinin fark edebileceği peki?

Hayır, hiç belirti vermemiş. Sessiz kalp hastalığı seyretmiş onda.

-Mehmet şansız bir kalp hastasıymış yani? Hiç ağrı duymamış...

Maalesef öyle. Ağrısı olsaydı doktora giderdi.

-O zaman hangi yaşta kalbimize baktırmalıyız?

Ailesinde kalp problemi, şeker hastalığı ve yüksek tansiyon olanlar, yani risk grubunda olanlar 30 yaşından sonra, risk grubunda olmayanlar ise 40 yaşından sonra mutlaka yılda bir efor testi, kan yağları, kan şekeri, bir de tansiyon kontrolü yaptırmalılar.

-Değerler ne ise tehlikeli?

Toplam kolesterol 200’ün altında, kötü kolesterol (LDL) 100’ün altında, iyi huylu kolesterol (HDL) 45’in üzerinde, şeker 100’ün altında, tansiyon da 12/8 sınırları içinde olacak.

- Erkek-kadın aynı mı?

Evet. Artık erkek-kadın ayrımı yapmıyoruz.

-Hocam bu konu önemli ama yarın konuşalım istiyorum... Tıpkı Mehmet gibi geçenlerde 11 yaşında bir çocuk da halı saha maçından sonra kalp krizi geçirip öldü...

Onlar genelde kalp krizi değildir, aort kapak darlığı ve ritim bozukluklarıdır. Koroner kalp hastalığı değildir yani... Onlar doğumsal kalp anomalileri olan çocuklar. Oradaki problem de şu; biraz önce kalp kontrolü kaç yaşında başlamalı diye sormuştun ya, kalp kontrolü anne karnında başlamalı.

-Nasıl?

Kalp ekosu ile... Bugün artık 3 aydan sonra anne karnındaki bebeğe her tür ultrasonografik tetkik yapılabiliyor. Böbreklerine, altı parmak olup olmadığına, kalp sistemine bakılabiliyor... Uzman bir kardiyolog tarafından kalp tetkiki yapılıyor ve eğer tedavi edilemeyecek bir doğumsal kalp hastalığı varsa, gerekirse hamileliğin sonlandırılması teklif ediliyor aileye.

-Peki ama 3 aydan sonra kürtaj yapılması ne derece doğru hocam?

Eğer bir mongol çocuk doğacaksa, kalbinde düzeltilemeyecek kadar büyük bir anomaliyle doğacaksa, bu ne o çocuk için sağlıklı ve iyi bir şey ne toplum için ne de aile için. Sadece acı bir şey...

-Çok zor bir karar...

Doğru. Çok zor bir karar aileler için. Ama yüzde 80’i felaketi görüp kabul ediyor ve gebeliği sonlandırıyor. Bu tıbbi bir gerekçe... Kalp sağlığı kontrolü anne karnında başlamalı. Doğumdan sonra ilk 5 yaş içinde mutlaka bir kalp ekosu yapılmalı, ilk 20 yaş içinde de mutlaka kan yağlarına, şekere ve tansiyona bakılmalı...

Bilgisayarlı anjiyo şart

- 5-6 yaşındaki çocuklar hep obez artık...

Onun için 15 yaşındaki çocuğun şekeri var mı, yok mu bakmak lazım. İlk 20 yıl içinde mutlaka kan şekeri, kan yağları ve tansiyon yönünden kontroller yapılmalı. Bunlar, gelecek 20 yıl içindeki felaketleri önlemek için çok gerekli. 20 yaşındaki çocukta bile kan yağları değeri binin üzerinde çıkabiliyor, yüksek tansiyon çıkabiliyor. 30-40 yaş gruplarında da her yıl bu tetkikleri yapmak gerekiyor. Bir başka önemli şey de şu; özellikle stresli işte çalışan, üst düzey yönetici olan, aile hikayesi olan, kadın erkek herkese 40 yaşından sonra bilgisayarla anjiyo yapılmasını öneriyorum. Çünkü demin söylediğim tetkikler, efor testi, tansiyon, şeker, bunlar o gün sizin kalbinizde bir şey var mı, yok mu onu gösteriyor. Ama bu hasta bir sene sonra kalp krizi geçirebilir. Bunu görmenin tek yoluysa bir bilgisayarlı anjiyo. Stresli işi olan, sorumlu pozisyonda yönetici olan herkesin, 40 yaşından sonra bir bilgisayarlı anjio yaptırması şart bence.

- Zor bir şey mi?

Çok basit. 5 dakika... Bilgisayarlı tomografi gibi, bir tünele giriyorsunuz ve çıkıyorsunuz. 15 dakika sonra raporunu verebiliyorlar. Bize önümüzdeki 10 yılı gösteren, programlayan görüntüler çıkıyor buradan.

- Bir yan etkisi yok mu peki?

Hiçbir yan etkisi yok. Tek sakıncası belli bir ilaç kullanılıyor ve elbette şua alıyorsunuz. Ama bunlar tahammül edilmeyecek riskler değil gerçekten.

- Efor testi geçmişi gösteriyor mu?

Bir kalp krizi geçirmişseniz gösterir. Ama gelecekte ne olacağını bilmiyorsunuz. Bilgisayarlı anjiyoda ise kalpte yüzde kaç darlık var, kalp adalesi nasıl, kalp kapakları nasıl, bunları bize geleceğinizi programlayacak şekilde gösterebiliyor. Bir kere yapılırsa, ikincinin ne zaman yapılacağı kararlaştırılabilir. Elde edilen sonuca göre, 1 yıl, belki 5 yıl sonra bir tane daha yapacağız diyoruz.

Koşmayın tempolu yürüyün

-Peki hocam halı saha maçlarıyla kalp krizleri arasında nasıl bir ilişki var?

Halı sahalar ortopedik travmalar yönünden birer tuzak. Normal çim sahada hafif bir esneme vardır, sakatlanma daha az olur. Halı sahada yer beton, üzerinde suni çim var. Diz ve ayak bileği yaralanmaları çok fazla oluyor. Ortopedik travmalar beklenenden çok fazla oluyor. Ayrıca şu var; belli bir yaşın üzerinde bir insan, gençliğinde futbol oynamış, çok iyi sporcuymuş, ama 10-15 yıldır muntazam spor yapmıyor, bir an aklına geliyor, “Arkadaşlarla maç yapayım” diyor. Futbol yarışmacı bir spordur. O aktivite içinde sürekli bir yarışma söz konusudur. Dolayısıyla sporcu kendini kontrol edemez. Oysa spor bir antrenman olayıdır. Hiç antrenmanı olmayan, performansı düşük olan bir insan maksimum performans kullanıp maçta kendini göstermek istiyor. Belki 2 sene sonra kalp krizi geçirecek bir hasta, fizyolojik sınırlarını zorladığı için orada kalp krizi geçirebilir. Arkadaşınızın olayı da o... Sessiz kalp krizi döneminde aslında o halı sahaya gitmeseydi, o gün spor yapmak adına, normal yürüyüş yapsaydı, hafif jogging yapsaydı, yüzseydi, bir gün göğsüne bir ağrı gelecekti, doktora gidecekti ve kurtulacaktı. Ama kendi fizyolojik sınırlarını zorlayan bir spor yaptığı için yaşamını yitirdi.

5 km’yi 45 dakikada yürüyün

-Sağlıklı olanlar için halı sahada maç yapmanın bir tehlikesi var mı peki? Yerdeki çimler doğal değil mesela, bunun bir etkisi olabilir mi?

Hayır, yok. Mehmet, Allah bilir son 1 yıl içinde hiç futbol oynamamıştı. Sevinciyle gitti. Yani antrenmanı olmayan, performansı düşük bir insan, yarışmacı bir sporda fizyolojisini maksimum zorluyor. Potansiyel olarak hastalık var ama daha belirti vermemiş. 2-3 sene sonra belirti verecek hastalık, o gün onun ölüm nedeni olabiliyor.

-Artık hep koşmayın yürüyün deniyor...

Biliyorsunuz jogging’i keşfeden Cooper, jogging yaparken öldü. Bu yüzden biz sağlıklı olup da spor yapmak isteyenlere hızlı yürüyüşü öneriyoruz. Hızlı yürüyüşün kuralı da şu; normal bir insan 5 kilometreyi 1 saatte yürür. Biz 5 kilometreyi 45 dakikada yürümeyi tavsiye ediyoruz. Bu tempoyla her gün yarım saat yürüyebilirsiniz ya da gün aşırı 1 saat.

-Nabız kaç olmalı efor sırasında?

Bir defa nabzın 100’ün üzerine çıkmasını istemiyoruz. Normal bir insan yürüyüşe başladı, nabzına baktı, 80... Eğer yürüyüşü 80’le bitirirse hiçbir işe yaramaz. En azından artı 20 olması lazım. 70 ise 90 yani... Ama 100’ün üzerine çıkmasını istemiyoruz. Çünkü kalp çok fazla oksijen talep ediyor. Ve o artık yarışmacı bir sportif aktivite haline geliyor. Yani kalp sağlığı yönünden tedavi edici, rehabilitasyon amaçlı olmuyor. Ayrıca fizyolojik sınırları zorluyor.

Filler niye uzun yaşar?

-Kalp çok fazla oksijen harcıyor dediniz...

Hangi insan çok uzun ömürlüdür? Nabzı daha yavaş olan. Şöyle söyleyeyim; fare 2-5 yıl yaşar. Kaplumbağa 200 yıl yaşar... Neden? Farenin kalbi 200-220 atar, kaplumbağanın kalbi 25-30... Filin kalbi de çok yavaş atar. 80-100 yıl yaşar. Nabzınız ne kadar yavaş atıyorsa o kadar uzun ömürlü oluyorsunuz. Bunu ilaçlarla (beta blokerler) sağladığımız gibi yogayla yapılan derin gevşeme sırasında da nabız yavaşlar. Hint felsefesinde inanılan şudur; insanın yer yüzündeki nabız sayısı bellidir, dolayısıyla nabzınız ne kadar hızlı atıyorsa o kadar kısa yaşıyorsunuz, ne kadar yavaş atıyorsa o kadar uzun yaşıyorsunuz. Şaka gibi ama doğru işte.

-Yormuyoruz çünkü kalbimizi...

Evet... Beyefendi Ağrı milletvekili... Ağrı Dağı’nda kağıttan top yapıp oynamış çocukken. Şimdi damarlarında bir stent var, 42 yaşında ve günün ortasında tenis oynuyor. Kardeşim sen çocukken tenis mi oynadın? ‘Spor kalbe iyi gelir’ diye 40-45 yaşında bir stendin varken, günün ortasında, güneşin altında tenis oynarsan, bu felaketi davet etmek olur. Sonra adam gidiyor New York’a, Central Park’ta 70 yaşındaki dedeyi koşarken görüyor. Sor bakayım önce, dede kaç yaşından beri koşuyor. 10 yaşından beri... Ama sormuyor, geliyor İstanbul’a, “Ben de koşacağım” diyor. 36 yaşında bir kardiyolog arkadaşımız böyle jogging yaparken öldü.




O gün çok gol atmıştı ama...

Yıl 2004, MediaCup’ta Vatan finalde Dünya Gazetesi’ne yenilip birinciliği kaçırmış. Takımda bizim gazetede yeni işe başlayan Mehmet de var. Üstelik bayağı da gol atmış. Gözlerindeki ışıltıdan belli zaten... Foto muhabiri arkadaşım Mert İnan bulup yolladı bu fotoğrafı. Son maçı unutulmayacak o kesin, ama bu final maçını unutmayıp onu yad edecek de çok arkadaşı var Mehmet’in. Hem bizim takımda hem de rakip takımlarda! O kadar çok seveni vardı ki...

DİĞER YENİ YAZILAR