Prof. Göle: Kurtlar Vadisi partisi kurulabilir

Prof. Nilüfer Göle: Kurtlar Vadisi partisi kurulabilir

Haberin Devamı

Ortadoğu’daki hareketler Türkiye için çok önemli bir şans. Çünkü Türkiye eğer Avrupa’yla senkronize olur, oradaki dalgaların etkisine girerse, bizde de çok yakında ırkçı milliyetçi bir siyasi hareket alternatif olarak ortaya çıkar. Kurtlar Vadisi filminin partisi gibi!

Dünkü konuşmamızın sonunda “Belki de AKP miadını doldurmuştur diyordum ama Ortadoğu’daki hareketler partiye yeni bir ivme kazandırdı” dediniz...

Evet. Çünkü AKP yapabileceği dönüşümü yaptı toplumda... Sadece siyaset açısından baktığınız vakit, neredeyse AKP üçüncü dönemine giriyor. Siyaseten güçlü olabilir ama sosyolojik zemini zayıflıyor. Bugün bence AKP kendi değiştirdiği kesimlerini, genelinde de Türkiye’yi tam temsil etmiyor. Hâlâ çok tekil bir parti. Bütün o hayat tarzıyla, eşleriyle, alışkanlıklarıyla... Türkiye’nin farklılıklarını temsil etmiyor. Bir kızın başı açık olur, ikisinin kapalı olur, ikisi başka bir şey olur. Öyle değil. Tek bir tablo veriyorlar.



AKP, kendi içinde halen homojen. Oysa Türkiye çok heterojen bir yapıya sahip. AKP’nin kendi yarattığı gençlerin, yazar-çizerlerin, kadın aydınların, seçkinlerin, işadamlarının da çok daha heterojen olduğunu düşünüyorum. AKP’nin yeni dönemde bu kesimlerle ilişkileri önemli. Ortadoğu’daki açılımlar sağlam bir zemine oturursa, bu anlamda yeni talepler, iş alanları, ilişki ağları AKP’ye yeni bir ivme katabilir. AKP gençlerini, işadamlarını, MÜSİAD çevrelerini farklı bir düzlemde devreye sokabilir...

ANAP’ta dört eğilim vardı, AK Parti ise tek eğilimli!

AKP homojen bir parti dediniz. Peki bu homojenliğin içinde ne var?


Bize bir cemaat fikrini hatırlatan daha yekpare, kendi yakınlarını kolladığı izlenimini veren bir parti var. Siyaseten AKP içinde halen homojen yapıyı tutmaya çalışan bir görünüm var. Başta bu işlerin yürümesi açısından bir avantaj sağlamış olabilir ama bugün kapalılık ayrıcalık görüntüsü veriyor. ANAP’ın 4 eğilimi gibi farklılıkların sözcülüğünü yapmıyor, AKP tek eğilimli. O anlamda Türkiye çeşitliliğini temsil etmiyor. Ama çok farklı kesimler kendisine oy verdi, destek verdi. Demokrasinin sivil temellere oturtulması için birçok demokrat aydının desteğini aldı. Bu da unutulmamalı.

Peki ya endişeli modernlerin bugünkü tavrı, durumu?

Laik kesimin temsilcileri, cumhuriyet seçkinlerinin devamı uzun zamandır alternatif bir siyaset çıkaramadı. Şimdi Kılıçdaroğlu ile yaşanan değişimlerle birlikte bir ümit var. Ama bugün partisi siyasi alternatif olmayan, şu ana kadar da toplumda iktidar olmuş bir kesimden bahsediyoruz.

O kesim kendini tehdit altında hissediyor. Alternatifsiz kalmak insanlara korku veriyor ister istemez. Türkiye’nin böyle bir ikilemi var. Kimileri, ilk defa “faili meçhul cinayetlerin” biteceğini, aydın olarak ölüm listelerinde yer almayacaklarını, derin devletin hedefi olmayacağını düşünerek ümitleniyor. Kimileri ise hiçbir iktidar döneminde bu kadar korkmadıklarını, gözaltında tutulmadıklarını söylüyor. Bu ciddi bir kutuplaşma ve algı farkılılığı. Bu ikilemi aşmadan da sulh ortamını yaratmak zor.

Bugün yaşanan laik-Müslüman çatışması değil, sınıf çatışması!

Başkanlık sistemi tartışmaları başlayınca Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan arasındaki denge biraz bozulur gibi oldu... Sizce Türkiye’de başkanlık sistemi uygulanabilir mi?


Türkiye’de soğukkanlı bir Cumhurbaşkanı ve daha sıcakkanlı bir Başbakan var. Bu ikili şimdiye kadar bir dengede götürdü ülkeyi. Ben parlamenter bir gelenek oluştuğunu düşünüyorum Türkiye’de. Kurumlarda gelenek oluşturmanın ne kadar zor olduğunu biliyoruz, ben parlamenter gelenekten yanayım. Başkanlık sisteminin iktidarları aşırı kişiselleştireceğinden korkarım. Ben parlamentonun gücüne inanıyorum. Bakın Irak tezkeresinin çıkmadığı yer parlamento. Demek ki parlamentonun görülmeyen bir işlevi var. O görülmeyen güce inanıyorum ben. Bu kadar görünürlük, bu kadar iktidarların kişiselleşmesi iyi değildir.

Siyaset Bilimci Prof. İlter Turan, “Arıza yoksa niye tamir etmeye kalkışalım” demişti...

Kesinlikle öyle. Parlamenter sistemi bu yapbozlardan korumalıyız. Bazı kararların parlamentoda alınabilmesi çok önemli.

Türkiye’de laik-Müslüman çatışması bitti mi?

Evet. Türkiye artık laik-Müslüman çatışmasını geride bıraktı. Ben o çatışmanın bittiğine inanıyorum.

Peki, yeni çatışma alanı ne? Siz önceden koklayabiliyorsunuz, neyi öngörüyorsunuz?

Ama şimdi Avrupa’ya döndüm burnumu daha çok. Bütün antenlerim Avrupa’da ve Türkiye’yi Avrupa’dan gözlüyorum ve dediğim gibi Avrupa’nın içinde Türkiye ödevini yapmayan değil, Ortadoğu’ya model olan bir Türkiye... Halbuki Avrupalılaşma süreci içinde söylenilen neydi? “Türkiye hiçbir zaman Arap ülkelerine model olamaz. Çünkü Araplar Türkleri sevmez. Türklerin de Osmanlı’dan beri Araplarla yıldızı barışmaz!” Şimdi Türkiye buralardan yükseliyor. Onun için Ortadoğu’daki tartışmaların Türkiye’deki siyasi tartışmaları da değiştireceğini düşünüyorum. Ortadoğu’nun dalgalarını sırtında hisseden Türkiye demokrasiye daha da çok ağırlık verecek, daha da demokrat olacak diye düşünüyorum...

AKP mi daha demokrat olacak?

Türkiye. AKP’si, CHP’si, hepsi... Bir tek AKP değil.

AKP’nin ortaya çıkarttığı Müslüman kesim melezleşti

Peki, laik-Müslüman çatışmanın bitmesinde AKP’nin kendini dönüştürmesi mi etkili oldu?

AKP kendi seçkinlerini çıkarttı... O gördüğünüz seçkinlerin ise hepsi melez. AKP kendi belki yeterince melez olmasa da ortaya çıkarttığı Müslüman kesim daha da melezleşti. Daha da modern oldu. Artık neredeyse İslamcılıktan da çıktı. Bugün İslamcı kavramını kim kullanıyor? Biraz daha İslami damgası olanlar. Yoksa AKP’liler için ‘İslamcı hareket’ tanımı çok kaba kalıyor. Yumuşattık artık. ‘Müslümanlar’ deniliyor. Onların da içinde o kadar çok çeşitli tiplemeler var ki... Örtünüş biçimi bile bugün tek, yekpare olmaktan çıktı. Daha doğrusu orada bile modaya, iletişim alanlarına girdiler... Artık çok önemli bir dönüşüm var. Ayrıca laik kesim içinde de bunu kabullenen bir sürü insan var.

Kitapta “AKP’liler bir lokma bir hırka demediler” diyorsunuz...

Evet, onlar da zenginleşiyor. Herkes ‘Nasıl daha fazla pay alırız?’ diye bakıyor doğrusu. Mesela dünyada krizle birlikte, gösterişçi tüketimin, üretmeden aç gözlü kâr arzularının, emeksiz başarı, bir günlük şöhret arayışlarının dizginleneceğini bekledik, ama olmadı. Türkiye’de de olmadı. Hele bunu İslam ile birleştirmek hiç mümkün değil. Bugün İslam’ı dönüştüren, daha çok kalkındıran, tabii kendi de zenginleşen ve iktidar olan bir parti AKP. Yani kapitalist düzenin mazlumları olmaktan çoktan çıktılar...

AKP mazlum olmaktan çıktı diyorsunuz...

Evet. Müslümanlar artık mazlum değiller, onlar iktidarlar ve prestij sahibiler.

Peki yeni mazlumlar kimler?

Ayrıcalıkları, prestiji elinde tutamayanlar kendini mazlum ilan ediyor.

Siz bütün bu gelişmelerden sonra Türkiye zorunlu olarak daha demokrat olacak diyorsunuz. O zaman AKP’nin ödevi de bu olacak?

Türkiye’nin genelinde çıtasını yükseltmesi lazım. Daha yakın bir zamana kadar Avrupa üyeliği serüveni Türkiye için iyi bir kaldıraç oldu. Hukuk reformları, ticaret, sanat açısından... Bugün de Ortadoğu’dan yükselen demokrasi dalgalarının Türkiye’nin kendi demokrasi çıtasını yükseltmeye zorlayacağını düşünüyorum. Yani Türkiye sadece Ortadoğu’ya örnek olmuyor, o ülkelerin sıcak tarihe girmesiyle, Türkiye’yi örnek almasıyla birlikte, yeni bir bahsin içinde buluyor kendini. Hatta diyebilirim ki bu hareketler Türkiye için çok önemli bir şans. Çünkü eğer Avrupa’yla senkronize olur, ordaki dalgaların etkisine girerse, bizde de çok yakında ırkçı milliyetçi bir siyasi hareket alternatif olarak ortaya çıkar. Yani Kurtlar Vadisi filminin partisi gibi!

Öyle bir ihtimal kuvvetli bir ihtimal midir?

Türkiye, Avrupa dinamiğinin de içinde ama Ortadoğu dinamiklerinin de içinde... İşin ilginç tarafı, tarihin bazen böyle şaşırtmaları var, şu anda Ortadoğu’dan gelen dinamikler Türkiye’nin lehine... Avrupa ülkelerinden gelen dinamikler ise lehine değil. Bir yer değiştirme söz konusu.

Peki sizce gidişat ne olur?

Bence Ortadoğu dinamiklerinin etkisinde daha demokrasiye gitmek durumunda. Eğer bir falcılık yapacaksam böyle yapacağım... Tabii, hayat bir tek düz çizgi değil, arada virajlar olabiliyor. Ama bence şu anda ilginç olan, normalde bütün demokratikleşmeler batı dünyasına kredi sağlamıştır. Çünkü onlar sahiplenmişlerdir demokrasi ve özgürlükleri. Ama bu kez Ortadoğu’da bir demokratikleşme hareketi oldu ve bu Türkiye’ye görünürlük, model fırsatı sağladı. O vakit Türkiye’nin doldurmak zorunda olduğu bir rol var, o imaja uygun olmak zorundasınız. O da daha fazla İslami olmak değil, daha fazla demokratlık.

BİTTİ



Avrupa’nın kültürel hegemonyasını Türkler ve Araplar bitirecek

Batı’nın temel değerlerine, bireye, gövdeye, biçime dair medeniyet algısına, etik ve estetik değerlere ilişkin üstünlüğünü sorgulayan en önemli eleştiri İslam’dan geliyor. Bunu kimse beklemiyordu. Avrupa’da Müslüman olgusunun bu şekilde ortaya çıkabileceğini 10 yıl önce kimse hayal bile edemezdi. Ben görmüştüm. Çünkü antenlerim Müslüman olarak açılmış durumdaydı. “Ne oluyor?” diye sordum doğal olarak. O zaman da Avrupa’yı araştırmaya başladım. Avrupa ile İslam’ın karşılaşmasından ne çıktığı sorusunun cevabıyla çok ilgileniyorum. Çünkü Avrupa’nın Müslümanlara karşı takındığı tavır, Avrupa’yı yeniden tanımlamaya, dolayısıyla Müslümanlık Avrupa’yı belirlemeye başladı.

Batı toplumunun istediği hegemonik tablo bu. Karşısına, onun tam karşıtı olarak çıkmanız yani tam bir ‘öteki’ olmanız onu rahatlatıyor. Türkiye’yi de bu yüzden istemiyor. Çünkü Türkiye çok yakın. Bütün bu Türkiye tartışmaları esnasında katıldığım bir konferansta fark ettim bunu. Orada olmamın sebebi beni beğenmeleriydi, ama bir yandan da sorularıyla adeta dövüyorlardı. Bir ara, “Biliyor musunuz” dedim, “İranlı olsaydım bana çok daha sempatiyle bakacaktınız. Çünkü İran AB’ye aday değil, üstelik orada yaşayan kadın tam anlamıyla ‘öteki’ ve ‘mağdur.’ Salon müthiş bir rahatsızlıkla güldü.

Yakalandılar. Çünkü Türkiye zaten içerde. Türkiye çok yakın. Aradaki benzeşmeyi ve sözünü ettikleri farklılığın aslında küçük olduğunu biliyorlar. Ama o benzeşmeyi de farklılığı da kabul etmekte zorlanıyorlar. Bundan rahatsız oluyorlar. Oysa İran sınırın dışında, ondan rahatsız olmak için bir sebep yok. Onu rahatlıkla egzotize edebilir, mağduriyeti için ağlayıp, kahramanlığını alkışlayabilirler. Avrupa’nın kültürel hegemonyasını asıl Avrupa’nın içinden; Paris’ten, Berlin’den konuşan, edebiyat üreten, sanat üreten Türkler, Araplar bitirecek.

Estetik ameliyatlar kadını örtüyor!

Estetik ameliyatlar kadını örtüyor biliyor musunuz? Çünkü artık kendiniz olmaktan çıkıyorsunuz. Başka bir ten, başka biri. Çıplaklık var, ama mahremiyet yok. Göğüslerini yaptırmış kadınların kendi gövdelerine bakışlarıyla, yaptırmamış kadınların gövdelerini saklamaları arasında çok fark var. Bu güzellikle ilgili değil. Ameliyat sütyen gibi zaten. Zihin çıplak. O göğüs size ait değil artık. Onun için daha kolay sergiliyorsunuz. Dikkat edin, çok güzel göğsü olan kadın, kendininse saklar onu. Onun için bugünün seküler kadın modelinde çıplaklık, dişilik, ulaşılabilirlik ve özgürlük temasının işlendiği bir şekil var. Hepimiz bunun içindeyiz. Müslüman kadınlar da bunun içinde. Bu yüzden, başörtülü bir arkadaşım rejim yapacağını söylediğinde “Ahh” demiştim içimden, “Aynı bela onun da başında.” Demek istediğim bunlara hepimiz tabiyiz. Bunlardan uzaklaşmak imkansız.

Başörtüsü daha dişi

Başörtüsü daha dişi. Ama farklı bir dişilik... Daha dişi, çünkü bir kere kadın unisex olmaktan çıkıyor. Örtünenin kadın olduğunu biliyoruz. Üstelik daha da görünürleşiyor. Mesele sanıldığı gibi dişiliğinden yoksun olma meselesi değil; dişiliğin örtünerek tanımlanması. Burada apayrı bir vurgu ve mesaj söz konusu. “Örtündüğün andan itibaren sürekli ulaşılabilir olma çağrısından kendimi korumuş oluyorum...”

AKP’yi çok başarılı buluyorum çünkü...

AKP’yi çok başarılı buluyorum. Bunun sebebi ise siyaset üslubuyla kendisini mazlumluk rolünden çıkartabilmesi...

AKP’li yöneticiler devlet adamlığı rolünü üstlenmeyi becerdiler. Türkiye’de devlet güçlüdür, İtalya gibi değil.

İtalya’da devlet olmadığı için Berlusconi mafyayı devlete yedirdi, devlet mafyalaşıyor orada. Türkiye’de ise ciddi bir devlet geleneği var. Onun için herkes şöyle ya da böyle devlet adamı gibi davranmayı öğreniyor. Bence Ahmedinejad gibi bir vakayla da karşı karşıya değiliz. Karşımızda Berlusconi ya da Sarkozy durmuyor. Örneğin Abdullah Gül’ün Cumhuriyet’in devlet adamlığı geleneğine, üslubuna ters düştüğünü düşünmüyorum.

Gülen Hareketi’nde ayak ayak üstüne atılmıyor...

İslami hareketin dışında ama onun etrafında bir şeyler daha gelişiyor. Mesela Fethullah Gülen hareketi var. Bence orada geleneksel Müslümanlık daha çok. Geleneksel ama, bir yandan da cemaat çok hareketli. Bir yanı Sufizm’e benziyor, hizmet yanı var çünkü. Ama Sufizm değil. Erkeklerin daha egemen ve ahlâki açıdan belirleyici oldukları bir görüntü var. Ayak ayak üstüne atılmıyor, adaba çok önem veriliyor... Gerçi şimdi bunlar kırılmaya başlamış olabilir, çünkü toplumun içine çok girdiler. Halbuki 1980 sonrası İslami hareket içinde örneğin Yeni Şafak’la Zaman arasında pek çok farklılık vardı. Yeni Şafak’a girdiğiniz vakit gene sigara dumanı görürdünüz, çalışan örtülü kızlar da sigara içiyorlardı. Müslümanlarda görülmeyen sigara, o harekette görülüyordu. Yeni bir çeşit özgürlük anlayışı söz konusuydu. Yeni Müslüman aktörler, geleneksel aktörlere benzemiyorlardı. Bu nedenle benim açımdan, 1968 Kuşağı sonrası ortaya çıkan solcularla onlar arasında pek çok ortak nokta olabiliyor. Çok daha girişkenler, sorgulayıcılar, geleneksel olandan onu sorgulayarak mesafe alıyorlar.

DİĞER YENİ YAZILAR