Öğretmenler sınavdan geçmeli

Eğitim uzmanları, SBS ve eğitim sistemini masaya yatırmaya devam ediyor

Haberin Devamı

Bu seneki SBS sonuçları bir garip. Söz gelimi birincilerin sayısı şaşırtıcı, tam bin 544 öğrenci! Bu nasıl bir seviye belirleme ki, ortalık birinciden geçilmiyor? Eğitim uzmanlarının bir kısmı, “Sorular çalakalem hazırlanmış” diyor. İyi güzel de, eğer bu sınav bu kadar anlamsızsa üç yıl boyunca yarış atı gibi koşturulan çocuklara yazık değil mi? Uzmanlarla konuştukça anlıyorum ki, mesele sınavdaki sorular değil, sistemin bütünü... Ve öğrencilerden önce, öğretmenleri ve milli eğitimi sınavdan geçirmemiz gerekiyor!

SBS’nin kaldırılması iyi mi oldu, kötü mü?

Turgay Polat (Uğur Dershaneleri Genel Müdür Yardımcısı): Maalesef Türkiye’de 30-35 yıldır bütün siyasiler topluma yalan söylüyor. Nedir o yalan? Dünyada sınav yok, üniversitelere herkes sınavla girmez! Bu yalan sürekli pompalanıyor. Oysa Amerika’da 3 bin 672 üniversite ve çok ciddi seçme sınavları var. Bunlara hazırlık yapan kurumlar var. Çin’de, Yunanistan’da, İspanya’da sınav var. Bir sürü ülke sayabilirim size. İkincisi bizim en büyük problemimiz sınavların ne olduğunu bilmiyoruz. Dünyada iki çeşit sınav var. Başarı sınavı ve sıralama sınavı.




Peki SBS başarı sınavı mı, sıralama sınavı mı?

İşte ben de üç senedir Milli Eğitim Bakanlığı’na bunu soruyorum, başarı sınavı başka bir iş, sıralama sınavı başka bir iş. Başarı sınavında sen öğrettiğini sorarsın. “Öğrenci öğrenmiş mi, öğrenmemiş mi?” diye... Ya çok yapanlar çıkar ya hiç yapamayanlar çıkar. Sıralama sınavında da en zor soruları koyarsın yukardan aşağıya... Bunların ne yaptığı belli değil. Bin 544 tane birincinin çıktığı sınav mı olur! Geçen gün New York Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğrenme ve Öğretme Başkanı Robert Tobias geldi. Tüm Özel Öğretim Kurumları Derneği’nin (TÖDER) düzenlediği konferansa katıldı. Diyor ki,”Bizde ilkokul birinci sınıftan üniversite son sınıfa kadar bir öğrenci 4 bin teste giriyor. Ama bu testlerin hepsinin sonucu öğrencilere verilmiyor. Bazıları öğretmenleri değerlendirmek için yapılıyor, bazıları okulları değerlendirmek için, bazıları öğrenciyi bir yere yerleştirmek için. Her testi yapıyoruz. Şu anda en güzel yöntem bu. Daha iyisini geliştirene kadar bunu kullanacağız.” Geçen sene New York’ta 17 okul kapatmışlar. Niye biliyor musunuz? “Başarısız” diye... Türkiye’deki Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorunu şu; ne amaçla sınav yaptığını bilmeyen bir bakanlık var. Sürekli olarak topluma sınavsız bir yaşamı pompalayarak insanları durağan bir eğitim sistemine itiyoruz. Sınavsız bir eğitim sistemi durağan bir sistemdir. Üretemez, iyi çocuk yetiştiremez, ayırt edemez. Eğitim sistemindeki yarışı, rekabeti geliştiremez. O yüzden sınav olmadan eğitimde başarılı olamazsınız.

800 BİN ÖĞRETMEN VAR 

İyi ama çocukluklar bu stresle nasıl büyüyecek?


O ayrı... Kimse neyi savunduğunu bilmiyor. Herkes sıralama sınavlarına itiraz ediyor. Ben de bu kadar sıralama sınavı olsun demiyorum. Biz SBS’yi şöyle istiyoruz, TÖDER’in de fikridir bu, 6-7-8’de SBS’leri yapın ama bunu çocuklar için yapmayın. Yerleştirme yapmayın bu sınavlarla, okulları, öğretmenleri, sistemi değerlendirin. Mesela, bir öğretmen ne kadar verimli? Niye biz Türkiye’de çok başarılı bir öğretmene çok para verip, başarısız bir öğretmene az para vermiyoruz? Niye performans değerlendirmesi yapmıyoruz? İşte biz SBS’leri bunun için yapın diyoruz... Sınav sadece seçme yapmaz, sıralama yapmaz. Sınav aynı zamanda ölçer ve denetler. Bizim okullarımızı, öğretmenlerimizi, sistemimizi değerlendirin önce... Düşünebiliyor musunuz siz Türkiye’de 20 milyon çocuğu bir yıl boyunca okullara kapatıyorsunuz, başına 800 bin tane öğretmen veriyorsunuz, 33 milyar TL para harcıyorsunuz ama bunun sonucunu “Verimli miyim, değil miyim?” diye ölçmüyorsunuz! Bir fabrika düşünün, lastik üretiyor. Ürettiği lastiği test ediyor. “Acaba iyi mi, yoksa kötü mü ürettim?” diye... Ford araba üretiyor, yanlış ürettim diye geri çağırıyor arabaları. Yerine yenisini veriyor. Biz çocukları geri çağırabiliyor muyuz? Hayır. O zaman “Ne oluyor, bitiyor?” diye ölçmemiz lazım. Ama yanlış çocuk mu ürettik, bunu ölçen yok. Bu SBS’yle biz bir umuda kapıldık, dedik ki, “Evet, bundan sonra Türkiye’de artık sadece sıralayan değil, nihayet eğitim sistemini değerlendiren bir sisteme kavuştuk.” 2008’deki söylem buydu. Ama bunu yapamıyoruz.

Niye yapamıyoruz?

Çünkü siyaset eğitimin içine o kadar girmiş ki! Biz şunu bile dillendiremiyoruz; sözleşmeli öğretmen çalıştıracağım, insanlara performansa göre maaş vereceğim, okulları ölçüp en başarılı okulu ödüllendireceğim. Çünkü Milli Eğitim oy alıyor öbür taraftan. Öğretmen oy vermez yoksa ona.

Peki Milli Eğitim Bakanlığı SBS’yi değiştirirken herhangi bir bilimsel araştırma yaptı mı acaba?

Ya da şöyle soralım; acaba koyarken yaptı mı? Yok böyle bir şey. Neye göre bu sınavı koyuyorsun? Neye göre kaldırıyorsun? Bir kanıtını topluma duyur. Bu da yok. Peki ne yaptınız? Bir sınav yaptılar; SBS. Sınavın analizlerini bile alamıyoruz.

Niye?

Çünkü alttan bürokratlar diyorlar ki, “Sayın Bakanım açıklamayalım. Toplum sınavı çok konuşmasın, bizi eleştirmesin.” Bakan bilmez ki bu işleri. Düşünsenize bunun için Avrupa’daki bir ülke milyonlarca dolar harcayıp sınav yapıyor. Sonuçlarını görüp okulları değerlendirmek için.

Acaba bir şeylerin görülmesinden mi endişe ediliyor?

Tabii... Sistemin tüm aksaklıkları ortaya çıkacak... Burada sınavlara ilişkin bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum; çocuklara sınav yok dediğin zaman çocuk çalışmıyor. O zaman toplumu yönetecek, gelecekte Türkiye’nin lideri olacak insanları nasıl seçeceğiz? Bunlar için tabii ki bir seçme sınavı olmak zorunda. Toplumun ve bizim üzerinde tartıştığımız şey şuna benziyor; yiyerek zayıflayın, çalışmadan nasıl para kazanırsınız, sınavsız nasıl başarırsınız? Tabii ki çok çalışanı ödüllendireceksiniz. Bu sistemin genel kuraldır. Bu şuna benziyor. Niye özel bir şirkette devlet şirketine göre daha çok çalışıldığını düşünürsünüz? Çünkü özel şirkette çok çalışırsanız çok para alırsınız, devlette çalışsanız da çalışmasanız da aynı parayı alırsınız. Eğitim de buna benzer. Siz hiç sınav yapmazsanız, çocuk çalışsa da aynı notu alacak, çalışmasa da aynı notu alacak. Ama sınav yaptıkça o okulu da ileriye doğru itiyorsunuz, o öğretmeni de, o öğrenciyi de... Bu da sizi durağanlıktan çıkarıyor. Bu çok önemli.

BİR ÇOCUK İNTİHAR ETTİ

Sadık Gültekin: Önceki Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik şu ifadeyi kullandı, dedi ki, “Biz milli eğitimi otomatik pilota bağladık. Dolayısıyla bundan sonra bir şey yapmaya gerek yok.” Ama otomatik pilota bağlanan uçak çakıldı. Açıkçası sınavlarda da çakıldı, milli eğitimin içeriği bakımından da çakıldı. İlk uygulandığı yıl biz dedik ki ilktir, geçicidir, onun için sınavlar ve sorular böyleydi. Üçüncü senesinde uygulandı. Yine aynı... En basit bir kural vardır ki bunu sağır sultan bile ölçme değerlendirmede bilir. Soruların yüzde 10’u çok kolay hazırlanır. Yüzde 20’si kolaydır. Yüzde 40’ı normaldir. Yüzde 20’si zordur. Yüzde 10’u ise çok zor hazırlanır. Ama bu seneki ya da üç yıl önceki sınavlara bakıyorsunuz, hiç böyle bir genel kurala uyulmamış. Soruların yüzde 80-85’i kolay, çalakalem hazırlanmış. Dolayısıyla burada bir art niyet demiyelim de, bir şeyi halının altına süpürme gibi bir düşünce var. “Aa bak biz ne kadar başarılıyız. Bir sürü birinci çıkıyor. Bin 544 tane... Ve giderek de artıyor.” İlk yıl birinci sayısı 60 küsurdu. Sonra 96 oldu. Şimdi bin 544. Bu sistem bir kaç yıl daha devam etse giren herkes tam puan alacak! Şimdi bu bir başarı mıdır? PISA sınavına bakın; sondan ikinciyiz. Peki biz bu kadar başarılıyız, PISA sınavında niye yerlerde sürünüyoruz? Dolayısıyla biz ölçmeyi yapıyoruz da, değerlendirmeyi yapamıyoruz. Bu üniversite sınavı için de geçerli, SBS için de... Bizim işimiz gücümüz ölçmek. Değerlendirme kısmında çuvallıyoruz. İntihar olayları da bunun bir neticesidir.

Bir çocuk intihar etti değil mi, SBS’de başarısız oldu diye?

Bir çocuk intihar etti ama yüzlerce çocuk hayata, kendine küstü, içine kapandı. Şimdi ne oldu, biz ölçtük, birtakım puanlar çıkarttık. Bizim ölçtüğümüz milli eğitim sistemimiz değil. Sadece çocuklar! Yargıladığımız sadece çocuklar. Halbuki eğitimde öğretimde ölçme ve değerlendirme vardır. Biz hep sonuçla ilgileniyoruz. Bizi ilgilendiren sonuç, düzeltilmesi gereken de sonuç. Bin 544 tane birincinin çıkması gibi. Ama sonuç bir sürecin ürünüdür. Biz süreçle uğraşmıyoruz. Çünkü süreçle uğraşmak emektir, plandır, programdır, sabırdır, milli eğitimdir. Halbuki sonuç bir hükümettir, hemen ürün almaktır. Ama siz bu ürünü sadece bir SBS’de alırsınız, bir ÖSS’de alırsınız. Girdiğiniz dünya sınavlarında sondan birinci olursunuz. Tablo tam tersine döner.

O söylediğiniz PISA sınavlarının özelliği nedir?

PISA, aralarında OECD ülkelerinin de olduğu 40 küsur ülkenin öğretim kademelerinin katıldığı bir değerlendirme sınavı. Son iki sınavda, sondan ikinciyiz.

Nasıl yapılıyor bu sınav?

Prof. Adil Çağlar: Bu sınav sisteminin merkezi yönetim organı var. Bunlar bütün ülkelerde her okulun örneklemini alıyorlar. En başarılısından en başarısızına kadar... Ve uluslararası standardı olan soruları bu öğrencilere soruyorlar. Oradan elde edilen puanlar ülkelerin eğitim performansını ortaya koyuyor. Tabii Türkiye’nin bu performanstaki durumu iyi değil. Özellikle son iki yıldır.

Turgay Polat: Ama biz onda da kıvırıyoruz. Diyoruz ki, “Orada sorulan sorular bizim standartlarımıza uymuyor!”

Birinciler kimler?

Prof. Adil Çağlar: Daha çok Finlandiya, Güney Kore, Çek Cumhuriyeti...

Turgay Polat: Singapur dünya birincisi.

Neden?

Singapur gibi, Tayland gibi, Güney Kore gibi ülkelerin birinciliği ile İskandinav ülkelerinin birinciliği arasında çok ilginç bir denge var. Mesela İskandinav ülkelerindeki birincilik hep süreç odaklı. Yani eğitim sürecinin her adımını kontrol ediyorlar. Uzakdoğu’daki ülkelerdeki birincilikler ise genellikle ölçme ve değerlendirmedeki başarıya bağlı. Mesela Tayvan’da, çocukların her öğrendiği üniteden sonra, ki biz de Türkiye’de bunu uygulamaya çalışıyoruz, neyi öğrenip öğrenemediklerine sürekli bakılır ve eksikleri teşhis edilip düzeltilir. Hep düzeltilerek gidilir.

Prof. Adil Çağlar: Performansımızda çok sıkıntı yaratan bir durum var. Çok azınlıkta küçük bir okul grubumuz, Avrupa’nın da çok üstünde başarılı. Ama onların sayısı çok çok az.

Hangileri mesela?

Bilmiyoruz onları, PISA sınavlarına göre gizli... Türkiye’de nüfus ve okul sayısı çok olduğu için, o daha alt seviyedeki okulların sayısı çok fazla. Türkiye’yi başarısız kılan ve sonlarda gösteren bu. Çok nitelikli okul grubumuz çok az. Bizde orta seviyede okul çok az. Büyük felaket şu, çok niteliksiz bir okul grubumuz var. Piramidin tabanını oluşturan okullar bunlar. Orada büyük problem var. Yoksa bizim çok başarılı okullarımız var.

Turgay Polat: Biz artık şunu yapmaya cesaret edelim. 657 sayılı devlet memurlarının öğretmen kapsamını bir değiştirelim. Dünyanın hiçbir ülkesinde devlet memuru öğretmen yoktur. Böyle bir şey olmaz. Öğretmen, devlet memuru olur mu? Öğretmen her yıl ölçülmeli, değerlendirilmeli ve başarısına göre de ödüllendirilmeli. Biraz önce bahsettim, New York’tan gelen eğitimci dedi ki, “Bizde bir öğretmen üç sene üst üste başarısız olduğu zaman sertifikasını alıyoruz, sen git başka iş yap diyoruz.” Çünkü bir kuşağınızı ona emanet ediyorsunuz. Sınav hiçbir şeydir. Sınav bir saatlik bir şeydir. Peki bir yıl boyunca o kapı kapandığı zaman içeride ne oluyor acaba?

GELECEK YOK EDİLİYOR

Yani asıl öğrencilerin değil öğretmenlerin sınava tabi tutulması lazım?


Tabii. Ziraat Mühendisi olan bir adama siz 40 öğrenci teslim ediyorsunuz. Diyorsunuz ki birinci sınıfta, “Bu çocuğu al eğit!” Tam 40 çocuk. Bir çocuğun hangi çağda öğrendiğini, hangi çağda şekillendiğini çok iyi biliyoruz biz. 40 çocuğun geleceğini yok ediyoruz, neyle yok ediyoruz? Öğretmen olmayan öğretmenle yok ediyoruz. Bir doktor bir hastayı öldürebilir, ikinciyi öldürmeye kalktığında tutuklarsınız. “Ya, sen yanlış doktorsun” dersiniz. Biz şimdiye kadar bir öğretmene hiç dokunduk mu? “Sen bir sınıfı yanlış yetiştirdin, yok oldu o sınıf” diye... Biz süreci ölçmediğimiz sürece, eğitimde her yılın sonunda o okulun, o öğretmenin başarısını ölçmediğimiz ve öğretmeni ona göre ücretlendirmediğimiz sürece böyle olacak. Amerika’da bir biyoloji öğretmenine sordum, “Üç yıldır 15 bin dolar maaş alıyorum, çünkü başarılıyım” dedi. Bir başka öğretmene sordum, “Bin dolar alıyorum” dedi. Çünkü başarısız. Bu çok önemli. Niye önemli? Çünkü o başarmış ve alıyor. O öğretmen başarılı olduğu için o okula çok öğrenci gidiyor, okulun da başarı grafiği ve bütçesi yükseliyor. Bizde de böyle olmalı.

YARIN: Okul nakillerine dikkat

DİĞER YENİ YAZILAR