Aliye'yle helalleşip kendimi sokağa attım

Evden çıkacağım. "Hakkını helal et" diyor Aliye. Şaşkın şaşkın bakıyorum... "Sabah sana gelirken çocuklarla da helalleştim. Ölümün nerede geleceği belli olmaz" diyor

Haberin Devamı

Hakkım helal et" diyor Aliye... "Eyvah, şimdi de Aliye mi bırakıyor" beni diyorum. Bu evi kim temizleyecek! Ben böyle arpacı kumrusu gibi düşünürken, "Sabah sana gelirken çocuklarla da helalleştim" diyor. Allah Allah Aliye oynattı mı ne? Meğer NATO Zirvesi'ymiş bu helalleşmelerin nedeni!

Aliye dini bütün kadın. Kaderden kaçılmayacağını biliyor, işi garantiye alıyor. Sadece Aliye değil, hemen tüm İstanbullular aynı ruh halinde son günlerde. Poşet gören, kelime-i şahadet getiriyor. Otobüse binerken Ayet-el Kürsi okuyor. Nişantaşı hafta başında Bodrum'a transfer oldu zaten. Kalanlar da eve kapanmış. Ekran başında olay bekliyor. Sabahın köründe jetlerin alçak uçuşuyla uyanmak herkesin asabını bozmuş. Kimin fikriyse helal olsun!

Uzun saçlı erkekler nerede?
Neyse Aliye'yle helalleşip atıyorum kendimi sokağa... Saat 15.00... Gümüşsuyu'ndan Taksim'e doğru yürüyorum. Her yer bomboş... Herhalde İstiklal öyle değildir deyip, rotayı Cadde-i Kebir'e çeviriyorum. Neredeyse hemen her gün tıklım tıklım otobüs gibi olan caddede in-cin top oynuyor.

Duran Sandwich'e giriyorum. Çalışanlar müthiş sıkılmışlar. "Müşteri yok. Anormal sıkıcı bir gün" diyor Sonnur Aldemir. Az sonra niye sıkıldığı ortaya çıkıyor. "Nerede uzun saçlı genç erkekler!" 20 kişi gelmiş sabahtan beri. 15'i yabancıymış. Beş yerli müşterinin beşi de gazeteci!

Tarihi Bursa Kebapçısı'na giriyorum. Mekanıma... "İşler nasıl?" diye soruyorum. Usta İlhan Namlı, camın kenarında oturan tek müşteriyi gösterip, "Bu dördüncü" diyor. Normal bir pazar günü kuyrukta beklenen kebapçı sinek avlıyor.

Alemciler bombadan korkar mı?
Tekrar caddeye çıkıyorum. Lacoste kapalı, Swatch kapalı, Erol Kundura kapalı, Ali Muhiddin Hacı Bekir kepenkleri indiriyor.

Biraz ilerde 15 gün önce açılan Bolulu Hasan Usta... Bir yandan külahta ahududulu, kaymaklı bir dondurma söyleyip, bir yandan da İzmirli usta Tugay Göktürk'le sohbet ediyorum. Günde 1.500-2 bin müşterinin girdiği dükkana bugün 90 kişi girmiş. "Günlerdir millet yer bekliyordu, şimdi biz milleti bekliyoruz" diyor Göktürk.

Çıkıyorum... "En azından alemciler bombadan korkmaz" deyip Çiçek Pasajı'na yöneliyorum. Yok! Millet acayip tırsmış, rakıyla bile cesaretlenecek hal yok anlaşılan.

Şu iğne atsan yere düşmez Şampiyon'dan kokoreç kokusu bile gelmiyor burnuma. Nasıl gelsin? Normal günlerde 20 kişinin çalıştığı dükkanda bugün 10 kişi çalışıyor. Tabii buna çalışmak denirse... Ustaları Hüseyin Usta, "Bu kadarını beklemiyorduk ama tahmin etmiştik böyle olacağını. Karşıda oturan arkadaşlara izin verdik" diyor. Her gün 2 bin kişinin geldiği kokoreççi, bugün sadece 15 yarım ekmek kokoreç satabilmiş.

'Canlı bomba' oluyorum...
Tarlabaşı'na doğru geçiyorum. Taksim'e doğru yürüyeyim diyorum... Yürüyorum... Peşime iki genç takılıyor. "NATO, Bush, zirve hikaye... İşte canlı bomba" diyorlar. Bir heyecanlanıyorum, ayaklarım birbirine dolanıyor, takılıp düşüyorum... Öküz gibi gülüyorlar, ama ne gam. NATO sayesinde canlı bomba oldum! İlk kez NATO biraz sempatik geliyor, hatta şu Bush bile!... Ama benim dışımda ne Bush'u, ne de NATO'yu önüne okkalı bir sıfat koymadan anan yok! Özellikle de esnaf. Tıpkı Taksim Meydanı'ndaki çiçekçilerden Gülşen Evdedurmaz gibi... "A be ne işi var NATO'nun, Bush'un burada... Gitsin kendi ülkesinde ne yapacaksa yapsın... Ne alt ederse etsin... Bizi dilenci etti..."

Gülşen sinirli. Çünkü elinde 600 milyonluk çiçek var, ama siftah yok. "Kafama edeyim, ne yapayım bu çiçeklerle? Bak yandakiler açmadı. Aptallık ettim" diye söyleniyor. O sırada ilerde güvercinlere yem satan yaşlıca birisi geliyor yanımıza. "Ver 2 milyon epsini vereyim" diyor. Veriyorum, bir 2 milyon daha istiyor. O da tamam. Neşesi yerine geliyor. "Adın ne?" diyorum, cevap "Gülşen Bubikoğlu!" Sırıtıyor, dişsiz ağzında bir-iki altın parıltısıyla. "Yeme beni?" diyorum. "Aa, sen akiki ismimi sorarsın... Gülizar Çarşaf..."

Biri Evdedurmaz, diğeri Çarşaf! Onlarda eve saklanacak göz yok.

5 dakikada Beşiktaş oluyormuş!
Bir taksi çeviriyorum. "Hayırlı işler" den sonra, işleri soruyorum. Sıkıntılı bir cevap: Kendimizi gezdiriyoruz. Kurtuluş üstünden, Fulya, Fulya'dan Yıldız, Yıldız'dan Beşiktaş... Güzergah mecburen uzun, ama açık olan yollar bomboş. Belki de hayatımda ilk kez, beş dakikada Beşiktaş oluyor...

Beşiktaşlılar biraz daha cesur. Normal pazarlara göre insan sayısı az ama yine de birileri var. Tarihi Çay Bahçesi'nde beş-on masa dolu. Bir çay içiyorum. Beşiktaş'ı sevmedim. Beyoğlu'ndaki gibi yokluktan canlı bomba olma şansım pek yok! İşe dönme vakti...

DİĞER YENİ YAZILAR