'Hükümet açılım için politik atağa geçmeli!'

Uras, AKP ve BDP'ye çağrıda bulundu

Haberin Devamı

Meclis’in tek sosyalist bağımsız milletvekili Ufuk Uras, bir başına dengeleri değiştirmeye hazırlanıyor. 19 eski DTP’li, çiçeği burnunda BDP’li milletvekiline katılıp, BDP’nin grup kurmasına olanak verecek. Böylece Kürt meselesinde bir anda tepetaklak giden siyasi çözüm hayalleri yeni baştan canlanabilecek hem de daha ileri bir noktadan! Tabii ki aynı hataların tekrarlanmaması kaydıyla... Uras, iki partiye de sağduyu çağrısı yapıyor. Önce AKP’ye, “Sakin olun ve çözüm için atağa geçin” diyor. Sonra BDP’yi uyarıyor: “Yeni bir sayfa açıp Türkiye partisi gibi davranın!”

Neredeyse 1960’lardan bugüne ilk kez bir sosyalist milletvekili ağırlıyor bu dönem Meclis... Her ne kadar pek çok kişi ‘Kürtlerin oyuyla seçilebildi’ dese de İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, tek tabanca, hemen her siyasi krizde kendine özgü yaklaşımıyla kürsüde fark yaratıyor. Her zaman vurgusu barıştan yana oluyor... Öyle parti farkı da gözetmeden kendince doğru olanı destekliyor. Sözgelimi açılım konusunda AKP’ye neredeyse koşulsuz destek veriyor, CHP ve MHP sıralarından her türlü hakaret yükselirken... DTP’ye destek verirken, her zaman PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakması gerektiğini söylemeden geçmiyor. Yani kimseye yaranmak gibi bir derdi yok. Tek derdi, özellikle şu açılımdan Türkiye’nin alnının akıyla çıkabilmesi ve akan kanın son bulması...

Tam da işler sarpa sarmış, Anayasa Mahkemesi DTP’yi kapatmış, sokaklarda Türk ile Kürt karşı karşıya gelmeye başlamışken, o canla başla iki tarafı bir araya getirmeye çalışıyor. Tarafların ancak baş başa vererek bu kangrenleşen sorunla başa çıkabileceğini vurguluyor. Bir yanda İmralı, bir yanda muhalefetin sert tutumu, bir yanda AKP’nin içi boş açılımı, bir yanda ise DTP’nin şahinlerinin talihsiz açıklamaları varken...

Bu kadar olumsuzluk arasında bir tek

’aritmetik’ Uras’ın yanında ve bu gerçekten de Türkiye’ye ilaç gibi gelecek bir rastlantı!.. Uras, bu rastlantıdan bir fırsat yarattı. Kapatma kararı sonrasında DTP’lileri sine-i millete dönmekten vazgeçiren de bu fırsat mı bilinmez, ama Uras’ın 19+1 formülü açılıma yeniden can vermeye aday... Ortada başka can verecek hiçbir şey kalmamışken!..

İşte bu yüzden onunla konuşmak farz oldu, ama bu sefer de Uras’ı yakalamak çok zorlaştı. Önce cumartesi günü için Diyarbakır’da randevulaştık, çünkü o Ekonomi Çalıştayı’na katılacaktı. Ama son anda arayıp, “Orada fırsat olmaz. Ben cumartesi akşam uçağıyla döneceğim. En iyisi biz pazar sabahı 09.30’da Taksim’de, meydanda buluşalım” dedi. Ne diyeceğim, söyleşi yap, kaseti çöz, yazıyı yaz, iyi de ne zaman! Bütün bunlara rağmen yine de mecburen “Tamam” dedim, ama içime de bir kurt düştü, ’Ya bir aksilik olursa!’ diye... Olmaz mı? Tabii ki oldu! Uras, akşam uçağıyla dönememiş, sekreterine “Mine Hanım’a haber verin, ben randevuya yetişemeyeceğim. Sabah uçağıyla döneceğim, randevuyu daha geçe alalım” demiş. Ama sekreter bana ulaşamamış!

Ben Taksim’de ağaç oldum, sonunda Uras’ı aradım ve öğrendim ki, hâlâ Diyarbakır’da ve sabah uçağı da sis yüzünden kalkamıyor. Ondan sonrası tam bir kabus... Panik halinde koşuşturmaca, mailler ve telefon konuşmaları... Üstelik telefon kayıtları da bir arkadaşımın çabalarıyla uçunca!.. Ortaya aşağıda okuyacağınız söyleşi çıktı. Yani yukarıdaki başlık, AKP kadar bana da cuk oturdu!

Başbakan, açılımda samimiyse Mardin Modeli’ne ‘evet’ der

Başbakan Erdoğan, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’u cezalandırarak değil, siyasete katarak demokra-tikleşme sürecini hızlandırabilir

Sizce Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Türkiye partisi olabilecek mi?

Siyasi partileri bölgesel temelli ayrımcılığa tabi tutmak doğru değil. Bu anlamda Türkiye’deki bütün partiler Türkiye partisidir. Kürt sorunu aslında bir Türkiye sorunu, yani tüm toplumun sorunu. Kastedilen, ağırlıkla Kürt sorunu üzerinden politika yapmaksa, bu siyasi bir tercihtir. Eleştirebiliriz, ama partiyi ’Siyasi tercihini değiştir’ şeklinde zorlamak yanlış ve anlamsızdır.

Peki ama DTP’den BDP’ye geçişte bir şey değişmeyecek mi? Bir özeleştiri yapılmayacak mı?

Tabii ki değişecek. Bence BDP ile yeni bir sayfa açılacak. Yeni parti sürecinde eski DTP’li milletvekillerinin Türkiye partisi gibi davranıp, Ağrı’dan Edirne’ye herkesi kucaklaması ve partide yeni bir harmanlama olması çok önemli.

Sizce Öcalan ve PKK’nın bu yeni kurulan parti üzerindeki ipoteği kalkabilecek mi?

Bu tür iddialarla bugüne kadar herhangi bir soruna çözüm bulunduğunu görmedim. Sosyal olaylarda, ki Kürt sorunu sadece siyasal alanla sınırlı değildir, çok farklı faktörler karşılıklı etkileşim yaratır. Kapatılmış olan DTP’nin Doğu ve Güneydoğu’da aldığı yüksek oy oranını hatırlarsak, meselenin karmaşık boyutları olduğunu da kavramış oluruz. Partinin seçmen tabanını, özellikle o bölgelerin halkını dikkate aldığınız zaman bu geçirgenliği görürsünüz. Çözüm arayışlarında da bu gerçeği kabullenmek zorundasınız. Bunu en iyi anlayan kişilerden biri, son yazdığı yazıda da görüldüğü gibi Sayın Altan Öymen oldu. BDP de bu tabandan etkilenecektir. Sorun etkinin varlığı değil, şiddetin varlığıdır. DTP, bu konuda açık tutum almış, şiddeti reddetmiş ve eleştirmiştir. Bu tutum mutlaka devam etmelidir.

Öcalan’ın ’Tokat benim aklımın ucundan dahi geçmezdi’ sözü size inandırıcı geldi mi peki?

Bunu şimdi sizden duydum, bilemiyorum. Ama Tokat’ta 7 askerin katledilmesinden, Diyarbakır’da bir gencin kurşunlanmasından, otobüslere molotof kokteyli atılmasından, küçük Ceylanların öldürülmesinden çok ama çok rahatsızım. Zaten bunların sonu gelsin diye adım atmaya çalışıyoruz. Barış sağlansın, silahlar koşulsuz olarak sussun, şiddet sonlansın diye uğraşıyoruz.

Bu yeni dönemde siz nasıl bir rol üstleneceksiniz?

Geçmişten beri söylediğimiz çok açıktı. Türkiye’de köklü bir demokratikleşmeye, Kürt sorununda barışçı ve demokratik bir sürece ihtiyaç var. Türkiye toplumu, farklı kültürlerin, dillerin ve inançların olduğu bir yapıya sahip. Anayasal, yasal ve idari çerçeve de buna uygun özelliklerde olmalıdır. Bu farklılıkların anayasal güvence altında olması son derece önemli bir adım olacaktır. Önümüzdeki dönemde bu doğrultuda katkı sunmaya çalışacağım.

BDP’nin yeni yönetiminde liderlik için sizin adınız da geçiyor. Ne diyorsunuz?

Bu konuda ne kimseyle bir görüşmem oldu, ne de bir talepte bulundum. Önemsediğim tek şey Meclis’te demokratik çalışmaların sürmesi ve eski DTP’li vekillerin bu sorunların çözümünde aktif rol alabilmesidir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi’nin kararının açıklanmasından hemen sonra dayanışma içinde olacağımı ve 19+1 formülünü kullanabileceğimizi söyledim.

Böyle bir görev teklif edilirse kabul eder misiniz?

Parti başkanlığı bir partinin tüm politikalarının sözcülüğü demektir. Politik taleplerde, önceliklerde ve yol haritasında tam bir anlaşma olmadan başkanlık düşünmek doğru olmaz.

Eğer yeni başkan Kürt değil de, siz ya da Akın Birdal gibi bir Türk olursa bunun etkileri ne olur?

Başkanların hangi kültürden ya da kimlikten geldikleri önemli değil. Önemli olan politik taleplerde, önceliklerde ve yol haritasında anlaşmaktır.

Sizce başkan kim olmalı?

Bu benim değil, BDP’lilerin karar vermesi gereken bir konudur. Sayın Ahmet Türk’ün müzakereci tutumuyla, demokratik ve özenli yaklaşımıyla ortaya koyduğu olumlu tavrı sürdürmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

BDP’yle ne zaman birleşeceksiniz?

Vallahi, henüz bu koşturmaca içinde görüşemedik.

Peki Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk için tartışılan ’Mardin Modeli’ sizce uygulanabilir mi?


Sayın Türk ve Tuğluk, Kürt sorununun çözümü doğrultusunda en fazla çaba harcayan, demokratik zeminlerde kaygılarını ve önerilerini dile getirmiş olan politikacılardır. Bu nitelikteki kişilerin siyasi yasaklı olmaları zaten başlı başına tuhaf bir durum. Biz siyasi yasaklara hep karşı olduk. Zamanında Sayın Demirel ve Ecevit’in siyasi yasaklarına da karşı çıktık. Bugün verilen siyasi yasak kararı, siyasi partilere üye olmakla ilgili. Yoksa bağımsız olarak milletvekili seçilmekle değil. Sayın Erdoğan için, üstelik Sayın Baykal’ın desteğiyle bir Siirt formülü yaratılmıştı. Şimdi de bu iki arkadaşımız için bir model yaratılabilir mi, arayışım budur, başka bir şey değil. Yeter ki, Meclis’te bulunan partiler bu konuda iyi niyetlerini göstersinler...

Bu aşamada Erdoğan’dan ne beklersiniz?

Sayın Erdoğan bütçe konuşmasında bir yerde siyasi yasaklara karşı olduğunu söyledi. O zaman bu bir samimiyet testidir. Nasıl onun yasağına karşı çıktıysak o da Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un yasağına karşı çıkmalı.

Galiba bu demokratik açılım konusundaki samimiyetinin de bir göstergesi olacak...

Kesinlikle... Tıpkı bir tür turnusol kağıdı gibi. Başbakan Erdoğan, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’u cezalandırarak değil, siyasete katarak demokratikleşme sürecini hızlandırabilir.

Pirinçten pilav olur ama pilavdan pirinç olmaz!

Bundan sonra demokratik açılımda nasıl bir yol alınır?

Bu öncelikle AKP Hükümeti’nin, ikincil olarak ise anamuhalefet partisinin tutumuna bağlı. AKP, kararlı ve güven verici adımlar atarsa, ki bu konuda çok ağır aksak davrandığı ortada; CHP de geçmiş raporlarında yazdıklarını yeniden savunmaya başlarsa, çözüm adımları atılabilir. Süreci adım adım geliştirmek gerek. Önce gerekli genelgeler çıkarılmalı, ardından Seçim ve Siyasi Partiler Yasaları’nda demokratik düzenlemeler yapılmalı, temsilde adalet sağlanmalı. Bunun ardından, anadil meselesini de içeren diğer yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmalı... Aksi takdirde Türkiye siyaseti ciddi bir tıkanma sürecine girecektir ki, bu iç ve dış şer odaklarının dışında hiç kimseye yarar sağlamayacaktır.

Demokratik açılımdan artık geri dönülemez!

Peki, açılımda geri adım atılırsa sizce ne olur?

Pirinçten pilav olur ama pilavdan pirinç olmaz. Demokratik açılımdan geri dönüş yok. Meclis’te 7 saat süren tarihsel oturum çok önemliydi. Ama sonrasında adım atılmadı. Artık atılmalı. Hükümet, hızla panik ataktan politik atağa geçmeli. Bu çok önemli. Meclis’teki siyasetin çekim merkezi haline gelmesi ve Meclis’te atılacak adımlar toplumsal gerginliği azaltacaktır. Ama ben Diyarbakır’da katıldığım Ekonomi Çalıştayı’nda da gördüm, DTP’li milletvekillerinin istifa etmemesini herkes çok olumlu karşılıyor. Herkes çok iyimser... Şu anda somut sorunlar üzerinden Meclis’te siyaset yapılmasının zemini var. Bunun için de yoksullarla kimliğinden yoksun olanları yan yana getirecek adımların atılmasına ihtiyaç var. Yaşanan sorunların, Kürtler ve Türkler baş başa vermeden başa çıkamayacağımız sorunlar olduğunu biliyoruz. Topluma, sivil siyasetin çözüm olduğunu göstermek sokaklardaki tansiyonu hızla düşürecektir. Çeşitlilik içinde birlik dediğimiz adımlarla, demokrasinin Türkiye’nin teminatı olduğu görüldükçe toplumun da kendine özgüveni artacak ve şiddet son bulacaktır. Dolayısıyla artık demokratik açılımdan geri dönüş yok...

Sizce, demokratik açılım sürecinde bir şeyler değişir mi?

Türkiye’de değişim ihtiyacı her zaman var oldu, şimdi de var. Demokratikleşme ihtiyacı birçok alanda kendini dayatıyor. Kürt sorunu, yıllardan beri onbinlerce insanın canına mal oldu ve şüphesiz en yakıcı sorunlardan biri olarak çözüm bekliyor. Ama bununla sınırlı değiliz. Alevi toplumunun talepleri ortada, kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendika talepleri güncel, Çalışma Yasası’na ilişkin işçilerin ve sendikaların talepleri çok açık... Tüm bunlar hakkında adımların atılması gerekiyor. Demokratikleşme bu kapsamda ele alınırsa, Türkiye’de bazı şeylerin değişmesi mümkün olabilir...

Sorunlara parça başı bakıldığında, herkes için eşitlik ve demokrasi istenmediğinde, herkes kendi dünyasında, kendi başına kalıyor. Oysa çözüm demokraside. Fikri gettolaşmayı aşacak köprü ise demokratik siyasettir. Bunun için de yeni siyasetin harmanlanması gerekir... Bu yeni dönemde ise CHP’ye de çok iş düşüyor. Artık CHP’nin kendini milliyetçilik yarışından, yani MHP’den ayrıştırması gerekir.

Öcalan yine yerim dar derse ne olur peki? Kürt gençler, çocuklar ellerinde taşlar sokağa dökülmez mi?

Orada konu zaten santimetrekare davası değildi. Rahat nefes alamama, soluk alamama gibi sorunlar vardı, herhalde çözüldü. Ben önümüzdeki süreçte parlamento adım attıkça sokak tepkilerinin azalacağını düşünüyorum. Zaten durdu şu anda... Muş’taki ve Tarlabaşı’ndaki tepkilerin de provokasyon olduğunu artık herkes biliyor.

Peki ya Tokat, Reşadiye’de PKK tarafından 7 askerin şehit edilmesi?

Reşadiye örneğinin bütün süreci alt üst ettiği kesin.

Artık açık açık PKK ve Ergenekon bağlantısı dile getiriliyor...

Bilemiyoruz tabii. Ama sonuna kadar araştırılmalı. Yalnız o acıyı yüreğinde hissetmeyenlerin Türkiye’nin geleceğini şekillendirmesi mümkün değil...

Hükümet emekçileri hâlâ ayak takımı olarak görüyor

Hükümetin işçilere tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tek kelimeyle vahim olduğunu düşünüyorum. Hükümet emekçileri ’ayak takımı’ olarak değerlendirdiği için, her fırsatta onların haklı talepleri ve eylemleri karşısında şiddete ve gerginliği artıracak uygulamalara başvuruyor. 1 Mayısları hatırlayın, iki senedir yediğimiz biber gazının haddi hesabı yok. Demiryolu işçileri, TEKEL işçileri, kamu emekçileri hep polisin saldırgan tutumuyla karşı karşıya kaldı.

AKP’nin 7 yıldır sürdürdüğü neoliberal ekonomi politikaları karşısında, bu ülkenin emekçilerinin haklı sosyal ve ekonomik talepleri anlaşılmadan, demokratikleşmenin tamamlanacağını düşünmemek gerek.

Peki sizce neden bu kadar acımasız davranılıyor işçiye?

Herhalde bu bir sınıf refleksi. Ayaklar baş olmalı ki, büyük başların ülkeyi bu hale getirdiği siyasi yapı değiştirilebilsin. Bu yüzden neoliberal devlet aynı zamanda bir güvenlik devleti haline dönüşüyor. Havuç ve sopa politikasını bir arada yürütüyor. O yüzden emekten yana, demokrasiden yana bir iktidar seçeneğine ihtiyaç var. Anadolu’da bir laf vardır, ’Fakirin ahı, tahttan eder şahı’ derler ama ah etmekle, vah etmekle bir şey olmuyor. O yüzden iktidara alternatif örgütlü bir güç ve adres oluşturmamız lazım. Tabii ki solda...

Demokratik açılımın bir ayağı da işçiler mi?

Evet, aslında geniş anlamda emekçiler... Her konuda açılım yapılıyor ama sosyal politikalarda açılım yapılmadığı için bu sürecin bir ayağı eksik kalıyor. Meclis’te gündem dışı bir konuşma yapıp, “Sizin uygulandığınız politikalar yüzünden Türkiye, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) tarafından kara listeye alındı” demiştim. Ama kulak asan olmadı. Mesela sendikaların önündeki 12 Eylül döneminden kalan yasaklar kaldırılmadı. Oysa yasaklara karşıysanız, buyrun sendikaların, çalışma hayatının önündeki engelleri de kaldırın. Artık bıçak kemiğe dayandığı için işçiler meydanları boş bırakmıyor. Bizim de boş bırakmamamız lazım.

İşçiler şimdiye kadar hükümete prim mi verdi?

Tabii, bu bir bekle ve gör haliydi. Beklediklerini bulamadıkları ise ortada. Zaten son yerel seçimlerde AKP’nin oyunun düşmesi bunun ilk işaretiydi...

DİĞER YENİ YAZILAR