Yeşilçam iktidarı istiyoruz!

Takvimler 60'lardan 70'lere, Türk sineması on beş günde çekilen Yeşilçam filmleriyle dünya rekoruna koşuyordu...

Haberin Devamı

Takvimler 60'lardan 70'lere, Türk sineması on beş günde çekilen Yeşilçam filmleriyle dünya rekoruna koşuyordu. "Kitch" lafını henüz bilmiyorduk, ama hazan ve hüzünde uzmanlaşan yerli sinemamızın altın çağlarıydı. Çarşamba günleri Berin teyzem telefon eder, annemi: "Şan Sineması'nda bir film varmış; bir ağlatıyormuş, bir ağlatıyormuş," diye matineye razı ederdi. Bir mendil yetmeyeceğinden, epeyce tedarikli giderlerdi.

Dönüşleri görülmeye değerdi. Burunlar patlıcan gibi, gözler kıpkırmızı, ama ağızları kulaklarında, birbirlerine: "Oh ne güzel ağladık, aman ne güzel ağladık!" diye veda ederlerdi.

"Erkek" babalar ve biz ukala çocuklar, onların sulugöz seyirciliğiyle çok dalga geçerdik ama, bilirdik ki gitsek, Yeşilçam sineması bizi de ağlatır...Türk sineması artık iyi filmler üretiyor. Gerçek bir sinema sanatı var. Ama
ne gariptir ki zamana dayanıklı olmadığını düşündüğümüz saçma sapan filmler de tedavülden kalkmadı. Hatta olmayan bir değeri, zamanla kazandılar. "Kitch"likleri rağbete bindi. Abuklukları, gençleri yine katıla katıla güldürüyor; dün katıla katıla güldürdüklerini de bugün "yitik bir cennetin" nostaljisiyle gülümsetiyor. Hâlâ ağlattıkları bile var...

Nedir bu eski filmlerin büyüsü, Yeşilçam'ın dandik klişeleri nereden yakalamıştı bizi de kopamıyoruz bir türlü?

Çünkü "konfor"luydu bu sinema. Herkes ve her şey yerli yerinde, olması gereken olurdu. İyiler iyi, kötüler kötüydü. Hiçbir karakter gölgeli değildi, ışık ve karanlık karışmaz, rol çalamazdı birbirlerinden. Hatta oyuncular bile kalıbından çıkmaz, kötü adam bellenen iyi adamı, iyi adam bellenen kötü adamı oynamazdı bir filmden diğerine. "Kötücü" aktörü görünce beyaz perdede, bilirdiniz ki kötülük yapacaktır. Komik komiklik, fettan fettanlık. Hapse düşse de jön prömiye, mutlaka iftiraya uğramış ve elbette hapisten çıkacak, adalet yerini bulacaktır. Zaten komiser dediğin babacan, yargıçlar saygın ve adildirler, polis görününce seyirci bir "Oh!" çeker: Kötülerin sonu gelmiş, iyilerin intikamı alınacaktır...

1970'den sonra Türk sineması, "gerçekçi" olmaya başladı. Ve iyiler kötülerden ya da tersi, rol çaldılar, tıpkı hayattaki gibi. Polislerin haydut, haydutların polisleştiğini, adaletin her zaman yerini bulmadığını, sözün namus olmadığını öylesine birlikte ve yoğun yaşadık ki, Türk sineması da "bu filmi" tersine çeviremedi.

Öylesine çok yalanı gerçek diye seyrettik, öyle çok madrabazı baş tacı ettik, öylesine eğriyi doğru diye yuttuk ki, o zaman, bu zamandır... Somut sanal birbirine karıştı, artık hayatımız sinema...Tüm cetvellerimizi kırdılar, ölçütlerimizi yıktılar. Hepimizin üstünde birleştiği yegâne değer, Atatürk'ün hayalini bile elimizden aldılar! Ona mektup yazmak, şikâyet etmek de yasak artık.

Başbakan Tayyip Erdoğan, Selanik'te halka açık, kamuya ait deftere o vatandaşın yazdığı mektubu okuduğunda, elinde kalem, önünde boş bir sayfa vardı: Demokrat olsaydı, Ata'ya bir önceki mektubun doğru olmadığını yazar, eleştiriye cevap hakkını kullanırdı. Ama Başbakan bir "otokrat" gibi davrandı, cevaplamak yerine eleştiriyi yok etti, defteri kaldırttı. Gerçek hayatta tartışmak özgürlüğü ve eleştiri hakkı, demokrasinin temelidir.

Rol kesmekte Yeşilçam'ı sollayan takiyeciler, zaten teokrasiyi de demokrasi diye yutturuyorlar iktidar sinemasında, tüm Türkiye seyirci.
İşte bu yüzden özlüyoruz, herkesin ve her şeyin yerli yerinde, olması gerekenin olduğu eski Türk filmlerini!

DİĞER YENİ YAZILAR