Çözmek mi, eritmek mi?

Haberin Devamı

Türklerle Kürtleri illa ki bir arada tutmak için “Türk milleti” çatısını yıkıp, yerine “İslam ümmeti” kubbesini kurmakta epeyce yol alanlar, söylemeseler de biliyorsunuz ki Osmanlı’yı örnek alıyorlar. Ancak örneği alırken, Osmanlı’nın aslını Arap’tı sanıyorlar ki, modern Türkiye’den Araplaşmış Türkiye’yi anlıyor, “ümmi şef” kabul ettikleri Suudiler’le de aralarından su sızmıyor. Öylesine hayran ve medyunlar ki Suud hanedanı ve Arabistan’a, sanırsınız ki taklidine soyundukları mevta Osmanlı, onların ve oraların hâkimi değil, tebaasıydı. Suudilerin Arabistan’da Ecyad Kalesi gibi bilinçli olarak yıktıkları irili ufaklı 15 binin üstünde “gerçek” Osmanlı mimari eseri, kendilerine “Yeni Osmanlı” tanımını yakıştıranların umurlarında bile değil. Tam tersine, onlar da İstanbul’dan Antalya’ya (tercihen mavi ve Çin’den ithal) plastik hurmalar, bez çadırdan Mekke’ler kurmadıkları zaman, beton bayındırlık olarak Riyad, Dubai ve Abu Dabi’ler dikmeyi hayal ediyorlar. Yavaş yavaş da beceriyorlar, zaten.

Tarihini bunca bilmeyen, bilmediğini bildiğine benzetirken ne Arap ne de Türk’e benzeyenlerin, Türkiye’yi Osmanlı’ya benzetmek yolunda can düşmanını dost bilip rehber almasından daha mantıklı ne olabilir, elbette tahmin edemem.

Fakat, kendilerine “Yeni Osmanlı” dedirtenlerin Türkiye’den bir Arabistan yaratmak merakına varan Suudi hayranlığını, cehaletle bile açıklamak çok güç.

Çünkü Suudi Arabistan’ın kuruluş temeli, önce Osmanlı, sonra Türkiye düşmanlığı üzerine atılmıştır.

***

Atatürk’ün on beşinci ölüm yıldönümüne denk gelen 10 Kasım 1953 tarihli Le Monde gazetesi, Suudi Arabistan’ın kurucu atası İbni Suud’un ölümünü Edouard Sablier imzalı makaleyle şöyle haber veriyordu:

“İbni Suud 1880 yılında Riyad’da doğdu. Babıali’ye (Osmanlı İmparatorluğu) beslediği kin ve nefreti, Türklerin müttefiki İbni Reşid tarafından Arabistan’dan kovulan babasından devraldı. Büyükbabası Neced Emiri Abdül Vahad’ın tahtını geri almak iradesiyle yetiştirildi. Bir avuç taraftarıyla birlikte 1902’de Riyad’a egemen oldu. On dokuz yıl süren çatışmalar sonucunda Türk yanlısı Reşidileri yenip Neced’i ele geçirdi.

Neced’in özelliği, İbni Suud’un mensup olduğu Vahabi mezhebinin hükmünde ve ahalisinin İslamı kendileri gibi katı yorumlamayan Şii ve Sünnilere beslediği düşmanlıktaydı. Şiilerin Necef ve Kerbela’daki kutsal mekânları pek çok kez Vahabilerin hücumuna uğramış, altın kubbeleri sökülüp yağmalanmıştı. Mekke bile Vahabilerin talanına maruz kalmış, hatta Hz. Muhammed’in mezarı da talandan nasibini almıştı.

Neced’deki hükmü, işte böyle bir ortamda başlayan İbni Suud, Atatürk’ün Halifeliği kaldırmasını fırsat bilerek, ‘Müminlerin komutanı’ sıfatıyla Hicaz’a saldırdı. 1924’te Mekke’yi işgal etti. İki yıl sonra Mekke’li ulemanın ricasını kabul eder gibi ‘Hicaz Kralı’unvanını aldı.

Suudi Arabistan, 1932’de egemen devlet olarak tanındı. İbni Suud, 1933’ten öteye ülkenin tüm toprakaltı kaynaklarını arama ve işleme haklarını Kaliforniya Standard Oil Kumpanyası’na sattı. Ve ülke, petrol bulunmasıyla zenginleşmeye başladı.

Vahabi bir despotun hükmündeki tutucu Arabistan’ın, çağdaş uygarlık yolunda diğer Arap ülkelerine örnek oluşu, modern İslam’ın herhalde küçük bir paradoksu sayılmasa gerek.”

***

İbni Suud diye anılan Abdülaziz El Suud, Vahabi militantizm grubu İkhvan’ın da kurucusu olup, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz hükümetiyle anlaşarak Osmanlı’ya savaş ilan eden ve ülkesini ABD’ye bağlamadan önce, ailesinin topraklarını İngiliz güvencesine aldıran Arap Emiri’dir. Suudi ailesinde, Osmanlı’dan Cumhuriyete Türk düşmanlığı babadan oğula devredilen bir miras olunca, Türkiye’nin bütünlüğünü Osmanlılıkta arayanların bu sülaleyle bu samimiyeti de akıllara elbette, acaba ortak noktaları nedir, sorusunu getirir.

Yanıt, umarım “Türk milleti” nin “Müslüman ümmeti” nde eritilmesi değildir. Kimyada çözmekten eritmek anlaşıldığını düşününce, ürkmüyor değilim.

Osmanlı da erirken çözülmüştü de...

DİĞER YENİ YAZILAR