Cinsel açlığın adı namus mu?

Haberin Devamı

Türkiye’de haftanın ilk günü, iki “namus” cinayeti işlendi, biri de yarım kaldı: Bir koca kendisini aldattığını sandığı karısının üstüne “taammüden” tavada kızdırdığı yağı döktü, ardından 18 yerinden bıçakladı, ama öldürmeyi “başaramadı.” Buna karşın, türbanlı Nurgül Akın cep telefonuyla sevgilisiyle mesajlaştığı için önce telle boğulularak öldürüldü, ardından yakıldı. Türbansız Goncagül Köseoğlu da sevgilisi İsmail Urcan’la birlikte, “aile meclisi” kararıyla sokak ortasında infaz edildi.

Tek günde üç ailenin namus temizlediği, zaten kesat günlerde bile en az bir namus temizleyip diğerlerinin tozunu döverek alan bir toplumda, doğrusu kallavi olduğunca yaygın namus beklenir değil mi?

Ne gezer.

Namusu belden yukarı düşünsek, bu ülkede haksızlık, hırsızlık ve yolsuzluk yoğunluğu, nüfusa oranla bir metre kareye düşen yağmurdan fazla.

Namusu belden aşağı kabullensek, bakıyorum, infazların son on yıldır katlanarak yükselen hızı, namussuzluğun ivmesine yetişemiyor. Demek ki ortada temizlene temizlene bitirilemeyen bir namus kirlenmesi var ve ölüm cezasına rağmen artıyor. Bu durum gerçekten tuhaf. Üzerinde düşünmek gerekiyor.

***

Türkiye’de “aile meclisi” kararıyla işlenen cinayetleri topluca düşünürsek, töre dedikleri olgunun iki parametresi değişmiyor:

Bir, Türkiye’de namus yalnızca kadında var. Ancak tüm ailenin sayılıyor. İki, namus kiri daima kadının ağabeyine ya da erkek kardeşine temizletiliyor. Bu temizlikçi, namusu kirlenen kız kardeş kadar, mümkünse, ona yardımcı olan adamı da gebertiyor.

Oysa namus temizliğine karar veren aile meclisini doğuran analar da kadın. Hiçbir annenin, “suçu” ne olursa olsun kızına “gebersin,” oğluna da “gebertsin” diyebileceğini sanmıyorum, sanmak istemiyorum. Kızlarının infazına, oğullarının da infazcılığına salt erkekler karar verse bile, nasıl oluyor da analar, kaplan gibi atılmıyor kocaların, oğulların üzerine evlatlarını korumak için; tırmalamıyorlar yüzlerini gözlerini, kendi göğüslerini bağırlarını paralamadıkları kadar?

Bu vahşeti cehaletle açıklayamayız, cehalet vahşetse, neden vahşi hayvanlarda bile “analık” şefkati var?

Yoksa, bu kadınlar yavrusunu korumak için kendisini feda eden hayvanlar kadar bile mi “ana” olamıyorlar?

Hayır, olamıyorlar. Neden olamadıklarına gelince, işte orada bu korkunç törenin ve zaten toplumsal şiddet eğilimini doğuran mekanizmanın “can alıcı” noktasına varıyoruz:

Namusu kadınların uçkuruna bağlayan töre, temelinde ve günümüzde bile çok karılı, tek kocalı bir aile yapısı. Çocukların babası bir, zaten ailenin reisi, ama hepsi aynı anadan değil ve anaların “davar gibi” alınıp, davardan farksız kullanımları, çokluğun değersizliğine eklenince, elbette sözleri geçmiyor.

Bin yıldır öyle bir genetik bellek oluşmuş ki, bu kadınlar zaten “kocasının emrine itaat,” bakmamaya, görünmemeye, konuşmamaya koşullu ve kölelik konumlarını sorgulamaları yasak. Elbette ne kız, ne erkek zaten üzerinde söz sahibi olamadıkları çocuklarına, kendilerinde olmayan isyan duygusunu, haksızlığa karşı çıkma güdüsünü aşılamıyor, onları bildikleri yegâne yol “itaat”e, ezilmeye koşulluyor, töreyi sürdürüyorlar.

Ancak dört karı almaktan bekârete, tesettüre, kaç göçe, itaate uzanan ve kadının tutsaklığına örülen eziklik kafesi, erkeğin üstüne de kapanıyor.

Erkekler, kadın uçkuruna bağladıkları namus zihniyetiyle, aslında kendilerini de içgüdüsel açlığa, tatminsizliğe, hatta cinsel beceriksizliğe mahkûm ediyorlar. Kızların namusu, onların da yaşamını karartıyor ve kendilerine yasak cinselliği tadanlara karşı besledikleri kin, “namus temizliği” adı altında öldürmelerini kolaylaştırıyor. Aslında her namus cinayetinin altında bir intikam var: Töreye baş kaldıramayan ezik kafanın, imrendiği cinsellikten aldığı intikam.

Bu söylediklerimin kanıtı, Türkiye’de namus cinayetlerinin, toplumun dindarlaşması ve muhafazakârlaşmasına doğru orantılı artışıdır.

Kocaya ihanetin ya da cinsel özgürlüğün cinayet gerekçesi olmadığı toplumlara bakınız, ne demek istediğimi anlarsınız.

DİĞER YENİ YAZILAR