Venedik’te İstanbul ganimetleri

Haberin Devamı

Venedik, 6. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu’nun Akdeniz’deki bir ticaret limanı olarak kuruldu. İmarında doğal olarak imparatorluğun başkenti Konstantinopolis örnek alındı ve Ayasofya’nın (İslamiyet öncesi) görkemine öykünen San Marco Katedrali başta, hemen tüm kült yapıları Bizans uygarlığının eserleridir.

Kısa sürede serpilip büyüyen Venedik, 8. yüzyıldan öteye bağımsızlığını ilan etti ve denizaşırı toprakları olan bir devlet/kent haline geldi. Gözü, kurucu modeli Konstantinopolis’in haşmetindeydi.

1202 yılında Venedik’ten yola çıkan Haçlı Ordusu, Katolik ruhban sınıfı tarafından “Ortodoksların Müslümanlardan farksız olduğuna” inandırıldı ve Ortadoğu sıcağında haçla hilal çarpıştırmaktansa, daha yakın, daha serin, daha ferah Konstantinopolis’te Ortodoks haçını kırmaya ikna edildi. Tabii Konstantinopolis’in daha zengin, dolayısıyla talanın daha verimli olacağı gerçeği de gözardı edilmedi.

Katolik Haçlılar, sözde din kardeşleri Ortodoksların kutsal başkenti, o zamanki adıyla Konstantinopolis’i 1203 yılında işgal ettiler. Kent bir yıl süreyle iki kez yakıldı, bugünkü Sultanahmet Meydanı olan Hipodrom, Senato, hatta Ayasofya tarumar edildi, şehir benzersiz bir talana sahne oldu.

Latin Katolikler, ilk Hristiyanlık başkenti olduğu için Konstantinopolis’te toplanan bütün kutsal kalıtları, başta kentin kurucusu Büyük Konstantin’in kemikleri, anıtı, azizlerin naaşları, hatta mezar ve heykellerini, efsanevi İskenderiye Kütüphanesi’nden daha zengin Konstantin Kitaplığı’nı, altın, gümüş, değerli taş içeren ne varsa gemilere yükleyip götürdüler.

***


Bugün Vatikan’da sergilenen ve saklanan ne kadar sanat eseri, kutsal emanet, değerli kitap, tarih belgesi varsa, bunların yarısı Konstantinopolis’ten çalınanlardır.

Venedik’in Ayasofya öykünmesi San Marco Katedrali’nin tepesine dikilen dört at heykeli de, 4. Haçlı Seferi diye anılan Konstantinopolis, yani İstanbul yağmasının ganimetleridir. Bu atlardan birinin, gemiden limana indirilişi, halen Venedik Vilayet Sarayı’nın duvarlarını süsleyen dev fresklerden birinde V. E. Bressanin imzasıyla sadece 1911’de resmedilmiş olup, “Sanat ganimeti: Konstantinopolis’in Altın Atı” adını taşımaktadır.

Konstantinopolis, haçlılar tarafından defalarca talan edilmişti. Ama bu 4. Haçlı Seferi, Ortodoksların yüreğine öylesine derin bir Katolik nefreti kazıdı ki, Bizans yavaş yavaş koptu Latin Katolik dünyadan, önce yalnızlaştı, sonra yoksullaştı ve zaten karşılıklı olan nefrete, kuşatma sırasında Batılı düşman kardeşlerinden yardım gelmeyişi eklenince, 1453’teki Osmanlı ordularının Konstantinopolis’i fethi, “Papa’nın külahındansa Halife’nin kavuğu” tercihiyle açıklanabildi.

Ortodoks ruhban sınıfıyla Katolik ruhban sınıfı arasındaki tarihsel kin, bugün bile dokununca yakan türdendir. Ve merak eden olsa, İstanbul Patrikhanesi’ndeki görevlilere sorup öğrenebilir. Ben sordum ve aldığım yanıtın şiddetiyle sarsıldım.

Sadece San Marco’nun tepesindeki 4 at heykeli değil, Venedik’in içini ve dışını süsleyen pek çok sanat eseri, değerli eşya, kutsal kalıt, Konstantinopolis ganimetidir.

Ve bugün, Venedik “dünya mirası” ilanıyla insan uygarlığının göz bebeği sayılıyor.

Oysa bebek onlardaysa, göz bizde ve derinliklerinde hâlâ ışık var, göz göz sırlar saklıyor.

***


İyi ki saklıyor. Çünkü bulduğumuzu çıkarıp el altından satmadığımız zaman, üstünden tramvay geçiriyoruz (Bkz. 8 bin 500 yıllık yerleşkeye dair Marmaray planı ve Binali Yıldırım pilavı). Bir talan ki, ganimet bile kalmıyor!

Abdülhamit de zaten “Nasılsa gavur işi” diye vere vere Louvre Müzesi’ne adını, en cömert bağışçı olarak yazdırmıştı. Eh, bugünkü hamitsiz Abdüller de ya satar, ya kaldırımları yaptırdığı müteahhit tayfasına emanet eder, bizleri Doğu Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı, dolayısıyla Avrupalı kılan kalıtları.

Bir tek Atatürk anlamıştı bu toprakların Asyalı geçmişini Avrupalı geleceğe bağlayan köprünün tarihten geçtiğini, onu da anlayan pek kalmadı.


DİĞER YENİ YAZILAR