Gazete Vatan Logo
Magazin Memeyi verip çekemezsin!

Memeyi verip çekemezsin!

'Öyle bir mesele ki, artık geri dönüşü yok. Mutlaka başarılmalı. Aksi olursa o zaman görün terörü'

Bazı insanların bilenmişliğine dikkat çeken Hülya Avşar, ‘O yüzden de şu demokratik açılım meselesinden çok korkuyorum. Çünkü bu öyle bir mesele ki, artık geri dönüşü yok. Mutlaka başarılmalı. Aksi olursa o zaman görün terörü...


Şu kadar terörist etkisiz hale getirildi, şu kadar asker şehit oldu haberlerini dinlerken sizin evde ne yaşanırdı?
Terör olaylarında ölen bütün yavrular için, Kürt-Türk hiç fark etmiyor, babam karalar bağlardı. Bir komşu veya bir ahbap denk gelmiş de “Oh Allah’ın cezaları Kürtler öldü, dağda bilmem ne kadar Kürt öldürdük” diye sevinçle konuştu mu babamın hemen gözlerinden yaşlar akardı. “Kürtler niye ölsün, bu çocukların hepsi de ana evladı değil mi?” derdi.
İşte onun o üzüntüsünü görmek benim canımı çok yakardı. Ben belki o misafirlerimize dönüp “Günah değil mi, onlar da insan” demeye çekinirdim ama mutlaka o geceler ağlayarak uyurdum. Hem ölen Türk çocukları için hem de ölen Kürt çocukları için. Tabii babam böyle olmasaydı bunları hissedebilir miydim bilmiyorum ama biz evde gerçekten hangi tarafın gençlerinin öldüğüyle değil, gençlerin ölmesiyle ilgili olduğumuz için canımız hepsine birden yanardı.

Niye terörist oldular?
Bu satırları okuyan biri belki de şöyle diyecek: “Ama onlar terörist...”
Oysa sadece “Terörist” değil “Niye terörist?” demek lazım. Düşüneceksin; o da annesinin karnından doğduğunda bir bebek. O da annesinin memesini emiyor. O da annesinin kokusuyla büyüyor. O da salıncaklarda sallanıyor. Peki sonra niye?

Mesela kandırıldıkları için olabilir mi?
O işin bir boyutu. Ama babam bize bu meselenin başka boyutları olduğunu da anlatırdı. Şimdi şu söyleyeceğim kelimeden ben de artık sıkıldım, ama “ekonomi” derdi babam... Yaşam şartları, baskılar, insanların canının yanması... Bunların hepsi bir araya geldiğinde başka türlü düşünmeye başlıyorsunuz. Mesela belki ben o sayede hayatımda hiçbir zaman “Allah’ın cezaları gebersinler dağda” demedim. Ama etrafta hep bu lafı duydum, “Gebersinler!”
Ve bunu Kürtlere karşı inanılmaz bir şekilde bileylenerek söylüyor bazı insanlar. Zaten o yüzden de gündemdeki şu “demokratik açılım” meselesinden ben çok korkuyorum.

Memeyi verip çekemezsin

Neden korkuyorsunuz?
Korkuyorum, çünkü bu öyle bir mesele ki, artık dönüşü yok. Bu işe başladıysanız bitirmek zorundasınız. En azından başarmaya doğru gidildiğini hissettireceksiniz. Aksi halde bu yeni doğmuş bebeğin ağzına memeyi verip en güzel anında çekmeye benzer, ki bu çok tehlikeli. Çünkü o zaman ne olur o bebek? Kıyameti koparır, olay çıkarır. Ne zaman ki sen yine o memeyi ağzına verirsin ya da başka bir meme; ancak o zaman susar, başka türlü kurtulamazsın artık.

Türban ve AB işine benzemez

Bu kadar kritik noktadayız diyorsunuz...
Bakın bu Kürt meselesi AB işine benzemez. AB işi bir şekilde olmadı ve geçti gitti. Ama onun yarattığı hayal kırıklığıyla bununki çok farklı olur. Türban işine de, oradaki kutuplaşmayla da benzemez. Dolayısıyla Erdoğan attığı adımdan artık geri dönemez ve dönmemeli de...

Ya istese bile beceremezse?
Becerememek gibi şansı da yok artık. Bu iş çok düşünülerek girilmesi gereken bir işti. Yoksa “Arkadaşlar kusura bakmayın, denedik olmadı, siz aynı şekilde yaşamaya devam edin” denemez bu saatten sonra. Kürt meselesi yarısına kadar yapılan icraatlara doymuş; şimdi herkese sonuç lazım, bunun şakası yok.

Yine de diyelim ki olmadı, sonunda ne görüyorsunuz?
Daha çok terör. Bütün korkum bu.

Kürtler ve Türkler arasında mı?
Tabii, bunu kastediyorum ve o yüzden çok korkuyorum. Yani bu açılım başarılamadığı takdirde, her şey bu kadar tartışmaya açıldıktan sonra siz o zaman görün bence terörü. Ama buna ihtimal dahi vermek istemiyorum ve ne yapmak gerekiyorsa onu yapalım diyorum.

Siz ne yapardınız başbakan olsaydınız?
Ben başbakan olsaydım geçmişte yaşayıp da şimdi “Vah vah zamanında bunlar nasıl olmuş, ah kafamız ah!” dediğimiz her olaydaki hataları ayıklar, inanılmaz radikal kararlar alır ve sonra da çeker giderdim. Belki o anda her şey karışmış gibi görünürdü ama yine de ne yapacaksam büyük büyük ve çabuk çabuk yapardım.

Türk üst kimliği altında hak

Türklere ve Kürtlere ne derdiniz mesela?
Türkler bu ülkenin bölünmemesini istiyor. Topraklarını, milletlerini korumak istiyor. Buna da sonsuz hakları var ama yöntem hataları yaptıklarını kabul etmeliler. Ben de sonuna kadar Türküm ama bu Kürtleri yok saymak, onlara etnik baskı yapmak anlamına gelmemeli. Yani “Bu dünya, bu deniz, bu güneş yalnızca size ait değil” derdim. Ama aynı anda dönüp Kürtlere şunu söylerdim: “Şimdi Anayasa’yı bozup içine ille de bir ‘Kürt milleti’ni sokma zamanı değil. Hazır demokratik açılım deniyorken önce haklarınızı savunun ama ‘Türk’ üst kimliği altında savunun. Bunu şimdi kabul etmeleri şart.”
Çünkü şöyle düşünün: Siz babanız ya da anneniz çok sinirliyken mi gidip onlardan bir şey isterseniz, yoksa sakinleşmişken mi? İşin bu psikolojik yanlarını herkes düşünmek zorunda.

Yani sonra değişebilir mi bu çizgi?
Hiç sizin aklınıza şu geldiğimiz nokta gelir miydi; benim gelmezdi. Bundan sonra da değişim mutlaka sürecektir. Ama demek istediğim şimdinin işi değil bunları konuşmak. Şimdi önce terör sorunu çözülmeli. Önce annelerin gözyaşı silinmeli. Türkiye düzlüğe çıkmalı. Sonra ne tartışılacaksa hukuk içinde zaten tartışılır. Ortalık bir daha karışsa bile hiç değilse sağlam bir zeminimiz olur.

Açılımda sınır milliyetçilik

Siz bu açılımdan ne çıkarsa “fazla” veya “az” dersiniz? Sizin çektiğiniz sınır ne?
Ben o sınırı milliyetçilikten çiziyorum. Şöyle ki; eğer taraflardan biri diğerine milliyetçilik anlamında baskın gelmeye çalışırsa bilin ki o taraf işi yokuşa sürüyordur.

Mesela bu sınıra göre Kürtçe eğitim olabilir mi yoksa sadece Kürtçe öğretim mi?
Bakın belki biz göremeyeceğiz ama hepsi zaten olacak. Fakat şimdi dönem milliyetçiliğe dokunma dönemi değil. Eğer bu Kürtçe eğitimin ucu milliyetçiliğine dokunacaksa o zaman bunda ısrar etmek aslında zaten bu iş olmasın demektir. Dokunuyor mu dokunmuyor mu onu ben bilmem, ama benim için ölçü bu.

Ama yalnız her şeyin ucu milliyetçiliğe dokunuyor denip hiçbir şey de yapılamayabilir?
Yo, bence yapılabilir. Kimsenin kimseye üstün gelmediği, kimsenin kimseyi rahatsız etmediği, bir milleti değil de demokrasiyi savunan yasalar yapmak bence şu anki sorunu çözer. Eğer bu işin kuralları bir kez doğru düzgün konursa, herkes bu yeni kurallara uyum sağlarsa ben Kürtlerin de zaman içinde rahatlayıp daha doğru sonuçlara ulaşacaklarına inanıyorum. Belki de diyecekler ki, “Ne Kürdü ne Türkü kardeşim. Biz hepimiz Türk okullarında okuyalım.” Ama bunu anlamaları için bile önce onun ortamını yaratmak gerekiyor. O da zor değil. Yıllardan beri Anayasa’yı değiştiriyorlar, bir kez de barış için değiştirsinler.

Ama Anayasa’yı değiştirmek için hükümet halka gitmek zorunda kalabilir; o zaman da sizce 72 milyondan nasıl bir ses çıkar?
Şimdi Türkiye’de şöyle bir şey var; bizde halk verir verdirilmez, vermez verdirilir. Yani kaçacak yol çok Türkiye’de. Dolayısıyla, bu tamamen o dönemki kampanyaya bakar... Bakarsın bugün “Demokratik açılım” olmuş, yarın bir bakarsın “Demokratik kapanım...”

Emekli büyükelçi Ümit Pamir “referandum” fikrini tartışmaya açtı mesela. Dedi ki önce “Kürt müsün Türk müsün”, sonra “Ayrılmak mı, birlikte mi yaşamak istiyorsun” diye sorulsun.
Böyle bir şey yapmak başa dönmek olur.

Oldu diyelim; siz ne yanıt verirdiniz?
“Başlarım çarkınıza” derdim herhalde... Ya da mecbur çift pasaport çıkartırdım... (Gülüyor)

Öcalan’a sadece acırım
Sizin hiç Öcalan hakkında düşünceleriniz değişti mi ya da oldum olası ne düşünürsünüz?
Sadece acırım ona, o kadar. Ama bir şey söyleyeyim mi, aslında insanlara kızmak, insanları yargılamak zamanı da geçti artık. O onu yaptı, bu bunu yaptı, biz çok kızgınız, hayır biz daha çok kızgınız... Buralarda olmamamız lazım bizim. Tek bir şey olması lazım, o da lütfen yeni bir yol.

Doğrusu size böyle fazla siyasi-teknik şeyler sormayı düşünmüyorduk ama şu af meselesi var: Dağdakilerin inmesi için af çıkarılabilir mi?
Birincisi bu devletin ve askerin bileceği bir iş, ben haddimi aşmak istemem ama şunu görmek de zor değil: Siz çağırdınız diye yıllardır dağlarda yaşayan insanlar “Lay lay lom” diyerek inmeyeceklerdir. Belki aralarında bölünecekler, belki çatışmalar yaşayacaklardır.
İkincisi eğer gerçekten inmeleri isteniyorsa bunun için bir adım atılmalı. Onlara “Vay be” dedirtecek bir adım... Çünkü onların da güvene ve gerçekten sahiplenilmeye ihtiyaçları var.
Üçüncüsü, devlet adına konuşamam ama ben ailemde böyle bir şey yaşamış olsaydım “Gel hadi barışalım” derdim, “Gel önce cezanı çek” demezdim. Çünkü o zaman gelmez... İşi baştan yokuşa sürmeyeceksin. Kürt meselesinde de “Ben demokratik açılım yaptım ama karşı taraf bütün yollarımı tıkadı” dedirtmeyeceksin.

Açılımı afaki konuşuyoruz, çünkü içeriğini bilmiyoruz

“İster politikaya alet edilmek için olsun, ister başka bir sebepten dolayı, bir demokratik açılım yapılması gerektiğini düşünenleri ben tebrik ederim. Ama bunun dışında ne konuşuyorsak aslında afaki konuşuyoruz, çünkü açılımın içeriğinde ne var, bilmiyoruz. Belki içeriği bile yok. Bir açılım yapılmasını sonuna kadar destekliyorum diyorum, ama belki içinden desteklemediğim maddeler çıkar ve sonra zan altında kalırım. Sonuçta ancak iki tarafın da ortasını bulmayı başarırlarsa açılımı da başarabilirler. Özellikle şehit annelerinin tek tek rızasının alınmadığı bir açılımla yol alınamaz. Zaten bence hükümetin işin bu psikolojik tarafını yönlendirecek bir ekibi olmalı. Çünkü bu tip büyük adımlar hiçbir zaman sadece politik değil, hatta daha fazla psikolojiktir.”

Sanat dünyasında Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya çıktı, isyankâr sayıldı

Sizce bugün olsa Ahmet Kaya’ya yine o geceki gibi saldırılır mıydı?
Tam tersine, alkışlanırdı. Hatta açılım kapsamında hükümetin görüştüğü isimlerden biri olurdu.

Siz o gece orada olsaydınız Ahmet Kaya’yı korur muydunuz?
Ya Ahmet’in yanında olurdum ya da çekimser kalırdım. Oradaki sahteliğin içine girip basının önünde şov yapıyor gibi görünmeyi istemezdim.

Peki sonra aradınız mı Kaya’yı?
Hayır aramadım.

Şu son birkaç ayı hesaba katmazsak, sanat dünyası Kürt meselesi karşısında geri planda mı kaldı?
Sanat dünyası, sanatçının kendisi Türkiye’de o kadar geri planda ki Kürtlük meselesine gelene kadar... Sonuçta bir tek Ahmet Kaya, Yılmaz Güney çıktı, onlar da isyankâr kabul edildi. Gerçi sonradan birçok sanatçı biraz ışık gördüklerinde hafif hafif bunu kullanmaya kalktılar ama işte bir Kürtçe şarkıyla da dost olunmuyor. Bir şarkıyla her şey yoluna girmiyor. Bence eğer ille Kürtçe şarkı söyleyeceksen o zaman adam gibi söyleyeceksin. İçinde arzuların, politik duruşun, sözün olacak.

İlk ne zaman Kürtçe söylediniz?
Bundan 10 belki daha fazla yıl önceydi. Yılmaz Erdoğan’la televizyonda bir programdaydık. Konuşurken birden kendi doğallığı içinde ağzımdan babaannemin öğrettiği “Keçe Kürdan” (Kürt kızı) diye bir türkü çıkıvermişti.

Civan Haco’yu 2003’te programınıza çağırırken amacınız neydi?
Ne tabu yıkayım diye düşündümdü ne de kafa tutayım diye. Bu işlerde insanın asıl bilinçaltı harekete geçiyor ve “Civan Haco niye olmasın” diyorsun. O yüzden çok normal geldi bana.

Kürtçe albüm düşünür müsün?
Şu anda yapılacak her şey çok itici olur. Okuduğum güzel bir senaryo var mesela, Jiyan adlı bir Kürt kadınını oynayacağım ama onu dahi bekletiyorum.

Ahmet Türk ile babam arkadaştı

Sizce DTP bütün Kürtleri temsil ediyor mu?
Edemiyor, istese de edemezler ama şimdi etmek zorundalar. Meclis’te olmaları nedeniyle onlara çok iş düşüyor.

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’le babanız arkadaşmış galiba?
Hem de çok yakın arkadaşlarmış. Ahmet beyle birkaç ay önce konuştuğumuzda bana babamı, amcalarımı, çocukluğumu, buluşup yemek yedikleri yeri vs. anlattı.

Bahçeli’yi dinlerken söyledikleri size nasıl geliyor?
Bu sene garip bir şey oldu Bahçeli’ye... Eskiden daha sakindi, daha az çıkıp, tek bir şey söylerdi ama daha doğru olurdu söylediği. Şimdi Bahçeli de Deniz Baykal gibi olmaya başladı gibi geliyor bana.

Yani Baykal’ı da beğenmiyorsunuz?
Baykal’ı değil, muhalefet etme şeklini beğenmiyorum.

Babanız hangi partiye oy verirdi?
Benim babam CHP’li ve Fenerbahçeliydi.


MİLLİYET

Haberin Devamı