Köşe kapmaca oyunları-1

Geçen yazımızda, on gün boyunca Fransa’nın o meşhur daha doğrusu ‘meşhurlaştırılan’ Cote d’Azur bölgesinde yaklaşık yedi-sekiz kent ve beş altı eski kent diye bilinen artık köyleşmiş yerlerini dolaştığımızdan bahsetmiş ve “bir başkadır benim memleketim” demiş ve izlenimlerimizi de yazacağımızı söylemiştik...

Fransızlar’ın diğer bir adıyla Batılıların “sömürgeci” ruhunun kentlerindeki günlük hayatına yansıyan yüzüyle bir gün içinde tanışıyorsunuz...

Ve bu yaşam tarzına da halkların alıştığını ya da alıştırıldığını görüyorsunuz.

Kentler, kapitale endekslenmiş ve adeta teslim olmuş...

Parası olanların yaşayabileceği, olmayanların ise terketmesini zorunlu kılacak sistemlerin hızla devreye girişinin ne kadar kolaylaştırıldığını da...

***

“Sosyal Adalet ve Şehir” adlı eseriyle çok konuşulan İngiliz bilim adamlarından Dr. David Harvey zenginlik ve yoksulluğun dünya üzerinde nasıl dağıldığını ve adil bir dağıtımın olup olamayacağını ve olacaksa da hangi araçlarla gerçekleştirilebileceğini araştırmış...

Haberin Devamı

Ve belki de kaç asırlık bir sırrı keşfetmeye çalışmış...

Dr. Harvey soruyor;

- Bir kente ilk gelenleri “efendi”, en son gelenleri “parya” yapan nedir?

Ve kapitalizmin popüler kültürdeki karşılığının genellikle “köşe dönücülük” ya da “köşe kapmaca” olarak bilindiğini belirten Dr. Harvey kentlerde sosyal adaletin tesis edilmemesi halinde gettolaşmaların da büyük ölçüde artabileceğinin tehlikelerine dikkat çekiyor!

***

Ve Nice...

Dünyaca ünlü kişilerin ilk durağı ve kentin simgesi haline gelen tarihi Le Negresco Hoteli...

Dört gün kaldık ama çıkacağımız günü adeta iple çektik gibi..

Neredeyse yapıldığından beri odalar restore edilmemiş, eşyalar ve banyolardaki aksesuarlar hiç değiştirilmemiş...

Hiç kimsenin uğramadığı bir müze yalnızlığını yaşıyor adeta...

Odaya istediğiniz küçük bir boş tabak ve çatal için 5 euro hesabınıza ekleyen bir anlayışın oteli yönettiğine şahit oluyorsunuz...

Sadece, bir şişe suyun otelde 13 euroya, dışarıda ise 3 euroya satıldığını söylemem yeterli galiba...

***

Ve Cannes...

Haberin Devamı

Pazarlarındaki tezgahlarda meyve ve sebzelerin “mücevher” gibi durduğunu ve bir kilo domatesin 5.50 euroya satılıyor...

İnsanlar taneyle alış veriş yapıyor...

Film yıldızlarının ve zenginler kulübü diye de bilinen o tarihi Carlton Hotel...

Denizde yüz elli metreden ibaret kaptığı plajının giriş ücreti 43 euro...

Bir şezlong, şemsiye ve havlu karşılığı...

Ve yatların kirlettiği pis bir deniz...

Bir kahve 17 euro...

Bir kentten bir kente trenle gidiş ücreti ise 12 euro.

Diyeceğimiz şu ki; dört mevsim yedi iklimin yaşandığı, yalancı cennet gibi olan ülkemizin uçsuz bucaksız denizlerini, adalarını, koylarını, dağlarını, nehirlerini ve göllerini düşündüğümüzde ve yeni otelleri buradakilerle kıyasladığımızda her şeyi daha iyi anlayabiliyoruz...

Yıllardan beri her defasında bu gözlemlerimiz daha da pekişiyor...

Ve Türkiye ile neden bu kadar çok uğraşılıyor? Sorusuna da çok farklı cevaplar buluyoruz...

*Cumartesi devam edeceğiz...

DİĞER YENİ YAZILAR