Pusulasız adalet!

Haberin Devamı

Hukuk, hiç kimsenin hesaplaşma alanı değildir... 97 yılında hesaplaşma operasyonlarını başlatan, dört yıl boyunca sürdürenler geri dönüşümü hiç hesaplamadı... Bumerangın gidişini alkışlayarak seyredenler yıllar sonra geri dönüş yolunda vuruldular...

Kısacası, hukuk yoluyla yapılan her türlü hesaplaşmaya karşı çıkılmadıkça, bu ülkedeki adalet daima tartışılmaya gebedir...

2001 yılında Harbiye’deki askeri müzenin salonunda ‘hukuk ve medya’ konulu konferansa konuşmacı olarak çağrılmıştık... Dönemin genelkurmay başkanı Org. Kıvrıkoğlu ve yüzlerce subay ve çok sayıda siyasetçi, bakan ve hukukçu da izleyiciler arasındaydı...

***


Konferansta demiştik ki:

- Hukuk, kimsenin elinde bir kızılcık sopası değildir... Hukuk, hiç kimseyi yargısız infaz etmemeli... Önyargısız olmalı... İddianamelerden haber yapmak büyük bir cinayettir! Hukuk, siyasetten uzak durmalı... Hukuk yoluyla intikam alma metodu eğer benimsenirse bu metot artık gelenekselleşmiştir!

***


- Bu ülke ne zaman düzelir? sorusuna “Babasını incir ağacının dalına asıp sonra da oturup gölgesinde ağlayacak yargıçlara sahip olmadıkça düzelmez!” dediğimizde karamsar bir adam olduğumuzu düşünenler çıktı...

***


Fatih, İstanbul’u fethedince mahkûmları affeder... Lakin, iki papazın zindandan çıkmak istemediğini öğrendiğinde huzura getirilmelerini ister... Bizans İmparatoru’nun kendilerini haksızca zindana attığını söyleyen papazlar “dünyaya adalet yeniden gelinceye kadar hücrede kalmaya yemin ettik!” deyince Fatih, iki papaza;

- Bursa’ya gidin... Mahkemeleri izleyin... Eğer, kadılar adaletsiz davranıyorsa ve topraklarımızda adalet yoksa, gelin, ben de sizlerle birlikte kendimi hücreye kapatacağım! diyerek söz verir...

***


İki papaz İznik’e gider... Kadı, ilk davacıyı dinler;

- Ben iki ay önce kırk yıllık komşumun tarlasını satın aldım. Tarlayı sürerken bir küp altın çıktı... Komşuma dedim ki ben tarlanın üstüne akçe verdim, altına değil... Komşum ise tarlanın altını da üstünü de sana sattım... Benim bir hakkım yok deyince size geldik...

Kadı, olayı doğrulatır... Birinin kızı diğerinin oğlu olduğunu da öğrenir... Ve her iki tarafa kararını açıklar:

- Çocuklarınızı evlendirip, bir küp altını da onlara düğün hediyesi verirsek anlaşır mısınız? diye sorar... Kadının teklifini her iki taraf da kabul eder...

Papazlar, kadının verdiği karara hayret eder ve İstanbul’a döner Fatih’e durumu anlatır ve artık zindana dönmeyeceklerini söylerler...

Tarihi bir hikâyedir bu tablo...

***


Adaletin tecelli etmesini sadece yargıçların sırtına yükledikten sonra bir kenara çekilip seyretmekle, beklemekle bir ülkeye adalet gelmez... Tarladan çıkan bir küp altını tarlanın eski sahibine vermek isteyen ve bir küp altını da almak istemeyenlerin dürüstlüğüne herkes sahip olmalıdır ki, yargıçlar da bu durum karşısında adaletten şaşmasın.

***


Adalet, delil üreten ve delil yok eden bir kurum değildir...

‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisiyle Osmanlı dönemindeki adaleti sorgulayanlar ‘Son Yüzyıl’daki adaleti tartışmaya açmalıdır...

Gerçeğin pusulası diye bilinen yargıçlardan yoksunlaşan toplumlar büyük bir felaketin eşiğindedir... Aksi hâlde, pusulasını kaybeden adalet bir ülkeyi batırır! Kimin neye inandığı beni ilgilendirmiyor ama neyin doğru olduğu hepimizi ilgilendiriyor!

Bir ülkenin yargıçları ‘İyi insanlar iyi atlara binip gitti’ demek gibisinden bir lükse sahip değillerdir!

DİĞER YENİ YAZILAR