Gazete Vatan Logo

Kemalizm anayasadan çıkartılsın

Sol'un ideologlarından Murat Belge, yeni anayasa tartışmaları konusunda çarpıcı tespitlerde bulundu.

Anayasaların bütün dünyada zaten ‘tepki’ insiyakıyla yapıldığını söyleyen Prof. Dr. Murat Belge’ye göre Türkiye’nin asıl sorunu anayasa değil demokrasi. Prof. Belge, AK Parti’nin anayasa çalışmalarını son derece olumlu buluyor.

‘Biz bugün hâlâ 12 Eylül’ün kurduğu rejim içinde yaşıyoruz. 12 Eylül rejiminin başlıca çıkış noktası tek parti dönemine dönmekti. Ve hatta tek partinin İnönü’lüsünden çok Mustafa’lı kısmına dönmekti. Ama bir yandan da dünya var, birtakım saçma sapan adamlar demokrasi icat etmişler. Öyle ki buna uymak gerekiyor. Ekosistem bu. Çok partili tek parti olacak diye düşündüler. Bir zaman mümkündü. Ama şimdi zor! Maalesef, çünkü ben solcuyum, bu düzenin en dışında olan AK Parti, anayasayı değiştirmeye çalışıyor. Bir sol parti yapsaydı, ancak bunu isterdim.’

Bu sözler, Türkiye’nin en tanınmış sol-liberal aydınlarından Prof. Dr. Murat Belge’ye ait. Belge’ye göre, Türkiye bir toplum olmak istiyorsa, kendisini toplum olarak teşkil edecek bir ‘teşkilât-ı esasiye’ metni üretmeli. Yani Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Ve bu ihtiyaç, 1982 Anayasası üzerine yapılan referandumun ertesi günü doğmuştu. Köşe yazıları dışındaki münzevi yaşantısının kapılarını Aksiyon için aralayan Murat Belge, bugünlerde yaşanan tartışmaları, “Türkiye’nin bir anayasadan daha çok demokrasi problemi vardır” diye değerlendiriyor. AK Parti hazırlattı diye yeni anayasa talepleri üzerinden “siyasi linçlere kapı aralanmasını” da kesinlikle tasvip etmiyor, tam tersine bunun bir şans olduğunu düşünüyor.

-Anayasa yapma sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Söylendiği gibi, bir tepki anayasası mı hazırlanan?

Dünya tarihi, etki ve tepkilerle yürümüştür. Bu anayasa girişimi oldu diye, buna tepki anayasası demek ve bundan ötürü bunu küçümsemek ve kötülemek bana anlamlı gelmiyor. Hatta tersi anlamlı bence; 1982 Anayasası’na tepkiden bahsediyoruz, bu tepki 25 yıl sonra geliyorsa asıl tuhaflık burada. Bu Anayasaya bu toplum 25 yıl sonra tepki göstermeye başlamışsa ‘vah vah bu topluma’ demek lazım. Bütün dünyada anayasalar böyle ortaya çıkmıştır oysa. Bir olay olur, onun üzerine bu tip anayasa girişimleri başlar. Mesela İngiliz yazısız anayasası nedir denildiği zaman, bu İngiltere toplumunun temel çatışmasının sonucudur. Bu da burjuvazi ile aristokrasinin arasındaki çatışmadır. Ama ondan sonra bunun uzlaşması yaşanmıştır. İşte Lordlar ve Avam kamaralarının ortaya çıkması bu iki kesimi nasıl uzlaştıracağının sonucudur. Amerikan anayasasına bakalım, o da öyle. Ulusal Amerika devleti ve yerellik; bu çelişki her zaman Amerikan tarihinin dinamiği olmuştur. Amerikan anayasası ve onun getirdiği kurumlara baktığımızda (Senato, Temsilciler Meclisi vs.) orada Amerikan tarihinin bu çelişkisinin çözüldüğünü görürüz. Dolayısıyla tepki anayasası bize mahsus falan değil, zaten bütün dünyada da böyledir.

REJİM DEĞİŞİKLİĞİ DEĞİL, REJİMİN ÜRETTİĞİ KORKULAR TEHLİKELİ

-Peki bu bir tehlike midir? Rejim değişikliği korkuları pompalanıyor örneğin…

Bir tehlike falan değildir. Bu bir devletin, ki kendini devlet olarak ilan etmiş birtakım adamlar demektir bu, (cumhuriyetin kuruluşunu kastediyor) kendisine toplum kurma eğilimine karşı; yine aynı toplumun bilmem kaç yıldır devam eden ben kendi devletimi kurmak istiyorum, talebidir. Bu tehlikeli değildir. Asıl tehlikeli olan öbürü, yani şimdiye kadar yaşananlardır. Devletin “ben her şeyi bilirim; topluma biçim veririm, benim dediğimden, istediğimden başka bir şey olamaz” dayatmalarından daha tehlikeli bir şey olamaz. Ve biz zaten bu tehlikeyi de bugüne kadar yaşadık. Bu zihniyetin yarattığı sorunlarla boğuşuyoruz Türkiye’de. Bundan daha büyük tehlike düşünemiyorum.

-Anayasa sipariş mi tartışması var. Ali Bulaç da ters bir yaklaşımı dillendirdi; anayasayı generallerin istemesiyle, iktidar partisinin istemesi arasında fark yok diye. Hakikaten yok mu fark?

Bence çok fark var. Çok basit. Bir parti anayasayı değiştirmek istiyor, bunun için birtakım uzmanlar buluyor. Anayasa yapacaksınız ve bu uzmanların elinden çıkmayacak, böyle şey düşünülemez zaten. Bize taslak hazırlayın denmiş, onlar hazırlayacak, kendi partileri içinde konuşacak. Derken, demokratik tartışma ölçülerinde bunu topluma yayacak. Ve sonunda bir anayasa çıkacak. Bu bir şey yapmaktır. Bir de 5 tane adam; genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları (12 Eylül darbecileri) oturmuşlar; seçim meçim de yapmamışlar. Atadıkları adamlar var. Adı Danışma Meclisi, yani beş tane adamın danışacağı 160 tane adam onlar. Başka da bir şey değil. İkisinin aynı şey olduğunu söylemek anlamsız.

-Halk iradesiyle yapılmış değil bir kere.

Evet, hiçbir alakası yok. Yani bu ikisi nasıl karşılaştırılır. Benim aklım bunu almaz.

TÜRKİYE’DE SORUN, DEVLETİN TARAF OLMASIDIR

-Yeni anayasa toplumsal bir sözleşme olsun deniyor. Toplumsal sözleşme kavramı (social contract) bizim gibi Doğu toplumları için ne kadar geçerli? Anayasa için nasıl bir mutabakata ihtiyaç var?

Toplumsal sözleşme, bir tarihî olgu değildir. Tarihte falanca yıl bir toplumsal sözleşme oldu diyebileceğimiz bir durum yoktur. Ne Doğu ne Batı kültüründe olan bir şeydir. Bu, büyük ölçüde Jean Jacque Rousseau’dan sonra dünya siyaset literatürüne mal olmuş bir kavramdır. Rousseau bize tarihî bir olgu anlatmaz. Falanca yıl, Ahmet’le bilmem kim karşı karşıya geldiler ve böyle bir karar verdiler, demez. Mantıkî bir şey anlatır. Devlet diye bir olgu vardır; tarihî koşullar içinde ortaya çıkmıştır. Devlet mantıken şu olmalıdır der, toplumsal sözleşme budur. Yani bu, yönetim olayını anlamakla ilgili bir şey. Doğu’su Batı’sı fark etmez. Tek fark, toplumsal sözleşme kavramının felsefesi Batı’da yapılmış, Doğu’da yapılmamıştır.

-Sivil anayasa için, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş esaslarında yer alan kimi kaleleri düşürme girişimidir diyenler var. Atatürk milliyetçiliği, Kemalizm, laiklik vb. konular tartışılıyor. Kale düşürme yarışı mı bu?

Doğru, bugünün siyasi konuşmalarında bu türlü laflar çok geçiyor. Ama bu ciddi bir mücadeledir, kavga veriliyor. Bu kelimeleri söyleyenler de genellikle o kavgadaki bir tarafın temsilcileri oluyor. Kale düşüyor, düşmüyor terminolojisi; ya da rejim tehlikesi gibi sözlerin, bugünkü durumla alakasını kuramıyorum. Anayasada Atatürkçülük, milliyetçilik olmalıdır diyorsa birileri; bunların anayasa hukukundan haberleri yok.

İçinde şunlar bunlar olan anayasalar faşist, faşizan rejimlerin anayasalarıdır. Gerçek demokratik anayasalar böyle ideolojiler taşımaz. Aksine her türlü ideolojinin tartışılacağı ortamı hazırlar. Anayasa da devletin bunu yapmasının kılavuzudur. Devlet bir taraf değildir. Türkiye’de mesele şudur, devlet taraftır. Değişmesi gereken de bu. Kale düştü terminolojisini kullananlar, bir savaşı kaybetmek üzereyken başka bir cephede savaş kazanmak için bu terminolojiyi kullanıyorlar.

NE YÜZDE 47 ŞERİATÇI, NE DE 20 KEMALİST

-Bu ideolojiyle yaşayan azımsanmayacak bir kitlenin olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz. Yüzde 20 oy alan partiler de ifade ediyor bunu çünkü. Onların endişelerini giderecek ne yapılabilir?

Türkiye’de bu kitle ve arkasında duranlar diyorlar ki, Türkiye bir irtica tehlikesiyle karşı karşıya. Şeriatı getirmek isteyen güçler var, buna karşı mücadele edelim diyorlar. Bence de Türkiye’de şeriat getirmek isteyenler var. Ne kadar bilemem. Antidemokratik yapısından dolayı, bir sürü şeyin saydam olamadığı bir toplumda yaşıyoruz. Bence de yüzde 5-6, ciddi ciddi şeriatla yaşamak isteyen insan vardır. Ama AK Parti yüzde 47 aldı. O yüzde 47, şeriatla yaşamak isteyen adamların verdiği oy değil bence. Aynı şekilde cumhuriyet mitingleri oldu; oraya giden her insan da oradaki çekirdek kadronun, çekirdek fikirlerini tasvip edenlerden oluşmuyordu. Korkuları olanlar da vardı samimi olarak. Ki korkmakta haklılar. Bir otorite gelecek, başını kapat diyecek. Bu kaygıyı taşıyabilir insanlar. Korku haklı, ama bugünkü iktidar bunu yapacak! Burada tam bir zırvalık var. Onun için nasıl bir taraf yüzde 47 şeriatçı değilse, öbür taraftaki yüzde 20 de katı Kemalist değil. Türkiye’de bütün katılıkları toplayanların hepsini toplasak, genel yapımızda katılığı teşvik eden bir sürü faktör var, belki yüzde 20’ye çıkabilir. Ama şu kadarı faşist, şeriatçı, komünist vs. diye toparlanacak bir yüzde 20’dir bu. Bu yüzden Türkiye’nin birtakım temel konsensüsleri sağlayarak, rahat rahat meselelerini çözememesi için çok fazla bir neden yok. Ama bu yüzde 20, o yüzde 80’in hayatını karartıyor.

-Zafer Üskül’ün de dillendirdiği üzere ideolojiler, Kemalizm, Atatürk milliyetçiliği, milliyetçilik gibi, bu anayasada yer almamalı mı?

Evet. Çünkü, ideoloji anayasada yer almaz.

-Bu tartışmayı kendilerine devşirmeye çalışanlar var. Onları ikna için ne yapılmalı?

Anayasa dediğinizde bir toplumda var olan hukukun temelinden bahsediyoruz. Ve Anayasa tartışması oluyorsa, sanki hukuki tartışma oluyormuş gibi düşünebiliriz. Aslında dünyanın hiçbir yanında bir anayasa sadece hukuki bir şey değil, politik de bir şeydir.

-Ağırlıklı siyasi bir tercih vardır yani?

Evet, Türkiye’de de bu fazlasıyla böyle. Şu anda biz Anayasa falan tartışırken hukuk tartışmıyoruz, siyaset tartışıyoruz. Bu siyasette tercihlerimize göre hukuk terimlerini tercih ediyoruz. Ama aslında siyasi mücadele yapıyoruz. Böyle de yapılması gerekli. Türkiye bu siyasi mücadeleyi çok daha önceden yapmalıydı bence. Geç kalmıştır. Ama şimdi yapıyoruz.

HALKI SOPADAN KURTARACAK BİR ANAYASA YAPILMALI

-İtiraz edenlere siyaset alanı açmak mümkün mü? Atatürk milliyetçiliği, Kemalizm anayasadan çıkarsa Türkiye ruhunu mu kaybeder?

Canım ne alakası var? Hiçbir şey kaybetmez. Baskıcı rejimle yaşayan bir toplumuz. Bu baskıcı rejim dediğimiz şey, soyut bir şey. Ama herkes de bilir ki, rejimin eylemleri elle tutulur. Gelir kafana bir sopa indirir, o zaman da somutlaşır. Biz kendi toplumuna devamlı sopa vurmuş bir rejimle yaşadık bugüne kadar. Sopanın altında olan insanların, artık bu sopanın altından çıkmasını sağlayacak düzenlemelere geçmek lazım. Mesela Meclis’te bütçe konuşuluyor. Savunma Bakanlığı bütçesi kabul edildikten sonra, partiler kürsüye gelip Türk ordusuna şükranlarını sunuyor. Böyle bir gelenek var. Ama mesela, Milli Eğitim bütçesi geçtikten sonra, partiler gelip öğretmenlere şükran sunmuyorlar. Falan. Mesela, Türkiye’de Ermeni meselesinin konuşulması bir tabu. Kürt meselesi, inanılmaz dikenli tellerle çevrili. Bunlardan biri aşılacak, toplum demokrasiye gidecek diyemem. Böyle bir şey olmayacak. Bütün bu dikenli teller ve bütün bu cephede; bazen ilerleyerek, bazen gerileyerek yol alacağız. Bir gün Ermeni, başka bir gün Kürt meselesinde, bir gün gelip Milli Savunma bütçesinde bir şeyler yapılacak.

-Devrimsel değil, dönüşümsel reformlar yaşanacak öyleyse?

Evet, denebilir. Şunu özellikle belirtmek isterim, Türkiye’de silahlı kuvvetlerin siyasette varoluş biçimine çok karşı olan, bunu devamlı yazan çizen bir insanım. Ama onlarla da konuşmamız lazım. Türkiye’de herkesin herkesle konuşması gerek. Birilerinin bunu önlememesi lazım artık! Ben senle konuşmam! Bu kültürü bırakmamız lazım. Çünkü, ben senle konuşmam ne demek? Konuşmadan nasıl yapıyorsun bu işi? Demek ki silah gücünle sen, benim tepemde boza pişiriyorsun ve benim sana hayır deme imkânım olmuyor. Bu düzen olamaz, böyle yaşanamaz. Böyle bir memleket kalmadı dünyada. Bu insanlar bunu anlamalı, gelip herkes birbiriyle konuşmalı.

-Kürt ve Ermeni meselesi, başörtüsü, savunma harcamaları meselesi, terör... Bunlar anayasal problem mi? Anayasa değiştiğinde bitecek mi?

Hayır, bunlar anayasal sorun değil. Bunların hiçbirisi sorun değil. Belki anayasanın kendisi de anayasal sorun değil. Sorun demokrasi sorunu. Demokrasiye gelindiğinde bütün bunlar çözülecek.

ARTIK YÜZME ÖĞRENME ZAMANI GELDİ

-Sivil anayasadan had safhada bir beklenti var. Bunun artması, toplumda siyasi ve sosyolojik hayal kırıklıklarına neden olabilir mi?

Biz Müslüman, Ortadoğulu bir toplum olarak, işte Kur’an’da yazanı yapalım diyen, hayatın her alanı hakkında alışkanlıkları olan bir toplumuz. Onun için anayasa bizim gibi toplumlarda çok önemli oluyor, kutsanıyor bir nevi. 1950’lerde ciddi şekilde gündeme gelir; Demokrat Parti’ye muhalefet falan. Yani o zamanlar böyle iyi bir anayasa sahibi olduğumuzda her şey düzelecek diye inanan çok büyük bir çoğunluk vardı.

-1961 Anayasası vardı, ama 1970, 1980 ihtilalleri oldu mesela.

Yani bunlar, anayasayla falan olacak şeyler değil. Şu anda da 1982 Anayasası geldi, mahvolduk diyenler olabilir. Sempatizanlar da vardır. Neticede 1982 Anayasası korkunçtur. Bunun korkunçluğu, toplumda kabul edilmişliğidir. Dolayısıyla şimdi de 1982 Anayasası’nı ilga edip, bir başka anayasa edindik, 3 aya kadar düze çıktık. Yok öyle bir şey. Üç aya kadar düze müze çıkamazsınız. Bu toplumun çoook sorunu var. Ve zaman alacak. Daha 30 yıl falan demek istemiyorum, ama vakit alacak.

Abdülhamit anı defterinde yazıyor, biz parlamenter sisteme hazır değildik, Osmanlı toplumu olarak. Japonlar yaptı, biz yapamazdık, diyor. Ama Abdülhamit toplum hazır değil, olgunlaşmadı demiş. Bugün bir Kemalist’e eskiden bu işlerin müsebbibi kimdir diye sorsan Abdülhamit der. Aynı gerekçeyle toplum daha olgun değil, yapmayalım diyen de sensin. Yani Abdülhamit’ten 150 yıl sonra sen hâlâ bunu söylüyorsan, burada bir tuhaflık var. İnsan karada yüzmeyi öğrenemez. Suya inecek, yüzecek. Birkaç saniye içinde yüzmeyi öğrenir. Demokrasiye geçmek de çok uzun zaman alır demek de biraz laf, suyun içine girince öğrenir. Artık yüzme öğrenme zamanı.

Haberin Devamı