Gazete Vatan Logo

İşe muayenehane ile başladı, şimdi 50 milyon $’lık yatırımı yönetiyor

Doğan Tıp Merkezi’nin sahibi Doğan Birgül, eşi İsmet Birgül’le birlikte her şeyi sıfırdan yaptı. 7 çocuklu bir ailenin oğluydu

Doğan Tıp Merkezi’nin sahibi Doğan Birgül, eşi İsmet Birgül’le birlikte her şeyi sıfırdan yaptı. 7 çocuklu bir ailenin oğluydu. Nevşehir’de köy okulundan çıkıp Tıp Fakültesi’ni dereceyle kazandı. 1977 yılında doktor olan eşiyle birlikte küçük bir muayenehane kurdular. Birgül şimdi 50 milyon dolarlık yatırımla yaratılan Doğan Tıp Merkezi’ni yönetiyor.

Doğan Birgül, Beylikdüzü’ndeki Doğan Tıp Merkezi’nin sahibi. Kendisi gibi doktor olan eşiyle birlikte 50 milyon dolarlık yatırımı yönetiyor. Küçük bir kasabadan doktor olma sevdasıyla çıkıp, hastane patronluğuna yükselen Doğan Birgül’le Beylikdüzü’ndeki yeni hastanesinde buluştuk.

Nevşehir doğumlusunuz. Üniversiteye kadar Nevşehir’de yaşamışsınız. Çok çalışkan ve azimli bir öğrenci olmalısınız, tıp eğitimi almışsınız...
Nevşehir’in Kozaklı ilçesinden İstanbul’a geldim. 7 kardeşiz. İlkokulda küçücük bir odanın içinde 5 sınıfın birarada olduğu bir ortamda okuduk. 5’inci sınıfta 4 kişiydik. Okulun mevcudu 30-35 kişiydi. Köy okulunda okuyup İstanbul Tıp Fakültesi’ne dereceyle girdim. Çalışkandım.

Günde 100 hasta baktım

Eşiniz de doktor...
Eşim Kıbrıslı. Eşimle sınıf arkadaşıyız. Tıbbiyenin ikinci sınıfında arkadaşlığa başladık. Fakülteyi eşim de ben de dereceyle bitirdik. Okulu bitirince evlendik. Hatta okulu bitirdiğimiz gün evlendik. Mezuniyet balosuyla düğünümüz aynı gündü. Dekan da şahidimizdi. Dereceyle bitirdiğimiz için ihtisasa girme konusunda şanslıydık. Karı koca birbirini tamamlayıcı bir ihtisas yapmak istedik. Birimiz dahiliyeci olsun, birimiz çocuk dedik. Eşim çocuk hastalıklarını seçti ben de iç hastalıklarını. Çapa’da yaptık ihtisasımızı. İhtisas bitti, üniversitede kalmayı hedefledik. Eşim kaldı ama ben ihtisas sırasında asistan temsilciliği yapmıştım. Asistanların menfaatlerini koruyordum. 1970’li yıllardı. Hocalar ‘Bu adamı yanımıza alıp ne yapacağız?’ dediler. Ben tuttuğunu koparan bir insan olarak görülüyordum. Üniversitede hocanın çantasını taşımak, ’Hocam siz daha iyi bilirsiniz’ demek gerekiyor. Ben genç yaşımda muayenehane açmaya karar verdim. Uzman hekimim ama hastam yoktu. Eşim Çapa’dan çıkınca muayenehaneye geliyordu, uzun süre oturduk. Neticede yavaş yavaş hastamız oldu.

Muayenehaneden yola çıkıp tıp merkezi kurdunuz. Birçok doktorun yapamadığı neyi yaptınız?
Kısa sürede güven sağladık, sigorta polikliniği gibi olduk, çok hastamız oldu. Eşim de ayrıldı üniversiteden. Birlikte çalışmaya başladık. Günde 50-100 arasında hasta bakıyorduk.

Bu, hizmetin kalitesini düşürmüyor mu? Bir hastaya kaç dakika bakıyordunuz?
Yoğunluk olunca baktık olacak gibi değildi, geceleri bile hasta bakıyoruz, ilk önce nöbetçi doktor koyduk. Sonra çocuk doktoru, sonra dahiliyeci derken doktor sayımız arttı. Küçükçekmece’de bir yer açmaya karar verdik. 5 katlı bina aldık. O zaman bir poliklinik 5 katlı olmazdı, bir katta her şey olurdu. Geniş bir yapı hazırladık. 1982 yılıydı. Hastaya teşhisi koyup medikal tedaviyi yapıyor, ameliyat gerekirse hastanelere yönlendiriyorduk. Bu da hastane kurma fikrine sahip olmamıza neden oldu. 1988’de inşaata başladık. 1990 yılında açtık.

Şimdi kaç hekim çalışıyor?
350. 3-4 sene sonra bu hastanemiz de yetmez oldu ve 1996’da yeni bir hastane daha açtık. ‘Farkınız ne’ diye sormuştunuz. Bir kere iyi bir bilgimiz vardı, kendimizi de tıptaki gelişmelere göre yetiştirmeye devam ettik. İnsan ilişkilerine tabiatımız yatkındır. Yaptığımız işi etik yapmaya özen gösterdik. Kazandığımız her paranın helal olmasına özen gösterdik.

1977’de muayenehane açtınız, sonra hızla büyüdünüz. 80’ler ve 90’larda bu kadar çok hastane yoktu. Şimdi hastane sayısı çok arttı. Siz Küçükçekmece-Beylikdüzü bölgesinin içinde kaldınız...
14’üncü özel hastaneydik biz o dönemde. Çok fazla hastane yoktu. Poliklinik modası vardı, özel hastane yoktu. Şimdi istanbul’da 200 kadar özel hastane var. İstanbul’un nüfusu 6 milyondu, 14 özel hastane vardı. Şimdi nüfus 12 milyon ama 200 özel hastane var.

MR merkezleri doktorlara “Bana hasta gönder, % 25’i senin” diyor

Doktorların çoğu başka yollardan para kazanıyor. Örneğin bir muayene oluyorsunuz, test için o doktorun istediği yere yönlendiriliyorsunuz. Bir başka doktora gitseniz 3 gün önceki test sonuçlarına bakmıyor, kendi işaretlediği yerden tahlil istiyor. Serbest çalışan doktorlar da laboratuvarlarla anlaşmalı... Her yerde MR merkezleri var...
1 milyon nüfusa bir MR lazım, 11 milyon nüfusa 11 MR merkezi yeter. İstanbul’da 150’nin üzerinde MR merkezi var. Dediğiniz doğru, doktorlar işi ticarete dökmüş durumda, gerekli gereksiz MR isteyen doktor sayısı çok. ’Sen bana hasta gönder yüzde 25’ini sana vereyim’ diyor merkezler. Hasta bakarak risk alan doktor, MR isterken risk de almıyor. İş yerinin kirasını MR’lardan çıkarıyor.

Parmağınız ağrısa MR’a gönderiyorlar. Suni talep yaratılıyor. Bunlar hekime güveni azaltıyor. İsteyen istediği yere MR merkezi açıyor, taksi durağı açamıyor ama MR merkezi açıyor, bu yanlış. Sağlıkta serbest piyasa ekonomisi yanlış. Özellikle bu tıp merkezler ile özel hastanelerin sayısının artmasına artık dur denilmeli. Mevcut hastanelerin hizmet kalitesi artırılmalı.

Özal’ı tanımazdık, bir mektup yazdık, geldi hastanemizi açtı
“İlk hastanemizi 1990’da açtık. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dı. Hiç tanımazdık. Partiyle de ilgimiz yoktu. Bir mektup yazdık. Karı koca hikayemizi anlattık, hastanemizi katkı almadan kendimizin kurduğunu yazdık. 20 hekim çalışacak dedik. Cumhurbaşkanı Özal gelip hastanemizi açtı. Türkiye’de özel hastaneciliği teşvik ediyordu Turgut Özal.”

Kuyumcular bile özel hastane kurdu

İstanbul’da 200 özel hastane olduğunu söylüyorsunuz. Bu hastaneler arasında hem doktorların kurdukları hem de işadamlarının yatırımları var....
Herhangi bir sektörde para kazanıldığı görülünce herkes bu işe giriyor. Bütün müteahhitler hastane sahibi oldu. Tekstilden inşaata, dövizden kuyumculuk işine kadar farklı sektörlerden gelenler hastane sahibi. Para kazanmak için her şey mübah görülüyor. Hastane işinin başında bence hekimler olmalı.

Bu hastaneler hasta bulmakta zorlanmıyor gibi görünüyor...
Bir doktorun ayda 8 milyar alabilmesi için günde 30 hasta bakması lazım. Benim diyen yerde 300 hasta kalmadı. Hastalar bölündü. Doktorlar artık yönetime ‘Hasta gelmese de paramı alacağım’ diyor.

EN ZOR GÜNÜM

Muayenehanemde az kalsın bir hasta ölüyordu
İşe yeni başladığım dönemdi. Cennet Mahallesi’ndeydi yerimiz. Bir genç bayan kayınvalidesini getirdi. ’Her yanım ağrıyor’ diyen 65 yaşındaki bir kadın. Kireçlenmesi vardı. ’İğne yap da ağrılar geçsin’ dediler. İğneyi yaptırdık. Bir iki dakika içinde gelin ’Doktor Bey yetiş’ dedi. Teyzenin her yeri kırmızı mürekkeple boyanmış gibiydi, idrarını da kaçırmıştı. Bütün doktorluk hayatım bitti diye düşündüm o an.

Bir profesör öldürüldü
Bir çeşit alerji oldu, alerjiyi giderici ilaçlar yapmak lazım ama tansiyon nabız sıfır. Kurtulması zor. Elim ayağım karıştı. Muayenehanede ölmesin diye düşünüyorum, gencim, panik oldum. Nihayet hemşire bir damarına girdi ve serum takıldı. Teyze, Oflu İsmail’in halasıymış. ’Ölürse sizi yaşatmazlar’ dediler. O akşam o teyzeyi evine taşıdım. Teyzede akşama kadar tık yok ama nefes alıyor. Bir ara gözünü açtı o kadar.

Yıllar sonra Çapa’da bir profesör öldürüldü, Göksel Kalaycı hoca... Ameliyat ettiği ve ölen kişi, benim tedavi ettiğim kadının oğlu. Benim hayatımda iz bırakan en sıkıntılı olay budur.

Haberin Devamı