Efendiliğin modası

Üç dört saatlik bir uykuyla atladık uçağa, geldik anne evine. Geçen haftaki evlilik törenine öyle apar topar hazırlandık ki aile büyüklerimiz bile o gün bizimle olamadı

Haberin Devamı

Üç dört saatlik bir uykuyla atladık uçağa, geldik anne evine. Geçen haftaki evlilik törenine öyle apar topar hazırlandık ki aile büyüklerimiz bile o gün bizimle olamadı.

İki çekim günü arasındaki tek boşlukta birkaç saatliğine de olsa “el öpmeye” geldik.

Yenimahalle’ye girerken “İşte şu metro istasyonunun üzerinde bir çocuk parkı vardı” diye başladım mazide yapılacak turistik tur anlatımıma...

“Şu ilkokulum, şu kırmızı bina anaokulum, onun yanındaki binada ortaokul ve liseyi okudum...”

Bütün çocukluğun ve gençliğin bir cadde üzerinde geçmiş dedi Tuna. 25 yılda çocukluğumdan bir şey kalmamış sanki. Ana binalar hariç her şey başka...

***

Annem şahane bir kahvaltı sofrası hazırlamış, en sevdiğim arkadaşlarıyla bizi bekliyordu.

Sıcak çaylar, annemin kırmızı biber ezmesi, taze naneli maydanozlu tabakları, kekikli zeytinleri, börekler...

Küçük salondaki yemek masasının etrafını saran kütüphaneye baktım. Ufak ufak annemden yürüttüğüm yüzlerce kitaba rağmen, hâlâ gözümü diktiklerimi görünce “hepsi sizin” dedi annem.

Konuşulacak o kadar çok şey vardı ki. Oysa sadece birkaç saat kalabilecektik. Hep bir ağızdan, konudan konuya atlayarak, cümleleri yarım bırakarak hasret giderdik önce. Sonra bak dedim kıymetlime. Kütüphaneden 1973-74 yıllarının Milliyet Sanat cildini çıkardım. Rastgele bir sayfa çıktı karşıma. Koyu renkli saçlarıyla Hakkı Devrim’in, hazırladıkları yeni ansiklopedi ile ilgili verdiği röportajı okuduk. Sonra bir başka sayfada Bunuel’in filmleri hakkında, “neyi sembolize ettiğimi ben de bilmiyorum” dediği bir çeviri makaleye güldük.

Bir başka cilt çıkardım. 1979 yılının New Mode dergilerinden bir toplamaydı. Giysiler, ayakkabılar, aksesuvarlar bire bir günümüzün modasıymış, hayretler içinde çevirdik sayfaları.

Sonra annemin ders kitapları ve ders notlarının ciltlerini çıkardık. Sınav kağıtlarını bile biriktirmiş. Sorular, cevaplar, ödevler...

Hepsi duruyor.

Ve tabii genç kızlık yıllarının aşk romanları...

Mükerrem Kamil Su, Esat Mahmut Karakurt, Muazzez Tahsin Berkant, Kerime Nadir, Peride Celal.

Bir dönem romanı üzerinde çalışan kıymetlimin gözleri parladı. Artık kapakları incelmiş, sapsarı yıpranmış sayfaların içinde tam da aradığı dil vardı işte: “Bir aralık kapının önünde, memleketin en güzel kadınlarından biri olan Afet Hanımefendi’nin yanında ince uzun bir hayal şeklinde o göründü. İkisi de siyah saten tuvalet giymişlerdi. Afet, mavi renkli iri bir çiçekle tuvaletinin siyahlığını tadil etmişti. Kumral saçları pek itinalı dalgalarla güzel başını nefis bir bukete benzetmişti. Yeşil engininde binbir renk kaynayan lacivert çımgılı gözleri, pürüzsüz pembe yüzüne özenilerek yerleştirilmiş iki eşiz zümrüdü hatırlatıyordu. Lâme iskarpinleri içinde dolgun vücuduna nazaran çok küçük olan ayakları şaşırmayan bir sadelikle ilerliyordu.” (Mükerrem Kamil Su - Çırpınan Sular)

***

Biz kitaplar arasında eğlenceli dakikalar geçirirken annem mis gibi kokan kahvelerle girdi salona. Anlayışla gülümsedi. Biz de ganimetleri toparladık hemen. Boşalan fincanları mutfağa götürdüğümde küçük pencereye asılı el örgüsü dantel perdelerini sevdim annemin. Mermer tezgâhın üzerindeki fincanlara bakarken, okul dönüşü öğle sonraları geldi aklıma.

Dışarıda hayat ne kadar değişirse değişsin, annemin kapısından içeride aynı güzellikte saklı duruyor her şey. Bu yüzden “eve dönüşler” tuhaf bir yorgunluk bırakıyor insanın üzerine.

Şu yeşil yapraklı tencereler, sehpanın üzerindeki gümüş kuşlar, oturma odasındaki mavi halı...

Ve annemin çalışma masasının arkasındaki duvarda asılı resmim. 16 yaşındayım. Kirpiklerimi boyamışım. Üzerimde kareli bir gömlek. Hafif yana eğerek başımı tebessüm etmişim. Fotoğrafın çekildiği öğle sonrasını hatırlıyorum.

Nasıl da sıcaktı...

Şu anda o fotoğrafa bakarak bu satırları yazıyorum. Aşağıdan annemin, arkadaşlarının ve kıymetlimin kahkahaları geliyor.

Terastan Ankara’ya bakıyorum.

Hava soğuk. Hayat ne kadar hızlı akıyor...

Elbiselerin modası geri geliyor ama “efendiliğin modası” nedense dönüşsüz geçiyor...

DİĞER YENİ YAZILAR