Kırık bebek

Haberin Devamı

Taksim’de tek başınaymış Töre. İstiklal Caddesi’nde değneklerine tutunarak yürümeye çalışırken karşısından gelen bir adam ona bakıp “Böyle yaşamaktansa öleyim daha iyi be” demiş...

“Bedenimdeki engeli zihnimde de var sanıyorlar. Yüzüme bakarak bunları söylerken anlamayacağımı sanıyorlar” diyor...

“Toplum mu engelliyi dışlıyor yoksa sonunda engelli mi kendisini soyutluyor ondan emin değilim” diyor...

“Sevda kapımızı çaldı elbet, biz de buyur gel dedik” diyor... Ve bütün bunları konuşma bozukluğu sebebiyle oldukça zorlanarak, kan ter içinde kalarak anlatıyor.

***


Bundan üç yıl önce yakın arkadaşım Yasemin Göksu vasıtasıyla tanımıştım Töre’yi... Evine gitmiştim. Onunla söyleşmiş, fotoğraf çektirmiştim... Sonra o söyleşiyi gazeteye getirmiş, tam sayfa bir röportaj olarak okurla paylaşmıştım.

Töre Ozan 1987 doğumlu bir genç. Doğum sırasında rahimde sıkışma yüzünden havasız kalmış ve bugün sadece dört parmağına hâkim olabilen spastik bir insan olarak yaşam mücadelesi veriyor. Konuşmasını anlayabilmek hayli güç... Ama güzel yüzünden, o güzel gözlerinden taşan ışıklara kapılmamanız imkânsız. Bir süre sonra kullandığı kelimeler, cümleler karşısında diliniz tutuluyor adeta...

Doğum anında oksijensiz kalmış Töre. 8 gün kuvözde kalmış.

6 aylıkken Cerrahpaşa’ya götürmüş anne babası Töre’deki garipliği fark edip. Sürekli 2 ay ileri atılan randevu ve 4 ay sonra çekilen beyin tomografisi derken Töre teşhis konulmadan 1 yaşına gelmiş... Yıllar içinde aile dağılmış. Anne babasının ayrılma sebebi maddi sorunlar ve Töre’nin sorumluluğunu annesinin tek başına taşımak zorunda kalması olmuş.

***


Kaslarına hâkim olmakta güçlük çektiğinden ayaklarını ve bacaklarını arabaya bağlamıştı o gün Töre. Sol elinin dört parmağını kullanarak her işini kendi görüyormuş. Hikâyenin kalan kısmını genç adam şöyle anlattı:

- “Annem ve babam boşandıktan sonra kendimi çok kötü hissettim. Hayat bana anlattıkları gibi değildi. Tam da ergenliğe girmiştim. Her şeyi sorguluyordum. Dinlediğim müzikler bile değişiyordu. Ahmet Kaya dinlemeye başladım. Şarkı sözleri beni çok etkiliyordu. Yusuf Hayaloğlu okuyordum. Benim için çok önemli bir adamdı o. Sonra Metin Sabancı’da yatılı okumak istedim. Annemle babamdan uzakta olmak istedim. Ama okula gittiğimde kurallar var dediler. Balkona çıkamazsın, pencerenin önüne gidemezsin, bu saatte yatacaksın gibi... Bizi korumaya yönelik kurallardı ama özgürlüğümü kısıtlıyordu. Sevemiyordum o kuralları. Beş ay kaldım orada. O sırada aşk kapımızı çaldı. Biz de buyur gel, hoş geldin dedik” derken kahkahalar atıyordu. Ne kadar ısrar ettiysem de kız arkadaşının adını vermedi. Artık başkasıyla evliymiş çünkü.

“Hep benim içimde olurdu aşk ilk defa birisi bana âşık oldu. Onu da aldım okuldan çıktık. Ev tuttuk” dediğinde inanamadım.

“İki gencecik spastik insan nasıl yalnız yaşamaya cesaret edebilir” diye sordum hayretle.

- “Annesi babası ölmüştü onun, kimsesi yoktu. Bir süre birlikte yaşadık ama olmadı. Ayrılmak zorunda kaldık. Kendimi taşımak zordu, onun sorumluluğu da vardı. Sonra da hep kendi kendime baktım ben. Benim hayatım beni güçlü yapmak zorundaydı. Kimseye muhtaç olmak istemedim ve istemiyorum. Bugüne de geldim sonunda. Kendimi bu bedene hapsolmuş bir ruh olarak görüyorum. Aşk benim için kapanmış bir defter. Ne kadar çok severdim onu... Tabii ki şimdi de göze alırdım aşk için çok şeyi... Yine seviyorum ama... Onu görmek için yollara da çıkarım ama...” deyip yeni bir kahkaha daha patlattı.

Aşktan konuşurken yaşlı bir adam olmuştu sanki. Nasıl anlatsam... İhtiyar bir edası vardı... Konuyu şakalarla değiştirdi zaten hemen. Okulundan bahsettik biraz.

- “Gazeteci olmak istiyorum aslında. Bu yüzden tekrar üniversite sınavına gireceğim. Şu anda Aydın’da Adnan Menderes Üniversitesi’nde büro yönetimi okuyorum. Kendim ev tuttum. Ev sahiplerim de yardımcı oluyor. Her şeyimi yapıyorum. Yemek dışında tabii. Bir bursum var, onunla kiramı ödüyorum ve okula gidiyorum. Yazmayı çok seviyorum. Şiirlerim kitap olacak yakında. Bilgisayar yakın arkadaşım” dedi...

***


Yazıya oturduğumda, Töre’nin anlattıklarını ekranımda yazılı görünce içim cız etti bir yerde. Babasına olan kırgınlığını anlatırken ne kadar kontrollü ve ölçülüydü. Tıpkı aşktan konuştuğumuz anlarda olduğu gibi babasından konuşurken de ihtiyar bir adama dönüşüyordu. Sanki babası değil de onu çok üzmüş bir oğuldan bahseder gibiydi...

“Yalnızlığımı seviyorum ben, her şey yolunda sorun yok” dedi kısaca.

“Yakın arkadaşın var mı peki Töre” diye sordum.

“Var sanıyordum ama yokmuş... Sizin var mı? Siz ne kadar yalnızsanız arkadaşlarınızla ben de o kadar yalnızım” dedi...

Ama en çok şarkılar dinleyerek değiştirip geliştirdiği düşüncelerini anlatırken söylediği bir cümle asılı kaldı aklımda...

“Geceleri yattığımda düşünüyorum. Kader mi? Kader var mı? Bizi bir yaradan var... Ama ben dünyanın adaletine inanmıyorum...”

NOT: Töre şu anda Antalya’da yaşıyor. Yeniden üniversiteye girdi. Akdeniz Üniversitesi’nde sanat tarihi okuyor. Yazar, müzisyen, sanatçı, tarihçi.. Velhasıl kalp okumayı bilen dostları onu yalnız bırakmıyor... Ve özellikle her hafta Kale İçi Hasanağa’da şairlerin keyif toplantısına birlikte katıldığı Şükrü Erbaş onu bir kanadıyla havada tutuyor...

DİĞER YENİ YAZILAR