Çekiştire çekiştire mutluluk...

Haberin Devamı

Kendimi bildim bileli yapmak istediğim hemen her işi yaptım. Bazen yapmak istemediklerimi de. Para kazanırken çok yorulduğum da oldu, çok yorulup hiç kazanamadığım da. Kalp kırıklıklarım, kalp kırmalarım, kariyer koşulanmalarım, bencil sabahlarım ve nihayetinde yalnızlığımı pek fena fark ettiğim akşamlarım oldu. Tariflere uymayan, tarifeye bakmayan, hep geç kalınan ya da ucundan kaçırılan mutluluklar, renkleri her yıl değişen aşklar, Hıdırellez’de para için gül ağacına asılan keseler, sonunda soğuk bir mutfakta yenilen peynir ekmeğe eşlik eden demli mi demli yalnızlıklar...

İnsan bir sürü şeyden mutsuz olur da, mutlu olacağı ufak tefek şeyleri es geçer ya bazen... Uykusuzluk içinde kendi kendime bunları sayabildim... Sayabiliyorum artık yani... Ama biliyorum ki aslında “mutlu olmak için bulunabilecek nedenler” milyon tane...

Sizinle Emanetçi oyunumda da anlattığım bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum bu cumartesi yazımda:

Ben çocukken bizim mahallede akşam üzerleri, kadınlar bahçeye çay içmeye inerlerdi. Ellerinde mutlaka dantelleri, omuzlarında hırkaları olurdu, içlerinden bazı hanımlar, bazen erken ayrılırdı. O zaman diğerleri gidenin arkasından göz ucuyla bakıp dedikodusunu yaparlardı. Dedikodu yaparken de mutlaka hırkalarını çekiştirirlerdi.

Efendim, bizim bu bazı komşu teyzeler genellikle söz konusu olan kişinin o anki mutlululuğuna gıcık olarak başlarlardı dedikoduya. Diyelim ki kızı yeni evlenmiştir kadının ve de çok mutludur. İlk cümle sektirmez, kaleyi ortadan bulurdu. “Cık, çok yakında boşanır bunlar.” Diğerleri kafa sallarken parmaklarına ipleri dolar, sanki iştahla o ayrılık sahnesini hayal ederlerdi. Adeta ihtirasla isterlerdi o ayrılığı.

Veya kadıncağızın kocası borç harç bir “reno araba” almış. Turuncu. Pek mutlulular. Artık arabaları var. Hatta o gece gezmeye gidecekler, erken kalkması lazım bahçe sefasından. Daha kadıncağız köşeyi dönerken tarama başlar. “Ayyaş kocası nasıl kullanacaksa arabayı? Kaza maza yapmasalar bari...”

O an sallanan kafalar ve parmağa dolanan ipler asla bir ölüm dilemezler ama turuncu arabayı hurda olmuş şekilde hayal etmekten de geri kalmazlar.

Aslında...

O kadar az mutluluk görmüşlerdi ki...

Mutluluk karşısında ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Kendi ellerine geçse mutluluk, şaşırırlardı nereye koyacaklarını, nasıl saklayacaklarını. Nasılsa ziyan olur korkusuyla yaşarken, mutlulukları ziyan olup gittiğinde, tuhaf ama, bir rahatlama geliyordu yüreklerine. Eh, herkes gibi oluyorlardı böylece. Göze batmıyorlardı. Ve bu yüzden istiyorlardı ki herkes gibi olsun herkes. Kendi mutluluklarına yabancı o insanlar başkalarının mutluluğuna iyiden iyiye düşmandılar. Hiç kimseye bir düşmanlıkları olmadığını düşünerek...

Düşünüyorum da içleri rahattı galiba. Yapmadıklarını ve yapamayacaklarını yapanları kendi yanlarında görmek iyi gelirdi yaşadıkları o durağan ve monoton hayat içerisinde.

Ve şimdi fark ediyorum...

Bazıları bir başarısızlığın üzerine binbir sevinç kuruyor. Bu sevinç aslında onları bir yere götürmüyor ama zaten bir yere varmak derdinde de değiller... Yaşayıp gidiyorlar işte, “üstlerindekileri çekiştire çekiştire...”

DİĞER YENİ YAZILAR