Hatada profesyonel!

Haberin Devamı

Pazar sabahı... Birinci sayfalarına bakarak okumaya ya da okumamaya karar verdiğim birbirinin aynı gazeteler yığını arasından yaptığım seçimi tamamlayıp kendi özgün pazar gazetemi yaratmışım. O gazeteye göre olmayacak yazarlar bir aradalar. Olsun!! Başlıyorum okumaya... Gazete dediğin böyle olur! Çok sesli! Renkli.. Tutturuk olmayacak fazla...

***


Markar Esayan Taraf’taki yazısında diyor ki: “Şimdi Ve Gelecek” kavramlarının bu kadar silikleştiği bir ülke ve debelenen bir halk... Hayatın tek bir halinin içinde sürükleniş, o hal’de yaşamak sürekli... Ülkemde birileri öldüklerini, birileri de yaşadıklarını kanıtlamaya çalışıyor biteviye. Hatta bundan daha da y(a)ıkıcı olarak, hem öldüğümü, hem de hâlâ yaşadığımızı aynı anda fark ettirmek zorundayız. Kime? Öznesi belli değil.. Flu bir surat.. Kimliği sürekli değişen bir muhatap, devlet gibi gözükse de belki öteki komşumuza ama daha çok,-gerçekten yaşamadığımızı bilmekle- aslında kendimize bu çabamız. (...)

Markar ne zamandır kendini, geçmişini, yaşadıklarını anlatıyor? (Anlatmak zorunda kalıyor-kalıyor-kalıyor...) Bir televizyon programında bir araya geldiğimiz Esra Elönü geliyor aklıma o an. (Anlatmak zorunda kalmak! Kaldığını düşünmek! ) Ne konuşulursa konuşulsun mevzu bir şekilde mutlaka 28 Şubat’a geliyordu. Diğer konuk Cumhuriyet Gazetesi’nden Şükran Somer’di... Şükran Somer bütün suçu AK Parti politikalarına bağlıyor Esra da bu durum karşısında ısrarla “İkna odalarından” söz ediyordu... Elimdeki tükenmez kalemle kâğıt üzerine değirmenler, papatyalar, bulutlar çizmeye başladım. (Çizmek sorunda kalmak!) Mevzu hiçbir sonuca varamazdı... (Sıkışmak) Çünkü “ASLINDA” insan olarak kimse kimseyi kırmak istemiyordu... (Çarpışmak aslında işte burada)Ama tarihi akış(uzak-yakın) bu gidişatı gerektiriyordu işte. Herkes bir diğerine “kendini” kabul ettirme derdindeydi... Bence... Ben öyle “çiçek” ve “bulut” ve “değirmen” çizerken “tükenmez” kalemimle... Reklam aralarında son derece keyifle geçen sohbeti kaçıran izleyiciye üzüldüm o kadar...

***


Bazen diyorum ki içimden o TV’deki manasız “dardışma bırogramlarını” izlerken... Ben aslında A takımını tutuyorum hocam çünkü süt aslında beyazdır. Bazen de diyorum ki hayır B takımını tutuyorum. Süt siyahtır çünkü! Arkadaşlar fikirlerini güzel savundular. Münazara takımı olarak B grubu kazansın. A takımındakiler çok bağırdılar. Fikirler bağırılarak savunulamaz öğretmenim. Ayıptır bir kere. Ve kitap en iyi arkadaştır. Ve öğretmenim ben bir türlü öğrenemedim eve gidince elli kere, yüz kere yazacağım. Einstein demiş ki: “Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır.” Aynı hataları sürekli yapıyorum öğretmenim. Farklı sonuçlar umuyorum. Bir türlü sonuç çıkaramıyorum hatta. Çıkaramadığım gibi hatalarda profesyonelleşiyorum. Profesyonel bir aptal mıyım neyim? Konuyu dağıttım. Sınıftan çıkayım mı? Kafam dağınık di mi öğretmenim... Neyse... Aynı hataları sürekli yapan bir toplumun aynı hataları sürekli yapan bir kız evladıyım. Aynı yöntemle doğru yolu bulamadığımıza göre büyüklerimiz de acaba bu sözü benimser mi? Ya da biz nerede hata yapıyoruz? Neydi benim günahım?

*****


Ben aslında!

Aynı hataları sürekli yapan biri olduğum kesin... Tipik bir Türkiyeli olduğum da... Bir önceki yazının devamı sayarsanız eğer... Bir başka derdim daha var. Irksal, geleneksel bağlar ötesinde... “Anlaşılamamak çoğunuzun” derdi mi? Yazıyor musunuz? Kamusal alanda mı çalışıyorsunuz? Herhangi biri misiniz? İnsanlar üzerindeki algınızın aslında düşündükleri gibi olmadığını mı düşünüyorsunuz? “Ben aslında şöyle biriyim. Ben aslında böyle biriyim. Ben aslında o gördüğünüz değilim. Ben aslında buyum. Ben aslında filancayım. Bıktım. Dalgalandım da duruldum.” Röportajlarda bunları anlatmaktan usanalı çok oldu. Ancak... Bitti gitti sanıyordum.

***


Birkaç gün önce siyaset içerikli bir televizyon programı ile ilgili öneriyi konuşurken bir arkadaşım “Gerçek seni gösterebileceğin ve ön plana çıkmayan yanlarını ortaya koyabileceğin bir platform olabilir bu program. Bilinmeyen yanlarınla, önyargıları kırabileceğin yeni bir alan. Üstelik çok da başarılı olacağına eminim” dedi. Tornavidayla oynuyordum o sırada. Umurumda değildi insanlar. Vallahi. Şu insanlara bir şey anlatmak yok mu...

Bir başka arkadaşım ise yazdığı şahane mektubun bir yerinde diyordu ki: “Bugünkü yazında... Kafanda bere, ayağında çorapla içindeki lanlı lunlu kadınla çok uyumlu olduğunu yazdığın bölüm... Ayağını kaldır, tam üstüne bastın dedim okurken. Sen o’sun işte. Kötü giyin demiyorum elbette ama senin içinde acayip fırlama bir kadın var ve sen o kadını öldürüyorsun. Tüm bu arızalar, aksaklıklar o yüzden. Seni o şık şıkıdım kıyafetli programından ve şirin şirin konuşmalarından bilen bir arkadaşım, (...) için çekilen bir programda senin o salaş halini görmüştü ve yahu bu İclal ne kadar kafa bir kadınmış meğerse demişti. Ben şaşırmıştım. Çünkü herkesin benim gördüğüm İclal’i gördüğünü sanıyordum. Görmüyorlar tabii. Yanlış imaj kurbanısın sen” diyor ve okuduğumdan beri kafamı karıştıran çok tatlı bir komedi dizisi öneriyor... Ahhh; ahhh, şu insanlara bir şey anlatmak yok mu?

***


Ayşe Arman’ın Jülide Ateş’le yaptığı röportajı internet sitelerinden birinde okudum. Jülide’nin o güzeller güzeli zarif yüzünün ve vücudunun çok şık giysilerle çekilmiş fotoğrafları altındaki başlığı gördüm. Anarşist; serseri ve protestim! O zarifliğe, o güzelliğe, o yıllardır tanıdığımız bildiğimiz Jülide Ateş imajına o kadar uymuyordu ki o başlık... Sonra röportajı okuyunca asıl söylediklerinin şunlar olduğu çıkıyordu ortaya: Ayşe soruyor: Bazen çok hanımefendi göründüğün için rahatsız olduğun oluyor mu? “Benim içimde çok başka bir kadın da var” deme ihtiyacı hissediyor musun?

- Evet hissediyorum. Diyorum da. Demek ki sana denk gelmemiş. Arkadaşlarım, içimdeki serseriyi iyi tanır ve sever. Tek kişi değilim ben. İçimde hanımefendi güzellik kraliçesiyle, underground, anarşist, serseri ve protest kişilikler iç içe...

- Ne zaman çıldırırsın? Seni ne çıldırtır? Sesini yükselttiğin, küfrettiğin olur mu?

- Ben sulh insanıyım ya. Kavgayı sevmem, beceremem de. Salaklaşırım kavga sırasında. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi olurum. Söylemem gerekenleri söyleyemem. Aradan iki gün geçer, “Şunu niye demedim ki?” falan derim. Hazırcevap değilimdir. İnsan kırmayı sevmem. Mümkünse konuşarak, efendice halledelim(...).

***


Çoğumuz tek boyutlu halimizle tanınıp yargılanmak bıkkınız... “Ben aslında” ile başlayan cümlelerimiz bitmeyecek hiç... Ahhh, ahhh şu insanlara bir şey anlatmak yok mu!!

*****


Cenk Yüksel ve Yeşilçam Şarkıları

Yeni yılı karşıladığımız o akşam çok özel bir müzisyen ile tanıştırıldım... İki de birbirinden yetenekli müzisyen arkadaşıyla evimi onurlandırlar. Yakında ondan uzun uzun söz edeceğim zaten. 1 Şubat akşamı Caddebostan Kültür Merkezi’nde vereceği Yeşilçam Şarkıları konserini mutlaka izlemeye gidin, mutlaka!!!

*****


Hatada profesyonel
Aslında herkes hikâyesini gizliyor.

Tahminlerimize inanmayı seçtiğimizde ise,

Aldanıyor ve zaman kaybediyoruz.

2che http://2che.me

DİĞER YENİ YAZILAR