Biz işçi çağırdık, insan geldi!

Haberin Devamı

Türkiye’den Almanya’ya göçün 50. yılı...

Yarım asırdır Alman ekonomik ve toplumsal yaşamına şekil veren

Türkiyeliler’le birlikteyiz...

Berlin’de...

Kutlamada ve ölümde birlikte olmak tipik özelliğimizdir... Onun dışında hepimiz kendi kapımızın önüne titiz, başkalarının hayatına öfkeli yaşayıp gideriz, bilirsiniz...

Almancılar...

Yeri geldiğinde burun kıvırdığımız, yeri geldiğinde Avrupa’yı sarsacak

aslanlarımız saydığımız

memleketlilerimiz...

***


Almanya’da “yabancı” Türkiye’de “Almancı” olmak ne demektir bir

bilseniz... Ah bilseniz...

1990 yılında yerleşmiştim Berlin’e... Hem okumak, hem çalışmak isteyen bir gurbet geliniydim... Çok şey öğrendim o yıllarda, evet... Ama altı yıl yaşadığım Berlin’i hiç sevemedim o vakitler...

İnsanın içine “yabancılık” düşmeyegörsün... Tedavisi mümkün olmayan bir derttir... Aynı kandan geldiğine,

kalbini verdiğine bile uzak düşer, şaşar kalırsın kendine...

Ne oralı, ne buralısındır... Hiçbir yerdir artık senin vatanın... Hayatı da hep bir bekleme salonundaymış gibi yaşamaya başlarsın... Daha güzel günleri,

biraz daha para biriktirmeyi, çocukların büyümesini, mevsimlerin geçmesini, primlerin bitmesini bekleye bekleye

geçer gider zaman...

Dedim ya içine “yabancı” olmanın soğuğu düşmesin... Bir daha çiçek açmaz o ağaçlar...

***


Büyük bir kalabalık olarak Başbakanlık Yurt DışıTürkler Ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın düzenlediği toplantılara katılmak üzere Berlin’e geldik. Gazeteciler, akademisyenler, bilim adamları, siyasetçiler...

Yoğun etkinlikler içinde bir geçmiş turu yapayım diyerek Kreuzberg’e gittim...

Tek başıma oturdum, Hasır Restoran’da mercimek çorbası içtim. Tam 38 yıldır Berlin’de bu restoranı işleten Saim Aygün girdi kapıdan içeri. Bense Hüsnü Şenlendirici’nin klarnetiyle ‘Unutma beni unutama beni’yi dinleyerek çorbamı içiyordum. Görür görmez tanıdı... “Eski Berlinli hoşgeldin yahuuuu” dedi gülerek... Yemeğimi yerken caddeyi izledim. Yirmi yıldır hiçbir şey değişmemiş... Ama hiiiç!!!

İnsanın zaman zaman çıktığı yola dönüp başlangıca bakması gerekiyor! Bazı şeyler hiç değişmezken o monotonluk bizi nasıl değiştirebiliyor peki?..

Kim olduğunu, onca yılda neler olup bittiğini anımsamak iyi bir şeymiş... Ki hiç peşimi bırakmaz geçmişim... Ya da ben hiç bırakmam eteğini...

Tam 21 yıl önce bu mevsimde İstanbul’u, ailemi, Ankara’yı, geride bıraktığım her şeyi özlüyordum...

Özlemenin nostaljisini yaptım... Duvar yazılarına bakarken “Kim ne derse desin, kendin kulağına söylüyorsun, sen aslında kimsin” dedim...

***


Sonra U-bahn’a bindim... Wittenau istikametine yol aldığımı sanıyordum. Amacım Alexander Platz’a gitmekti. Ama iki durak sonra fark ettim ki Hermann Platz’a gelmişim. Tam tersi istikametteyim yani!!

“Var bunda da bir hikmet, dur bakalım!!!” diyerek indim trenden. Yirmi yıl önce ilk tavamı, tenceremi aldığım büyük mağazaya çıkıyordu istasyonun merdivenleri...

Bu istasyonun başka bir anlamı daha var benim için.

Hayatımla hesaplaştığım, büyük bir kararsızlığın ardından bir cesaret yağmura, kaderime karşı çıktığım yer burası...

Hâlâ aynı...

***


Mağazadan içeri girdim... Üst kattaki kafeteryada boş boş oturup kahve içerek etrafı seyreden ihtiyarları, akmayan zamanı, güler yüzlü garson kadını, hiç boş durmayan ellerini izledim...

Sonra aşağıya indim...

23 yaşındayken upuzun saçlarımı kestirdiğim kuaföre girdim.

Bütün saçlarımı yeniden oraya bıraktım. Küçük bir oğlan çocuğuna benzeyen kısacık saçlı kafama aynada gülüp çıktım dükkândan...

Göç burada başlamıştı...

Belli ki hiç bitmeyecekti...

Anımsadım...

Yabancılık bir kere düşmüştü kalbime. Soğuktu artık...

***


Max Frisch yazmış... “Biz işçi istedik, insan gönderdiler...”

Biz...

Siz..

Onlar...

Göçtükleri topraklarda, saçlarını, alın terlerini, yıllarını ve çocuklarını bıraktılar...

Hep erteleyerek, hep biriktirerek...

Daha güzel bir hayatı, emekliliği, daha güvenli yaşamı bekleyerek...

Örtüler altındaki koltuklar ve diğer güzel eşyalar daha rahat bir hayata kavuştuklarında nasılsa onların olacaktı...

Elli yıl geçmiş ilk işçi kapıdan gireli...

Yirmi bir yıl olmuş ben bu şehri ilk göreli..

Zaman nasıl bir değirmen...

Kulaklığımda Nazan Öncel’in “Göç her mevsim” dediği şarkı...

Evler, duvarlar, parklar boyu akıyor tren... Başka bir şarkıya başlıyor... Anımsıyorum... Ne kadar genç, ne kadar cesur, ne kadar inançlıydım...

Sonra... Bir ülkeden bir ülkeye, bir şehirden bir başka şehre, bir evden bir diğerine derken...

“Biri kaldı, biri gitti, biri yalnızlığı

seçti...

Bu masal da burada bitti....

Vay gönlüm vay...”

DİĞER YENİ YAZILAR