İclal Aydın'la hayatın içinden

Haberin Devamı

Dİyarbakır çocukları

Geçtiğimiz hafta Diyarbakır’daydık... Referandum kampanyaları çerçevesinde Başbakanın Diyarbakır mitingini izlemek için gitmiştik. Ama daha yola çıkmadan, Diyarbakır çocuklarıyla buluşmayı kafama koymuştum. Öğleden sonra başlayacak mitinge dek epey vaktimiz vardı. Kahvaltıdan sonra arkadaşım İlker’e “Hadi arka mahallelere gidelim” dedim. Şoförümüz Vahdet ağabey bizi aldı ve Mardin yolundan sapıp girdik arka sokaklara...

Yıllar önce Diyarbakır’da katıldığım bir söyleşide orada yaşayan bir yazar anlatmıştı. Şöyle bir cümle kalmış aklımda: “Orhan Pamuk Diyarbakır’a geldiğinde sokaklarda bu kadar çok çocuk olmasına şaşırmıştı. Allah sanki bir tuzluğa çocuk doldurup Diyarbakır’ın üzerine serpmiş demişti.”

Diyarbakır’a gittiğinizde önce çocuk, her yerde çocuk, pek çok çocuk görürsünüz.. Çoğu mendil satar... Baharat satar.. Başıboş dolaşır..

Diyarbakırlı çocuklar gözünüzü her açıp kapadığınızda çoğalan bir Doğu gerçeğidir...

Diyarbakırlı çocuklar yoksullaştırılan, köyleri yakılan, dilleri yasaklanan, neden iki taraflı zulme uğradığını anlamayan kadınların ve erkeklerin dünyaya getirdikleri gözleri kocaman soru işaretiyle dolu masumlardır..
Diyarbakırlı çocuklar İstanbul’da trafik ışığı kırmızı yandığında arabanızın camını silmek için fırlayan, üç kuruşa gurbette çalıştırılan mazlumlardır..
Diyarbakırlı çocuklara “Taş atan çocuklar” dendiği de olmuştur.

Mendilci çocuklar da...

Otoparkçı çocuklar da...
Ama Sırrı Süreyya Önder’in başbakana hitaben konuşmasında altını çize çize söylediği gibi aslında “çocuk meselesi sadece çocuk meselesidir...”

*****

Diyarbakır’ın yarısı çocuk!

Diyarbakır nüfusunun neredeyse yarıdan fazlası 15 yaşın altındaki çocuklardan oluşuyor... Kimi mendil kimi baharat satıyor... Sokaktaki çocuklarla kısa filmler yapan Mehmet Yaşa “Açılım kültürle olur, öğretirsen olur, anlatırsan olur” diyor ve ekliyor: “Bu çocukları sokaktan içeri alırsan olur.”

O gün sokağa çıktığımızda koşarak etrafımızı saran çocuklarla sohbet etmeye başladık. Kime sorsam on kardeş, onbir kardeş olduğunu söylüyor.. İçlerinden bir tanesi “Biz dört kardeşiz” deyince arkadaşı burnunu çekerek “Onun babası polistir, onlar ondan dört kardeştirler” diyor...
Hepsi ilkokulda okuduklarını söylüyorlar. Evleri çok uzak değil. Mendil satmazlarsa ne olur diye soruyorum. “Hem oynuyoruz hem satıyoruz ama sen de soruyu soruyorsun, soruyorsun ama hiç mendil almıyorsun” diyor bir tanesi. “Almayacağım ki, seni tanımak için soruyorum” deyince ben, “E mendil alsan da daha iyi tanışsak ya” diyor... Yanındaki arkadaşları boş durur mu “Beş yüz kuruş versen bir mendil alacaksın. Hepimizden birer tane alsan abla hepimiz tanışırdık” diyor. Komik bir de bunlar... “E hadi alalım” diyorum. İki ondan iki bundan on tane mendilim oluyor bir anda. İlker’le paylaşıyoruz mendilleri.
Aslında hepsinin ezberledikleri bir hikâye var, onu anlatıyorlar... Peki karnınız acıkınca ne olacak diye soruyorum. “Annem evde yemek verecek bize, öğlen yiyeceğiz sonra yine dışarı çıkacağız” diyor diğer kız çocuğu...
“Babalarınız ne iş yapıyor” diyorum. İkisi işsiz diyor bir tanesi hamal bir tanesi de hasta diye cevap veriyor. “Bütün kardeşlerin de mi çalışıyor” diye soruyorum. “Hepimiz çalışıyoruz” diyorlar.

Çocuklarla sohbet ederken bizi izleyen bir bey müdahale etme ihtiyacı duyuyor: “Ben bu çocukların öğretmeniyim. Anne babaları bu çocukların bazılarını yaz kış çalıştırıyor ama inanın mendil satan çocuklar içinde anne babaları iki kere hacca gidenleri var. Çoğunun ihtiyacı yoksa da bir alışkanlık; çocukların eline mendil verip sokağa gönderiyorlar. Nasılsa herkes yapıyor diye düşünüyorlar. Çocukların çoğu sokakta dolaşıyor.”

Sokağa bırakılan, üzerlerinden para kazanılan bu evlatlardan Türkiye’de içinde çocuk kelimesi geçen pek çok suç çıkıyor ortaya. Çalışmak için gönderilen ve karşılığında para alınan çocuklar ve çetelerin eline düşen bu çocukları arayıp sormayan anne-babalar yıllardır konuşulur, yazılır, çizilir... Doğu’nun sorunları daima yeni sorunlar oluşturur bilirsiniz... Ama çocuğun omzuna yüklendi mi bu sorunlar bunun sorumlusu kim olur sizce? Devlet mi? Yerel yönetim mi? Hesapsızca çocuk yapıp, sokağa bırakan mı? Çocuğun kendisi mi?

Bu çocuklar neden öfkeli peki? Neden kolayca ikna oluyorlar şiddete? Bir şey ait olmanın, bir şeye inanmanın güzel tadı onladan esirgendikçe değişecek mi düşünceleri? Keskinleşecek mi yoksa?

Üzerlerine yüklenen anlamları taşıyabilecekler mi?

Çocukların geleceği

Aile içinde bile sevilme sırası bekleyen çocuklar ülkenin politik coğrafyası gereği de tıpkı aile içinde ki halleri gibi bir beklentiye girip aldırmazlıkla karşı karşı kaldılar yıllardır.

Oyuncak satan bir dükkânın önünden geçerken pırıl pırıl oyuncak kalaşnikof tüfekler ve Kürt renkleriyle bezeli yerel giysiler giymiş sapsarı saçlı bir bebek dikkatimi çekiyor.

Az sonra küçük kızların sıra sıra kaldırımlara oturduğu bir mahalleye giriyoruz. Teyzeler kapı önünde oturuyor. Erkek çocuklar ise kalaşnikof tüfekleri ile “çatışmaca” oynuyorlar...

Arabadan inip yanlarına gittiğimde civciv sürüsü gibi kaçışıyor çocuklar. Bir yabancının mahalleye girmesi tedirginlik yaratmış olmalı ki evlerden asık suratlı birkaç genç kız ve bir adam çıkıyor. Hızla yanımıza geliyor ve çocukların kollarından tutup içeri çekiyorlar. Genç kızlardan biri yüzüme bakıyor ve kaçırıyor gözlerini. Bize hesap sormak için gelen genç adam ise beni görünce duraklıyor ama emin olamıyor amacımdan. Ama kapı önündeki teyzeler öyle değil. Onlar merakla ve gülerek bana bakıyorlar. Az önce gözlerini benden kaçıran genç kız geri geliyor ve Kürtçe olarak “Televizyondaki İki Aile var oradaki Eda Hanım bu” diyor galiba. Eda Hanım’ı Türkçe söylüyor oradan tahminde bulunuyorum tabii... Bir anda teyzeler Kürtçe cümlelerle sırtımı sıvazlıyor, misafir etmek için yelteniyorlar ama vakit yok. Son derece memnun oluyoruz bu içten ve yüksek tepkiye. Kapının önüne oturduğumuzda az önce çocukları toparlayıp götüren genç kızlar topladıklarının iki katı çocukla yanımıza geri geliyorlar...

Fotoğraf çektirdiğimiz her karede çocuklar sürekli zafer işareti yapıyorlar ya da kalaşnikoflu oyuncaklarını havaya kaldırıyor, göğüslerine bastırıyorlar...

Bu çocuklar ne olacak?

Kimisi yine ailesiyle mevsimlik işçi olarak fındık toplamaya Karadeniz’e gidecek. Kimi büyüdükçe engelleyemediği öfkesini çeşitli şekillerde çıkaracak...
Kimisi kendinden öncekilerin yaptığı gibi ya kahvede oturacak ya da politik mücadelenin adanmışlarından olacak...
Bu çocukların bu çocuk halleri değişmese, büyümeseler keşke diye diye miting alanına gittik. Miting sonrası gece İstanbul’a dönmek için havaalanına ulaştığımızda gazeteci arkadaşlarımızdan bazılarını alandaki kafeteryada otururken bulduk. Yanlarına iliştik hemen. Kafeteryanın sahibi geldi. Adı Mehmet Yaşa imiş.. Tanıdığınızda içinizi sevinç dolduran, dünyayla uğraşan, coşkusu büyük adamlar vardır ya onlardan biri... Kısa filmler yapıyor...

Hem de sokaktaki o çocuklarla.. Kendi kendine aletler yaratıyor. Senaryosunu yazıyor. Müzikler besteliyor. İki bin liraya onbeş dakikalık filmler çekiyor. Hatta izlettiriyor bize. Vaktiyle bir korucu Hakkı yaşarmış Mehmet Yaşa’nın köyünde. Hako derlermiş. Zalim Hako sevdiği kızı başkasına verdiler diye düğün basıp katliam yapmış, “Devletin silahını bizim adamlarımız bize çevirdiler, ben çocuktum o zaman” diyor. Mardin’de 44 kişinin öldüğü düğünü anımsarsınız. Hep aynı hikâye yaşanıyor sanki...

“Ben filmi yaptım sonra Mardin’de ki o katliam oldu. Ben de filmin sonuna katliamı haber yapan gazetelerin birinci sayfalarını koydum” diyor. Hakikaten etkileyici olmuş. Naif tertemiz bir iş... Yeni filmi “Fındıkçılar” için 12 bin lira istemiş Kültür Bakanlığı’ndan. Yine sokak çocuklarını toplayacakmış. “Görseniz hocam, o çocuklar nasıl canla başla çalışıyor. Film izlettiriyorum onlara. Ders veriyorum onlara. Bir kere sinemacı oldular mı bir daha sokakta olmazlar. Anlatamıyorum ama. Biraz param olsa seyrettiğin film var ya “Katliam” işte o filmi Antalya Film Festivali’ne götürmek istiyorum. Ama nasıl olacak bilmiyorum... O 25 çocuğu oralara götürsem, festivali görseler ne güzel olur düşünsenize hocam. Açılım diyorlar. Açılım kültürle olur, öğretirsen olur, anlatırsan olur... Bu çocukları sokaktan içeri alırsan olur diyor...”
Mehmet Yaşa anlatırken ben not alıyorum...
Son sözü o söylemiş o oluyor...
Bu çocukları sokaktan içeri almak..
Zor olmasa gerek...

‘ÇATIŞMACA OYNUYORLAR'

Diyarbakır’da oyuncak satılan dükkanlarının en popüler oyuncağı kalaşnikof tüfekler ile Kürt renkleriyle bezenmiş giysiyer giydirilmiş bebekler. Erkekler genellikle ‘çatışmaca’, kızlarda kaldırımlarda bebekleri ile oynuyor.

DİĞER YENİ YAZILAR