Yaz bitti...

Haberin Devamı

Herkes uyumuştu... Görebilseniz öyle güzeldi ki... Gökyüzünde bir torbadan çıkarılıp gelişigüzel serpilmişcesine çok yıldız vardı... Samanyolu bile belli belirsiz bir yol şeklinde akıp gidiyordu gökyüzünde...

Bütün bir yaz boyunca bunu beklemiştim aslında...

Yaşamımda ilk kez hem de... Mevsim bir an önce bitip gitsin istedim...

Sabaha karşı serin havada ürperince kalkıp bir şeyler giymeye üşendim. Sandalyenin üzerine kuruması için bırakılmış bir havluya sarındım. Yaşasın, sonbahar geliyor işte diye düşündüm... Akşam yemeği boyunca bize oyun oynayan yakamozları aradım, bulamadım...

İstanbul’a dönünce kâküllerimi daha da kısaltmaya karar verdim.

Karar verdiğim bir sürü şeyin yanına onları da koydum.

Canım sıkılmaya kalktı ama sıkkınlığıma yüz vermeme kararımı anımsadım.

Bazen yutkunmak zor geliyor... Bir iki üç dört beş... Sayı sayıyorum, sayarken unutuyorum...

İstanbul’dayken gemileri sayarım sıkıldığımda. Ve ben sıkılınca hiç gemi geçmez inadına... Bana kaderimin oyunu olur...

Bir iki üç dört beş...

***


Gördüğüm en güzel havai fişeklerdi akşamkiler...

Aslında Gümüşlük Belediye Bandosu’nu dinledik önce...

Ben en çok Gümüşlük’ü seviyorum anladım... Yirmi dört saatlik salatalık turşusunu katır kutur yedik sonra. Benim kabak çiçeği dolmam çok güzeldi. Fulya ile Ayfer ahtapotu seçti. Sonra iskeleye kurulmuş sahneye bir kadın çıkıp Bodrum türküleri söyledi... Çocukları küçük arabalarda gezdiren kadınlar, kol kola yürüyen yaşlı çiftler geçti arkamızdan. Denizin içine gömülmüş kuru ağacın dallarındaki bal kabağından fenerlerdeki ışıklara da sevindik aslında. Sonra sahnedeki kadın sesi değişti. Türk sanat müziği okuyan biri geldi.. Ne güzel... Çocukluğumuzdan şarkılar bunlar... “Aşkımı bir sır gibi senelerce sakladım, geceleri rüyamda ismini sayıkladım” Bu şarkı çok meşhur olduğunda seksenlerin sonları mıydı ortaları mı?

Gözüm dalmış masadaki soğanlı salataya bakarken havai fişek gösterisi başladı... Ne güzeldi... Biz çocuk gibi alkışlarken garsonlar cep telefonlarıyla fotoğraf çekiyorlardı...

“Zafer bayramımız kutlu olsun böylelikle” dedi garsonumuz tabaklarımızı toplarken..

“Kutlu olsun.. Yarın sabah kahvaltıda buluşuruz” dedik biz de...

“Bekliyoruz” diye cevap verdi o da...

Bir iki üç dört beş... Zaman geçmiyor sanki..

***


Diyorum ya; görebilseydiniz, o kadar çok yıldız vardı ki o gece... Gördüğüm en güzel yıldızlar ve en güzel reçeller Gümüşlük’te, bir de bunu biliyorum...

Deniz kıyısında, Tavşan Adası’nın tam karşısında köşede “Fenerci” var...

Anne, baba, çocuklar... Güler yüzlü insanlar... Sizi görünce sevinen gözler... Kırmızı domates, çilek taklidi yapmayan çileklerden yapılmış bir reçel, şakacı yakamozlar...

Fenerci’ye gidin bir dahaki yaz... Selam söyleyin benden... Kahvaltıdan sonra denize gireceksiniz. Sonra akşam balığı da orada yiyeceksiniz. Yıldızları sayarsınız belki geceyi bekleyip. Saymaktan usanacaksınız biliyorum ama ben kulaklığımda Müzeyyen hanımla bu yazıyı yazıyorum şimdi.. “Sevmekten kim usanır?” diye soruyor o... Saymaktan usananlar sevmekten usanmayacaklar mı sahi?

Bir ara verip cep telefonumdan internete giriyorum. İstanbul’da aynı odundan yapılmış hayatlar birbirini ateşe vermek için bekleşiyorlar... Gözlerimi yumsam bir kapat düğmesi olsa beynimin, “tık” diye kapatsam... İnternetten çıktım. Derin nefes aldım.

Bir iki üç dört beş...

Fenerci’de masaları topluyorlar...

DİĞER YENİ YAZILAR