Ertuğrul Özkök şimdi ne yapacak?

Haberin Devamı

Ben baba tarafından Elazığ, Karakoçanlıyım. Bir zamanların hızlı devrim çocuğu babam yaşadığı onca maceradan sonra doğduğu yere dönmeyi, orada her şeye yeniden başlamayı istedi. Evlendi. Üç çocuğu daha oldu. Emekliliğinde köyüne bir çiftlik kurdu. Meyve bahçelerini ve bostanları büyüttü. Hayvanları, arıları ve kitapları ile mutlu olduğunu umut ettiğim bir hayat yaşamaya başladı Karakoçan’da...

Yaşamlarının büyük kısmı doğu coğrafyasının doğal ve politik afetleriyle mücadele ederek geçmiş bir sülalenin çocuğu olduğumdan uykudan bir acı haberle, sarsıntıyla uyanmak kaderimizdir gibi kabul ediyorum artık...

***


Aileyi bölgeden uzaklaştırmak, İstanbul’a, Ankara’ya getirmek istememize rağmen onlar dedemin 1950’de kendi elleriyle yaptığı kesme taşlı, üç kuşaklı evinin sağlam olduğuna tüm inançlarıyla orada kalmakta direndiler. Dedemin yaşı sürekli bir aile içi tartışmaya neden olduğundan ben diyeyim 108 siz deyin 101!!! Yani öyle çok savaş, deprem, darbe, jandarma, terörist, baskın, heyelan, sel, tipi görmüş olan, gördüklerinden sonra gözleri kör, kulakları sağır olmuş bu tarihi ve kudretli adam emretmiş: Sadece kendi çocuklarını değil, evin içine toplayabildiği tüm akrabayı ve komşuyu toplatıp sabaha kadar küçük kuzenime Kuran okutmuş... Sonra kerpiç evlerin aldığı canları, saman karıştırsan da, sağlam kavakları duvarların arasına çok sık diksen de kimsenin kurtulamayacağını anlatmış durmuş. Kireçten, kesme taştan ve savaştan çorapla dönmekten bahsetmiş...

***


Çocukluğumda annemle babamın yaz izinlerini geçirdikleri babaannemin evindeki ön odada beyaz sabunla saçımı yıkadığını ve o beyaz köpüklü suyun odanın zemininden kayarak, delikten arka bahçeye akıp gittiğini hatırlıyorum... O evin kilerini, üst üste yığılmış kuru ince yufkaları, keçi tulumuna bastırılmış peynirleri ve o kilerdeki meyve kokusunu... Bir sabah gözümü açtığımda tavandaki uzun kavak direklerinden birine kıvrılmış, gözünü bana dikmiş bakan kara yılanı... Yataktan bağırarak fırladığım, babaannemin “Nene kurban, korkmayasın nene kurban aklın çıkmasın” diyerek parmağını damağıma yapıştırıp yukarı çekişini... Şamil abimin yılanı elleriyle tutup çekip, taşa vura vura öldürüşünü... “Hiç iyi olmadı, hiç iyi olmadı! Yuva içinde yılan öldürülmezdi” diyen o yaşlı kadın sesini... Bahçedeki erik ağacına tırmandığım o öğleden sonra köyün içinden geçip giden tepesi bidon, yatak, yük dolu Kovancılar arabasının kaldırdığı tozu anımsıyorum...

Ve ailemin başlarına gelen onlarca felaketten birini daha geride bırakmış olmanın sükûneti içinde, “Bizi merak etme, sen kendi sağlığına bak, biz iyiyiz, her şey bildiğin gibi...” diyor babam. Hiçbir şeyin bildiğim gibi kalmadığını ikimiz de biliyoruz oysa...

***


Diyeceksiniz ki Ertuğrul Özkök bu yazının neresinden geçiyor peki? Tam da içinden geçiyor aslında... Bu sabah gazetelerdeki deprem haberleri, fotoğraflar arasında, köşe yazıları ve polemikler sofrasında Ertuğrul Özkök’ün yazısına takıldı gözlerim. “Şuraya yazıyorum, arabesk dönüyor” diyordu. Bir önceki yazısı kırmızı halıdan haremine kattıklarıyla ilgiliydi. Ondan önceki “Ve Allah elli yaşındaki kadını yarattı” başlığını taşıyordu...

“Ertuğrul Özkök yayın yönetmenliğini bıraktı şimdi ne yapacak” diye sormuştu bir arkadaşım. “Galiba bir iki ay devam eder eski alışkanlığına. Sonra yeni bir oyun kuracaktır. Biraz onunla oyalanır. Ardından, yeni bir hayatı keşfetmeye başlar, derken bundan zevk alır. Ve nihayet sorumluluk olmadan yaşamanın keyfine ulaşır. Sonunda da bize şahane ’hayat’yazıları yazmaya başlar” demiştim... Ama hepsi için verdiğim süre sekiz-dokuz aydı.

Zaman hızlı geçiyor, doğru. Bir siyahın ABD Başkanlığı için “ancak 2030’da” deniyormuş vaktiyle. Bir imam hatiplinin Türkiye liderliği için 2050’ler tahmin ediliyormuş...

Bence şimdi Ertuğrul Özkök siyah beyaz Paris anılarından çıkacak ve Karakoçan-Kovancılar arabasına binecek. Üzerinde peynir bidonları, biber çuvalları yüklü, ter kokan o minibüse yani... Yeni görmeye başladığı Türkiye’yi anlatacak bize... Kerpiç evle, kesme taş ev arasındaki bahçelerden elma yiyecek... “Şuraya yazıyorum cenneti keşfettim” diyecek. Galiba çok sürmeyecek bu da...

DİĞER YENİ YAZILAR