Annesini buldu fakat... (2)

Haberin Devamı

Biyolojik annesini bulduğuna inanan bir evlat o anneyle karşılaşmaktan, onunla konuşmaktan neden vazgeçer? Kendini göstermemeye ve o defteri kapatmaya neden karar verir?

Dün birinci sebebini yazmıştım...

İkinci sebebi ise 30 yıl bir sırdan habersiz yaşayan evlat edinilmiş “çocuğun” satırlarında...

İşte hiç yüz yüze gelinmemiş biyolojik anneye yazılan o mektup.

***


“Ne kadar güzelsin...

Düşündüğüm anne misin, sandığım gibi bir utancın, bir yazgının kurbanı mısın, bu yüzden mi resimlerinde gülümsüyor olsan da bu kadar kederlisin bilmiyorum...

Seni çok aradım. Çok aradım çünkü senin de beni aradığını sanıyordum... Toparlayabildiğim parçalar o yılların çok ünlü bir iş adamının, kolejde okuyan 16 yaşında çok güzel kızının hamile kaldığı ve sonraları çok ünlü olan bir sağlık adamının yardımıyla bebeği evlatlık verdiğini söylüyordu bana. Ve hikâye bir yıl kadar senin beni takip ettiğin, hatta ortaokula giderken beni bir gün bir restoranda görüp peşime düştüğün şeklinde devam ediyordu. Sonraları önemli bir evlilik yapmıştın. Yurt dışı yaşamın, babanın ölümü, kardeşlerin, köpeğin, hatta bir doğum nişanı olarak bıraktığını düşündüğüm ismim...

Ve kader...

Hiç çocuğun olmamıştı. Belki bir gün karşına çıkacak gerçeği yalanlamak için, belki vicdanın el vermediği için çocuk yapmadın. Belki de Allah sana bana hiç vermediği bir çocuğu kucaklayıp büyütme, uyutup uyandırma mucizesini bir daha bahşetmedi. Belki cezalıydın...

Bir evlatlık olduğumu öğrendiğim günü sana yüz yüze anlatmayı çok planlamıştım. Aradığım bir anne değildi, annem var benim çok şükür. Sadece gerçeğin peşindeydim. Seni anlamak, tanımak hatta arkadaş olmak istiyordum. Ben sana çok saygılıydım, kimseye senin adını vermedim. Tıbbi ispat söz konusu olana dek de bahsetmezdim. Hâlâ da seni bulmama yardımcı olan profesyonel ekip dışında kimse bilmiyor adını.

Sesini bana dinlettiklerinde göz yaşlarımı zor tuttum. Senin gerçekten sen olduğundan hep şüpheliydim. Ama sesini dinledikten sonra karar verdim: Seninle hiç karşılaşmayacağız.

Hayalini kurduğum gibi iyi bir insan olduğunu biliyorum. Bugün çok yalnızsın, kimsen yok. Olağanüstü benzerliğimize rağmen aramızdaki en büyük fark bu.

Sen sahip olduklarını koruma peşindesin ben sadece gerçeğin. Sen hâlâ kaybedecek bir şeylerin olduğunu sanıyorsun...

Kimse servetinin peşinde değildi. Sen de tahmin edersin ki para için yapılabilecek bir oyunda seçilebilecek isimlerden değilsin. Yazık oldu sanırım... Korkma sevgili güzel kadın, bu defteri burada kapattım. Sen beni kabul etmemiş değilsin ancak... Ben seni kabul etmiyorum!”

***


İşte böyle sevgili okurlar...

Merak ettiğiniz öykünün sizlerle paylaşılabilecek kısmı bu kadar.

Bu meseleyi ilk yazdığımda insanların neden delirdiğini değil nasıl delirmediğini sormak gerek demiştim. Arkadaşım yaşamına kaldığı yerden belki biraz daha kırık, biraz daha buruk devam ediyor şimdi...

Belki daha da güçlü şimdi... Çünkü kocasından gelen bir mesajı gösterdi bana. Diyor ki mesajda:

“Aşkım benim. Ben senin babanım, ananım, kocanım, sevgilinim, arkadaşınım, dostunum ama sen benim her şeyimsin!”

DİĞER YENİ YAZILAR