Korkunun gerçek sureti

Haberin Devamı

Bu dördüncü yazı... Daha önce üç ayrı yazı yazdım bugün için. Ama hiçbiri içime sinmedi. Olmuyor. Bir türlü uygun olduğuna inandığım bir yazı yazamıyorum. Uygun nedir diyeceksiniz? Uygun... Gündeme, güne, gazeteye, köşeye uygun yani... Herkesin içi ölesiye sıkılmışken, herkes tedirgin, herkes endişeli bir bekleyiş içindeyken, herkes geleceğe dair bir tahminde bulunmaya çalışırken...

Nasıl bir yazı yazmalı?

Herkesin içi daralmış zaten, şöyle iç açıcı bir konu mu bulmalı?

Yüze tebessüm verecek, daha bir kafa dağıtacak filan...

Önce bir medya içi yazısı yazdım. Beğenmedim...

Sonra kızsal konulardan bir şeyler çekip çıkardım, yazdım onu da beğenemedim.

Sonra “iletişimden anlamayan” başlıklı bir başka şehir nefreti içerikli yazı yazdım onu da beğenmedim.

Neyse, iyi oldu. Üç yazı yedeklemiş olduk.

Ama hâlâ bugüne uygun bir yazı yazamıyorum ki farkındaysanız eveleyip geveliyor, sözlüye kalkmış, hocayı laf kalabalığı ile dalgaya düşürmeye çalışan bir öğrenci gibiyim.

***


Duygusal çalkalanmalar içinde kişinin öncelikle duygusunu isimlendirmesi gerektiğini öğütler uzmanlar. Çünkü böylelikle tanımı konmuş olan duyguya karşı yapılabilecek hareketi belirleyebilir kişi.

“Yani öfkeliyim.”

“Yani şaşkınım.”

“Yani endişeliyim.”

“Yani çaresizim.”

“Yani korkuyorum.”

“Yani bu belirsizlik beni hasta ediyor.”

“Yani kaçmak istiyorum.”

Bu şekilde birkaç duygumu birden isimlendirebilirim evet! Ancak bu kadar büyük bir karmaşa içindeyken bunları isimlendirmek de bana bir çözüm yolu sunmuyor.

Bir adım daha atıyor, duygularımın sebeplerini de ekliyorum listeme.

“Öfkeliyim çünkü, küçücük bir kartopunun içindeydik bir çığa dönüştük ve sürekli büyüyoruz.”

“Şaşkınım çünkü bana güven veren aydınlar bile çok karamsar ve çözüm sunamıyor.”

“Çaresizim çünkü küçücük bir bireyim ve benim kişisel feryat çağrı ya da çabalarımın hiçbir önemi yok.”

“Yani korkuyorum çünkü sadece ben değil herkes tünelin sonunun karanlık olduğunu görüyor.”

“Bu belirsizlik beni hasta ediyor çünkü AKP kapatılma davasının rövanşında mı, yoksa derin devlet AKP’nin peşinde mi, yoksa AKP kendi derin devletini mi yaratıyor, yoksa eski ve yaşlı İslamcılar yeni ve agresif İslamcıların ensesinde mi, yoksa dünyanın çeşitli “deli kanlı ülkelerinde yüzlerce kez yaşandığı gibi büyük birader elini kazana soktu, karıştırıp duruyor mu; orada ne oluyor, burada ne oluyor, neler oluyor?”

“Yani kaçmak istiyorum çünkü artık çok yorgunum ve huzur istiyorum. Kızımın geleceği için mutlu hayaller kurmak istiyorum. Sırtını bilim ve sanata dayamış bir ülkenin insanı olmak istiyorum. Köşemde ne yazacağım konusunda bile karmakarışık olmuş kafamı düzenlemek istiyorum...”

***


Dünkü gazetelere bakıyorum. Hürriyet’te Sema Denker, Emine Şenlikoğlu ile konuşmuş. Vatan’da Mine Şenocaklı, Şevket Kazan’la...

Satır aralarında korkuların önüne geçecek teselliler arıyorum.

Sonra fark ediyorum ki korkunun gerçek sebebi hiçbir zaman kendi suretiyle çıkmadı bu ülkenin önüne.

Hep kılık değiştirdi, hep...

Hep bir başkasıymış gibi görünüp hep yanılttı bizi.

Adeta...

“Bak bak sağdan ne geçiyor” derken çocuğumuzu kavrayan elimizi kesiverdi mesela bilekten...

Kapıya kurye kılığında bir saldırgan göndermiş gibi yaptı ama evin içinden çıktı katil ve hep sırtımızdan bıçakladı bizi.

“Hastalandın sana yardım edeyim, çorba yapayım” diye sızıp evimize, zehir döküverdi yemeğimize....

“Solda kuş var, bak” derken cebine attı çaktırmadan bütün servetimizi...

Satır aralarında değil düşman. Karşımızda görünen başımız ağrıtan da değil...

Uzun zamandır sesi çıkmıyordu ama kâbusumuz geri döndü...

Yeni oyunu bu anlaşılan; kapatılmak ya da Ergenekon!

DİĞER YENİ YAZILAR