Işıklı dijital zamanlar...

Haberin Devamı

Yeni bir günün ilk saatlerinde bitti çekimim. Evime doğru yol alırken Boğaz Köprüsü’nün mavide sabit kalmış değişken ışıklarına alışmaya başladığımı düşündüm. Köprünün renkli ışıkları İstanbul’un yaşamına ilk girdiğinde bu ışıklı pavyon işinden hiç hoşlanmayanlardandım...

Hatta son derece züppe bir edayla “Paris halkının Eyfel Kulesi ışıklarını neden sevmediklerini şimdi anlıyorum. Rahatsız edici bir soytarılığı var bu renkliliğin” demiştim.

Oysa Paris’te bir zaman önce yeni bir yıla girdiğimiz ilk dakikalarda kulenin altında yanıp sönen görkemli ışıklara bir an hayranlıkla bakarak “Deli mi bunlar, ne kadar eğlenceli, ne kadar hoş” diye mırıldandığımı anımsıyorum...

***


Işıklı dijital zamanlar...

Kulenin ışıklarını da kadraja alarak çektiğimiz yılbaşı gecesi hatırasını bir “delete” dokunuşuyla siliverdim bir gün. Tek bir kare kalmadı o yılbaşı kutlamasından. Hafızamda sadece kulenin yanıp sönen, inip çıkan ışıkları ve gümüş bir kova içinde hüzünlü, koyu yeşil ve boş bir şampanya şişesi duruyor şimdi...

Oysa yırtıp atmaya da kıyamadığımız ne çok gereksiz anıyla dolu çekmecelerimiz. Bir süre sonra anlamını yitirse de hallice bir yük aslında anılar insan ömründe. Bu yüzden belki de bu dijital üslup yüksüz bir sadeliğe götürüyor hepimizi...

***


Paris’te çok mutsuz iki yılbaşı gecesi geçirdim.

Birinde beş arkadaş yolumuzu kaybetmiş, bütün gece avare avare kaldırımlarda dolaşmıştık. Kısıtlı paramız, çok zamanımız, ne olacağı belirsiz bir geleceğimiz vardı.

Birinde de iki arkadaş “yolumuzu kaybetmiş” lüks bir restoranda didiklenmiş ama bir lokma bile yenmemiş yemekler önümüzde, gamlı gamlı sokağı ve yağan yağmuru seyretmiştik. Cebimizde paramız, kısıtlı zamanımız ve nereye gittiğini çok iyi bildiğimiz bir geleceğimiz vardı...

Yine de son bir umut restorandan çıkıp yağmur altında sokaklarda biraz yürümüş, Eyfel’e doğru akan insan kalabalığı içinde kendimizi kulenin altında bulmuştuk...

Bir an için bizi neşenlendirse de, Paris’in ışıkları içimizdeki karanlığı aydınlatamıyordu...

***


Birkaç hafta sonra 2007 de bitecek.

Dergiler, gazete ekleri mülakatlar yapacak ünlülerle, yeni yıl dileklerini soracaklar, eski yılın değerlendirmesini isteyecekler. Yeni yıl hediye önerileri ve “nerede eğlenelim” dosyalarını geçen yılın neler oldu dökümü izleyecek.

Enflasyonun 2007 yılbaşı hedefinin iki katına çıkmış olması ekonomistlere, geride kalan yılın ölüm, ayrılık ve aşk haberleri magazincilere, yeni açılan alışveriş merkezlerinin akışları perakendecilere birkaç haftalık lakırdı olacak.

“Yılın enleri”ni okuyacağız.

Sonra yeni yıldan umutlu beklentilere gireceğiz...

Merkür, Satürn filan artık nasıl açılar yapacaksa astrolojik olarak hazırlanmaya başlayacağız...

Başka ülkelerde, başka şehirlerde, başka evlerde, yabancı sokaklarda ya da misafir olduğumuz masalarda yeni yılın ilk ışıkları içimizi aydınlatsın diye ümit edeceğiz...

0cak ayının ilk sabahı yaşamın bir “delete” tuşu olmadığını anlayacağız bir kez daha...

Bir tuşla silinmeyecek “keşke, keşke hiç gelmeseydi başıma bunlar, gitmeseydim oraya, demeseydim öyle, almasaydım, görmeseydim, bilmeseydim” dediklerimiz.

Yeni yılın gebe olduklarından korkacak ve korkumuzdan cesaret doğurmaya çalışacağız...

Paris’te, İstanbul’da, Berlin’de... Bu böyle sürüp gidecek...

DİĞER YENİ YAZILAR