Kim zengin sizce?

Eger 1 milyon liran varsa ve sen 1 milyon 1 lira harcıyorsan fakirsin demektir." Babasından duyduğunu bilgiç bilgiç tekrar etmişti. Bunları böyle kendi fikriymiş gibi satmaya bayılırdı. Harçlıklarımız yetmiyordu bir türlü. Bir şeyler yapmak gerekiyordu.

Haberin Devamı

"Kitap satalım" dedi diğerimiz. "Öğretmenlere gidip kitap satıyoruz diyelim acırlar lan belki..." Birbirimize baktık. O dönem kitap pazarlama işi yeni yeni moda oluyordu ama biz daha çok küçüktük. "Yaaa arkadaşım bir kere de lan diye konuşma, sen kızsın yakışmıyor sana yaaa..." dedi en kısa boylumuz.

Anne babalarımızın hesap kitap dertleri "dert" oluyordu bize artık.

Bize almak istedikleri, bize vermek istedikleri, bize yaşatmak istedikleri içimizi acıtıyordu.

Ayakkabılarımız, paltolarımız, çantalarımız; bir simit, bir ayran alacak paramız eksik değildi ama marka giyinmeye yetmezdi gücümüz. Derdimiz de değildi zaten...

Büyüyorduk, daha çok kitap, daha çok kaset, daha çok dergi almak istiyorduk. Sinemaya daha çok gitmeli, Kızılay'daki cafe'lerde daha endişesiz oturabilmeliydik.

Çalışmak en güzeliydi. Ama ne yapacaktık?

Hepimiz yapacak bir şeyler bulduk o yaz. Birimiz bir turizm bürosunda telefonlara baktı, diğerimiz ablasının ofisinde toz aldı, bir diğerimiz de bir mağaza da çalışmaya başladı. Sonra yıllar geçti. Birimiz tiyatro, birimiz ziraat, birimiz resim okumak üzere dağıldık. Artık üniversiteliydik...

Bir iki günlük bir tatildeyim.

Tatilin ilk günü çok lüks bir yata davetliydik. Denizin ortasındaki aşırı görkem huzursuz etti beni. Aman leke olmasın, bir şey dökülmesin, terlikler çıksın falan filan...

Kaldığımız şirin mi şirin otele döndüğümüzde akşamın serinliği inmişti küçük yeşil bahçeye ve havuzun hemen üzerindeki ağacın dalları düşmekteydi
suya...

İşte o anda rahatlayıverdim. Özgür, Nedime, Aynur, Nurcan, Elif ve bahçıvan Asım amca... Az şekerli bir Türk kahvesi, aşçı Mehmet'in muhteşem salataları, tavuk yemekleri, adı geçen arkadaşların pırıl pırıl, cıvıl cıvıl koşturmaları...

Öğür, Nedime ve Elif hem okuyorlar hem de hevesle çalışıyorlar...

Yıllar önceki "bize" benziyorlar...

Sonra ertesi gün tam da bize göre bir tekneyle çıktık koylara. Zeytinli makarna yaptım, bol soğanlı, naneli salata... Tuzlu tuzlu saçlanmla, maydanoz doğrarken sadelikle çevrili şeyleri daha çok sevdiğimi hatta ne çok sevdiğimi düşündüm.

"Forest Gate" (Göcek) Ender Bey ve eşi Esra Hanım'ın kim bilir kaç yıllık düşü. Büyük işletmelerin baskılarına rağmen yaşayan bir düş hem de. Buzlu bademle, hiçbir yerde dinleyemeyeceğiniz müziklerle, katıksız bir içtenlikle sarmalanmış; geceleri serin, sabahları şekerli bir otel burası.

Nereden nereye? Farkındayım, daldan dala uçuyor aklım. Neden, diyorum neden çok lüks şeylerde böye bir tad yok?

Neden? Sonra hatırlıyorum: "1 milyon liran varsa ve sen 1 milyon 1 lira harcarsan fakir olursun." Oysa şu yazıyı yazarken de, az sonra size bu yazıyı ulaştırmak için benimle internet başına geçecek olan Alkan Bey bana gülerken de ben kendimi çok zengin hissedeceğim.

Kazandığım milyarlık gülümsemeler için...

Birazdan balığa gideceğim, sonra yola düşeceğim...

Tatil bitecek...

DİĞER YENİ YAZILAR