Süleyman Şah sahiden yaşadı mı patron?

Bugüne kadar ancak televizyon dizileri sayesinde kamuoyunda Osmanlı tarihine yönelik bir ilgi oluşabiliyordu. Şah Fırat operasyonu dolayısıyla Osmanlı tarihinin gerçek hayatta da hâlâ bir karşılığının olduğu ortaya çıktı ve bu sefer Süleyman Şah tartışması başladı. Bazıları Süleyman Şah’ın tarihî kişiliğinin belirsiz olması dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin söz konusu türbeye sahip çıkmasının lüzumsuzluğunu savunmaya kadar işi vardırdılar. Hatta -Türk tarihinde adı geçen herkes gibi Süleyman Şah’ın da işe yaramaz ve kötü bir adam olduğunu ispatlamaya çalışan- tarihçiliği kendinden menkul birileriyle hâlen MHP milletvekili olan bir tarihçimiz bu konuda aynı safta yer alarak hepimizi şaşırttı.

Oysa milletlerin ve devletlerin manevi yani sembolik anlamlar yükledikleri bazı isim ve şahısların tarihî gerçeklik taşımaları her zaman söz konusu olmayabilir. Mesela, Britanya’nın efsanevi Camelot Kralı Arthur ve onun yuvarlak masa şövalyelerinin ve tabii büyücü Merlin’in- de tarihte varlığını ispatlayan bir belge mevcut değil. Sözgelimi Homeros’un anlattığı hikâyelerin tarihî gerçekliğinin olup olmadığı bu hikâyeleri milli kimliklerinin kurucu unsuru sayan bugünkü Yunanlıların umurunda değil.

Haberin Devamı

Süleyman Şah o kadar da mitolojik bir kişilik sayılmaz. Yalnızca sözlü kültürden yazılı kültüre intikal sırasında meydana gelen bir isim karışıklığı söz konusu. “Yeni başlayanlar için” konuyu kısaca özetleyeyim: Osmanlı’nın kuruluş dönemi adeta yazının bulunmasından önceki karanlık çağlar kadar bilinmezlik örtüleri altında. Çünkü Osmanlı’nın kuruluş dönemiyle ilgili en eski kaynak kuruluştan yüz yıl sonrasına ait. Üstelik nesnel bir tarih anlatısı veya tarafsız bir kayıt değil, hamasi bir manzume bu en eski kaynak. Bundan bir yarım asır daha geçince karşımıza çıkan Osmanlı tarih kronikleri ise hem neredeyse birbirinin tekrarından ibaret olduklarından hem de tutarsızlık, çelişki ve belgelenemezlik gibi problemler taşıdıklarından fazlaca güvenilir ve aydınlatıcı sayılmazlar.

Peki, bu durumda Osmanlı hakkında bildiklerimizin hiçbiri gerçeğin ifadesi olamaz diyerek konuyu kapatacak mıyız? O kadar da değil. Kaynakların sınırlı ve kısıtlı oluşu veya birtakım problemlerle malul oluşu Osmanlı hakkında hiçbir şey bilemeyiz ve bilmiyoruz anlamına gelmez. Sadece bildiğimizi sandığımız hususlara biraz daha ihtiyatla yaklaşmamız gereğini ifade eder.

Haberin Devamı

Bahsettiğimiz bu ilk kaynaklarda Ertuğrul Gazi’nin babasının adı ihtilaf konusu… Bazılarında verilen soyağacı bilgilerinde Süleyman Şah adı geçiyor, bazılarında ise Gündüz Alp. (Aslında Süleyman Şah adı birden fazla kaynakta geçiyor demek yanıltıcı olur. Zira bu metinlerin hepsi ortak bir kaynağa dayandıkları için aynı bilgiyi vermeleri normal.)

Söz konusu kaynakları eleştirel bir okumayla değerlendiren Osmanlı tarihçilerinin hemen hepsinin ortak kanaati Anadolu Selçuklularının atası olan Kutalmışoğlu Süleyman Bey ve oğlu Kılıçarslan’ın hikâyelerinin Osmanlı ailesinin atalarının hikâyesine dönüştürülmüş olduğu şeklinde. O çağda Osmanlı ailesinin atalarıyla Selçuk ailesinin atalarını karıştırmanın yaygın bir hata olduğu görülüyor. Mesela Karamanlı Mehmet Paşa’nın tarihinde Selçukluların Anadolu’ya Moğol istilası devrinde geldikleri yazar. Oysa Anadolu’ya bu devirde gelenler Osmanlılardır. Selçuklular’ın 1071 tarihindeki Malazgirt zaferinden sonra bu topraklara geldikleri malum.

Haberin Devamı

Demek ki Süleyman Şah hakkındaki anlatı da Selçuklulara ait bir konunun sözlü anlatımdan yazılı anlatıma geçerken “ufak” bir değişikliğe uğramasıyla oluşmuş olmalı. Ama bizim açımızdan önemli olan nokta Osmanlıların bu isme atfettiği manevi değer ve Caber Kalesindeki -yüzyıllardır “Mezar-ı Türk” olarak adlandırılan- türbenin taşıdığı sembolik anlam.

DİĞER YENİ YAZILAR