Sandık başına!

Haberin Devamı

Tarihsel önemde bir referandum için bugün sandığa gidiyoruz. Keşke hiç yapılmasaydı ve seçmen “ya o ya bu” ikilemine sokulmasaydı. Ama oldu. Artık yapılacak bir şey var: Sandığa gitmek ve oy kullanmak.

Halk arasında örgütlü kesimlerin uzun yıllardır hemen her seçimde uyguladığı bir yöntem vardır. Taraftarlarını bulur, toparlar ve otobüslerle, minibüslerle, otomobillerle sandıklara götürürler.

Sorun örgütlü olmayan kesimdedir. Oy kullanmama eğilimi genellikle bu kesimde yaygındır. Herhalde iki nedenle: Biri boşvermişlik havası... İkincisi, “taşıma” yöntemle demokrasinin anlayış ve ilkelerine ters gelmesi... Ama onlar boşvermişlik havası ve ilkesel tavır içinde yan gelip yatarken, sandığa taşınanlar işi bitirirler. Bu referandumda, katılım oranı yüksek çıkacaksa, ikinci kesimin işini gücünü bırakıp sandığa gitmesi sonucu olacaktır.

Oyların kullanılması ve sayılması ve açıklanmasıyla ilgili usulsüzlük iddiaları hemen her seçimden sonra ortaya atılır. Bazıları doğru çıkar bazıları yanlış. Ancak bu kez durum birak farklı. Oy sayımıyla ilgili bazı yanlış işlerin yapılabileceği iddiaları referandumdan önce öne sürüldü ve son güne kadar da devam etti. Elektriklerin kasten kesilmesinden bilgisayar hesaplamalarına kadar her alanda sahtecilik olabileceği uyarıları yapıldı. Olur mu olur. O halde seçmenin de partililerin de sandığına sahip çıkması gerekiyor. En büyük sorumluluk da partilere ve partilerin sandık görevlilerine düşüyor. Parti görevlilerine bugün ve bu gece uyumak yok, durmak, dinlenmek yok. Oy verme ve oy sayımının her aşamasında sandıklarına ve sandık sonuçlarına sahip çıkacaklar, başka yolu yok. Böyle yaparlarsa, her şey olup bittikten sonra şikayet etmelerine, sızlanmalarına da gerek kalmaz.

Demokrasi, ancak demokrasiye sahip çıkılırsa vardır.
Bu tarihsel günün son mesajını gelenekselleşmiş bir çağrıyla verelim. Hemen her seçim günü, propaganda yasakları nedeniyle gazetelerin manşetlerinde yer alan sıradan bir çağrıdır bu:
“Sandık başına!”
Sıradandır ama önemlidir.

*****

Çocukları denizle buluşturun

Türkler’in denizle ilişkisinin biraz problemli olduğu söylenir. Elbette bu, daha çok tarihçilerin, sosyologların işidir ama, hemen herkes bu problemi şu ya da bu şekilde bilir. Üç kıtada hüküm süren Osmanlılar’ın denizle aralarının pek iyi olmadığı bir sır değil. Ta Ortaasya’dan kalkıp Anadolu’yu, Rumeli’yi, Afrika ülkelerini fetheden, buralarda 600 yüzyıl sürecek bir imparatorluk kuran Osmanlılar, kıyılarla pek ilgilenmemişler. Daha çok “karalar”ın insanları olmuşlar. Tarım ve hayvancılık daha cazip gelmiş onlara...

Çok yakın zamanlara kadar bu böyle süregelmiş. Devlet olarak denizciliğin önemi anlaşıldığında zaten başkalarının denizlere çoktan açıldığını farketmişler. Denize olan bu uzaklık elbette kişileri de etkilemiş. Denizden uzak bir kültür egemen olmuş. Bugün birçok kıyı kentinde yaşayan bazı insanların bile, deniz kültüründen uzak kaldığını, denize arkalarını dönerek oturduklarını görürsünüz.
Oysa deniz uygarlıktır, ufuktur, açıklıktır, aydınlıktır.
Bütün bunları neden hatırlattım. Geçtiğimiz hafta, CHP MYK üyesi Gürsel Tekin’in yürüttüğü bir etkinlik dikkatimi çektiği için. Tekin, Tuzla, Pendik, Maltepe ve Kağıthane’den gelen 200 çocukla bir Boğaz turu yaptı. Daha önce de başka çocuklarla yapmışlar. Toplumsal Eğitim ve Geliştirme Derneği’nin bir etkinliğiymiş bu. Önemsedim. Tekin, İstanbul’da yaşadıkları halde bazı çocukların denizi ilk kez gördüklerini söylüyor.
Denizle buluşturmak gerek.


DİĞER YENİ YAZILAR