İnsaf

Haberin Devamı

Peş peşe iki komutan önemli açıklamalar yaptı. Önce Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit, intihar eden yedinci deniz subayı olan Kurmay Albay Berk Erden’in cenazesinin başında konuştu. Yiğit, “Onur intiharları oluyor, susmak mümkün değil” dedi. Komuta ettiği kuvvet içinde disiplinin tam olduğunu, “Personelimizin nefes alışını dahi hissederiz” sözleriyle vurguladı. Ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuruluşundan beri bir özelliğini, kendi albaylarının kendisine suikast yapacağı iddiaları konusundaki şu sözleriyle vurguladı:

“İsmi geçen albaylarım, bana bir hücum olursa, bana bir mermi sıkılırsa göğsünü siper edecek arkadaşlardır.”

Sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un açıklamalarını okuduk. (Haberturk gazetesi, 11 Şubat 2010). Başbuğ, Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’ya konuşurken, “Böyle rezillik olur mi, yeter yahu!” diye Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmayı hedefleyen saldırılara tepkisini dile getiriyor. Haber sınırını aşan aşırı maksatlı kampanyalara dikkat çekiyor. Özellikle Deniz Kuvvetleri üzerindeki karalama kampanyasına dikkat çekiyor, denizci personelin moralinin ciddi şekilde bozulduğunu hatırlatıyor. Hepsinin komutanı olarak bu durumdan çok rahatsız olduğunu dile getiriyor.

Ve çok önemli bir gerçeğin altını şu sözlerle çiziyor: “Askerin sorunu sadece benim sorunum değildir. Bu ülkenin sorunudur.”

***


Gerek Başbuğ ve Yiğit’in bu açıklamalarında gerekse Genelkurmay adına daha önce yapılan açıklamalarda ısrarla belirtilen bir konu var: Asker, yasal sınırlar içinde yapılan hiçbir işleme karşı değil. Demokrasiye saygısını ve bağlılığını her fırsatta dile getiriyor, kurum içinde demokrasi karşıtı kimsenin bulunmadığını, bulunmayacağını garanti ediyor, yasal çerçeve içinde personelinin dokunulmaz olmadığını ilan ediyor.

Ama olayın artık başka bir olay olduğunu, “asimetrik psikolojik bir savaş”la karşı karşıya olduğunu da gözardı etmiyor.

Daha önce yazmıştım, tekrar edeyim:

Bir ülkede silahlı kuvvetlerin bu kadar maksatlı, bu kadar yıkıcı, bu kadar yaralayıcı ve onur kırıcı bir kampanya ile karşı karşıya bırakılması akıllara ziyan bir şeydir. O kampanyaları yürütenler de dahil kimseye de faydası yoktur.

Türk Silahlı Kuvvetleri, tarihinin hiçbir döneminde bugünkü kadar haksız ve mesnetsiz saldırılarla karşı karşıya kalmamıştır. Daha önce verdiğim örnekleri bir kez daha hatırlatayım: Balkan Savaşları’nda Türk Ordusu inanılması zor bir hezimete uğramıştır. O hezimet sonucu ülkenin Doğu Trakya hariç, bütün Rumeli toprakları, bir daha geri gelmemek üzere elden gitmiştir. Ama o dönemde bile orduya karşı böylesi hakaretler edilmemiş, böylesi aşağılayıcı sözler söylenmemiştir.

Kurtuluş Savaşı’nda ordu, Yunan taarruzu karşısında Sakarya’nın doğusuna kadar çekildiği, top seslerinin Ankara’dan duyulduğu, Meclis’in Kayseri’ye taşınması kararının alındığı günlerde bile Türk Ordusu, bu kadar acı saldırılara uğramamıştır.

Üstelik o ordu, kendi içindeki “ayrık otları”nı bizzat kendisi ayrırmayı bilen bir ordudur. Yasa dışı işi olanı adalete teslim etmesini bilen, yanlış yapan bir ordu komutanını bile kolundan tutup “divanı harbe” gönderebilen bir ordudur.

Ve bu ordu, savaş kaybetmemiş, aksine otuz yıldır süren “terör” kılığındaki bir savaşı kazanmış bir ordudur.

Şimdi bu askere, televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından, (tekrar etmeye dilim varmıyor) ağza alınmayacak hakaretler yağdırmanın insafla bağdaşır tarafı var mıdır?

DİĞER YENİ YAZILAR