Gazete Vatan Logo
Magazin Hayat hikâyemle döverim seni!

Hayat hikâyemle döverim seni!

Avrupa Yakası'nın erkeklere düşkün, abartılı giyinen Şahika'sı bakın gerçek hayatta nasıl?

Sinirlendi mi karşısındakini karizmasıyla, parasıyla, güzelliğiyle döven; etrafını salon kadını çizgisinden kaymakla tehdit eden bir meşhur Şahika Koçarslanlı’mız var bu sene.

“Avrupa Yakası”nın yeni armağanı. Saçlarını savura savura yürüyen, kaba saba bir kadın.

Bir de Binnur Kaya var, Şahika’ya can veren... Alçak sesle, hep gülümseyerek konuşan, son derece kibar ve alçakgönüllü... Ailesinden her şeyden önce “saygılı olmayı” öğrenmiş bir çocuk. İnsana olduğu kadar kediye köpeğe, çiçeğe ağaca da. Bu onun hikâyesi...

İlhan İrem taklitleri

19 Nisan 1972’de Ankara Bahçelievler’de dünyaya gelir Binnur Kaya. Gazeteci babası Mustafa Kaya, ev hanımı annesi Rahime Kaya, ablası İlknur ve muhtelif köpek kardeşlerinden oluşan sevgi dolu bir ailede, huzurlu, düzenli bir çocukluğu olur. Dönem icabı Afacan Beşler’den esinlenerek kurulan çeteler, ‘yakartop’, ‘istop’, ‘sek sek’... Heidi, Şeker Kız Candy ve acıklı Türk filmleri damga vurur çocukluğuna.

Ulubatlı Hasan İlkokulu’nda okurken flüt çalmayı öğrenir, yalnız kaldığında da yürek paralayan Türk Sanat Müziği şarkıları söyleyip gözünü doldurur: “Şu gönlümü yaralayan, şu bahtımı karalayan, sizden biri, sizden biri.”
Ama karşı apartmandaki komşuları Gülay teyze kendisinden önce keşfeder ondaki cevheri. “Sen tiyatroyla ilgilensene Binnur” der. Oysa tek marifeti İlhan İrem ve Sakıp Sabancı taklitleridir o güne kadar...

Sınav bunalımı

Bahçelievler Deneme Lisesi’ndeyken amatör tiyatrolarda oynamaya başlar. Shakespeare’in adını bile duymamış olarak hem de... Bir sosyal faaliyet gibidir hâlâ tiyatro onun için. Annesi babası memur olmasını isterken, o hayatının en büyük tutkularından denizin peşine düşer. Okyanus bilimi okumak ister ama üniversite sınavını kazanamaz.

Bunalıma girip hiçbir şey istemediğine karar vermişken yeniden tiyatro düşer aklına. Sınavlara girer, kazanamaz... Bir gün yolda yürürken konservatuvarın tiyatro bölümünde okuyan lise arkadaşı Elvin Beşikçioğlu’yla karşılaşır. Onun yol göstermesiyle Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü burslu olarak kazanır.

Hülya Avşar’lı dönem

Mezun olduğunda İstanbul’a gitmeyi hayal eder hep. İş için filan değil, ortasında deniz olan bu şehri sevmek istediği için... Beklediği fırsat beklenmedik bir anda gelir: Yazları Club Flipper’da animasyon yaptığı Ani Ani adlı grupla beraber İbiza‘ya gitmek üzereyken...

Doktor Bilal’in davetiyle İbiza biletlerini iptal edip İstanbul’a gelirler grupça. Ulus Şamata Bar’da animasyon yapmaya başlarlar. İstanbul, pek müthiş fırsatlar sunmaz genç kıza o dönem. Göztepe’de eşyalı, kedili bir ev tutarlar beş kişi. Aralarındaki tek kız, adeta asker arkadaşları gibi olan Binnur Kaya’dır.

Bar programının ardından bir süre Lale Oraloğlu Tiyatrosu’nda, ardından Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda oynar. Derken bir arkadaşı Hülya Avşar Show’a önerir onu. “Asabiye” tipiyle ekranda izleyiciyi kırıp geçirir ama ağlaya ağlaya gider gelir programa. “Tiyatro okudum, televizyona çıkıyorum, ne diyeceğim herkese?” gibi düşünceler vardır kafasında... Ama işte yaşamak zorundadır bir yandan.

Sonradan “Amma boşuna üzmüşüm kendimi” diyecektir. Üstelik çok memnun kalır Avşar’ı tanımaktan. Disiplinli, alçakgönüllü bir kadındır birlikte çalıştığı.

Yabancı Damat’ın ablası

Onlara manevi annelik yapan Güniz Abla’nın şefkatli kucağından ayrılıp karşıya taşınır. Yeni yol arkadaşları vardır yanında; Engin Günaydın, Olgun Şimşek, Şebnem Sönmez, Devin Özgür Çınar... Fulya Akkirman Sokak’ta şamatalı bir evde hep birlikte yaşarlar.

Hülya Avşar Show’u “Kaynanalar”, “Çarli” ve Mahsun Kırmızıgül’ün dizisine yenik düşen beş bölümlük “Dış Kapının Mandalları” izler. Sonunda gelir “Bir Demet Tiyatro” ve BKM yılları. Şebnem Sönmez ayrılmak zorunda kalınca onun yerine “Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?”ye girerek sahneye de dönmüş olur.

“Bana Bir Şeyhler Oluyor” ise tiyatroda en çok parladığı oyundur.
Yine o bir zamanlar ağlayarak gidip geldiği televizyondur asıl tanındığı yer. Mutlu da olur orada, görür ki nerede yaptığın değil, ne yaptığın önemli. “Babaevi”nden sonra yıllarca sürecek “Yabancı Damat” serüveni başlar. Evin büyük kızı Nazire olarak çok sevilir. Hem de sadece memlekette değil, yıllarca düşman sandığı suyun öte yanında da.
Çocukluğunun unutulmaz “Erler Film” yazısı hayatında yerini bulmuştur nihayet. Hayallerinde bir gün Filiz Akın, bir gün Gülşen Bubikoğlu olduğu, hep ama hep yanlış anlaşıldığı, tam haklı olduğu ortaya çıkarken de ince hastalıktan göçüp gittiği o günlerin acısını “Yabancı Damat”la çıkarır. Türker İnanoğlu’nun yeri bambaşkadır onun için...

Binlerce Şahika var içinde

Araya Çağan Irmak’ın efsane filmi “Babam ve Oğlum”u da sığdırdığı parlak bir dönemin sonunda dizi bitince ne yapacağını bilemez. Bir süre çalışmamak gibi bir lüksü de yoktur. Paniğe kapılır.
“Avrupa Yakası” çıkagelir birden. Gelgelelim Şahika Koçarslanlı zorlar onu. Abartılı kostümleri, ‘ajite’ davranışları, erkeklere düşkünlüğü... “Ben bunu yapamıyorum” der Gülse Birsel’e bir gün... “Bu erkek olayını beceremiyorum, bari birini sevsem, ona takılıp kalsam...”
İlk bölümün aldığı kötü eleştiriler de sıkar canını... Çekimlerde “Arkadaşlar, çok özür dilerim, birazdan bağıracağım” diyen biri olarak kendisine 1 ay mühlet tanır: Bu sürede Şahika’yla barışamazsa, hâlâ uykuları kaçıyorsa ayrılacaktır.

Ama alışır sonunda ve sever Şahika’yı. Kendisinin de, lahmacununun ucundan koparılmaya kalkışıldığında masa devirmişliği vardır neticede. Hatta kendi tabiriyle “Binlerce Şahika vardır içinde”.

İçindeki Şahika’ları kamera karşısında serbest bırakıp hayatını sessiz sedasız yaşayan bir kadın Binnur Kaya. Beyaz Şov’da görüldüğü üzere tutuk, çekingen bir tarafı var. Kendisi için de üç gün sokağa çıkmasına engel olan, hayat boyu üzülerek hatırlayacağı bir canlı yayın ‘kazası’ o program. Dualarına bir yenisini eklemiş o gün: “Hayat kimseyi kendini ifade etme halinden mahrum bırakmasın.”

Üstelik ne o kadar hassas, ne de naif. “Herkes kadar iyi düşünürüm, herkes kadar da kötü...” diyor. Bütün derdi hayatını kimseye zarar vermeden geçirmek... Bir de seyahat etme lüksünden mahrum kalmamak... Oturduğu ev, gözbebeği İstanbul’a tepeden bakıyor. “Şehr-i İstanbul da kalbinin hizasında” ya, başka da bir şey istemiyor hayattan...

Asu Maro / Milliyet

Haberin Devamı